İDRİS-İ BİTLİSİ VE EYÜP’TEKİ ESERLERİ

 




İDRİS-İ BİTLİSİ VE EYÜP’TEKİ ESERLERİ                                                                                   


MÜFİD YÜKSEL


Giriş


Tarihte bir çok şahsiyet vardır ki, tarihin akışında, şekillenmesinde önemli rolleri olmuştur. Tarihin her devrinde bu tür şahsiyetler hep bulunmuştur. Osmanlı tarihinde de, böyle şahsiyetler bir hayli boldur. Eldeki bu tebliğ metninde bunlardan birini konu edeceğiz. 


Onaltıncı yüzyılın başlarında, Osmanlı devletinde, o dönem tarihinde önemli bir mevki işgal eden, Eyüp Sultan civarında medfun şahsiyetlerden İdris-i Bitlisî’yi tanıtmaya çalışacağız. İdris-i bitlisî, tam da Osmanlı-Safevî çatışmasının başladığı dönemde Osmanlı Devleti’nden yana tavrı ve faaliyetleri ile ön plana çıkmıştır. Ancak, idris-i Bitlisî , o dönemdeki birçok âlim şahsiyet gibi çok yönlü bir kimseydi.İlmî, Tasavvufi ve siyasi yönleriyle bir çok eser ve etki bırakmıştır. İdris-i Bitlisî’nin hemşehrisi olmak hasebiyle böyle bir tarihi şahsiyet üzerine çalışmak benim için bir bahtiyarlıktır.


İdris-i Bitlisî’nin Hayatı


Mevlânâ Hakimuddin İdris El-Bitlisî, Mutasavvıflardan ve Nurbahşiyye tarikatının önde gelenlerinden Hüsamuddin Ali El-Bitlisî’nin oğludur. İdris-i Bitlisî’nin babası Hüsamuddin Ali El-Bitlisî Nurbahşiyye’nin kurucusu Seyyid Muhammed Nurbahşî’nin (vefatı:869/1465) halifelerindendir. Diğer taraftan ise silsilesi Yasir Ammar El-Bitlisî’ye ulaşmaktadır. Yasir Ammar El-Bitlisî, Ebu Necîb Es-Sühreverdî’nin 

(Vefatı:583) halifelerinden olup, aynı zamanda Harezmli Necmuddin-i Kübra’nın şeyhidir (Vefatı:618). Hüsamuddin Ali El-Bitlisî 13 Şa’ban 909/31 Ocak 1504 tarihinde  Bitlis’te vefat etmiş olup, Zeydan (Kosor) Mahallesindeki halen mevcut olan Şeyh Ebu Tahir-i Kürdî türbesine defnedilmiştir.  Çeşitli eserleri mevcut olan Hüsamuddin Ali El-Bitlisî’nin en önemli eserleri, “İrşâdu Menzili’l-Küttab” adlı iki büyük ciltten oluşan tefsiri, Kitâbu’n-Nusûs, Abdürrezzak Kâşânî’nin “ İstılahâtu’s-Sufiyye” sine yazdığı şerh ile, Şebüsteri’nin Gülşen-i Râz’ına yaptığı şerhtir. Bunların birer nüshaları, Edirne Sultan Selim Kütüphanesi, Manisa Muradiye Kütüphanesi, Süleymaniye (Şehid Ali Paşa) kütüphanesi” ve Üsküdar Selimiye Kütüphanesindedir. Tasavvufi görüşlerini daha çok Kitâbu’n-Nusûs’ta ifade etmiştir.(Lami’î Çelebî, Nefehatu’l-Üns Tercümesi, 1275:474-475; Muhyî-yi Gülşenî, 1982:41,126; Şerefhan, Şerefnâme, 1860:1/342; Hulvî,Lemezât-ı Hulviyye, 1993:259-265; Bursalı Mehmed Tahir efendi, Osmanlı Müellifleri, 1342:1/105-106; İdris-i Bitlisî, Selim-Şahnâme, Terc. Hicabî Kılangıç, 2001:5., Bitlis il yıllığı, 1971:106; Türkiyede Vakıf Abideler Ve eserler,1977:2/191, Müstakîmzâde, Süleyman Saaduddin, Mecelletu’n-Nisâb,1210/2000: ypr.133; Gökbilgin,1952:480; Çakmakoğlu, 2001:253-266)   


İdris-i Bitlisî’nin doğum tarihi tam olarak bilinmemekle birlikte, İdris-i Bitlisî’nin “Hakku’l-Mübîn Fi Şarhi Hakki’l-Yakîn ” adlı eserinde, gençliğinin ilk dönemlerinde 876/1472-3 yılında, aralarında Mevlâna Abdurrahman Câmî’nin de bulunduğu Hacc kafilesinin Tebrîz’e geldiğini haber aldığını belirtmektedir. (Bayrakdar, 1991:4; kırlangıç: 2001:7-8) O sırada İdris-i Bitlîsî’nin 20 yaşına yakın olduğunu farzedersek, 850’li yıllarda doğmuş olabileceği tahmin edilir. 


Soy olarak Kürt olan, ilk tahsilini ve Tasavvuf terbiyesini pederinden alan İdris-i Bitlîsî, çok kuvvetli bir medrese eğitimi alır. Diyarbakır, tebrîz ve Şam’da tahsilini sürdürür. Arapça ve Farsça’nın dışında Türkçe’yi de iyi bir şekilde öğrenir. Nakli ve âlet ilimlerinde tebahhur kesbeder. İdris-i bitlisî’nin mevcut eserleri de bunu teyid eder niteliktedir.  


İdris-i Bitlisî, medrese tahsili sonrasında genç yaşında, Akkoyunlu devleti’nin sarayına girer ve Sultan Yakup zamanında (1478-1490)sarayda, münşîlik ve muvakki’lik görevlerini deruhde eder. Hatta sarayda şehzadelerin ta’lim ve terbiyesi ile de vazifelendirilir. Sultan Yakub’un vefatından sonra da, Akkoyunlu sarayındaki görevlerine devam eden , İdris-i Bitlisî, Akkoyunlu Devleti’nin Şah İsmail tarafından yıkıldığı tarih olan 1501’e kadar bunu sürdürür. Sultan Yakup’tan sonra gelen hükümdarlara da bağlılığını devam ettirir. (Ayvansarâyî, Hadîka, 1281:1/263; Taşköprülüzâde, Şekâik, 1985:314; Hoca saadeddin, Tâcu’t-Tevârih,992:V/238;Babinger,1992:51-52)


Safevî  ailesinin o günkü temsilcisi olup, Şiilik iddiasıyla, akkoyunluları mağlup edip Tebriz’e girerek Safevî devletini kuran Şah İsmail’e karşı bu yüzden, İdris-i Bitlisî Mezheb-i Nâ Hakk (906/1501) tarihini cifr hesabıyla söylemiştir. Bu konu Şerefnâme’de şöyle anlatılır:


“ Şah İsmail ortaya çıktığında, Rafızilerin mezhebi revaç buldu, Mevlâna İdris de onların tarihini Mezheb-i Nâ Hakk olarak buldu , bu kıssa Şah tarafından duyulduğunda, Şah musahibi ve meclisinin has nedimi Kemâleddin Tabîb şîrâzî’ye Mevlâna İdris’e bir mektup yazıp, bu tarihi onun söyleyip söylremediğini sormasını emretti. Mevlâna Kemaleddin de bu emre uyarak, bir çok zerafet ve letafetle dolu bir mektup yazıp, Mevlâna İdris’e yolladı mektubun muhtevasına muttali olan Mevlâna İdris, bunu inkar etmedi ve cevâben şunları söyledi: “ Evet! Bu tarihi ben buldum, ancak bu terkib Arapçadır ve ben Mezhebuna Hakk dedim”  Mevlâna İdris’in bu tavrı Şah İsmail’in hoşuna gider ve Mevlana İdris’i kendisinin yanına gelip, maiyyeti arasına girmesi için davet eder. Mevlâna idris ise, bu çağrıya rağbet etmeyip, mazeretini belirten Farsça bir manzumeyi Şah’a yollar. “ (Şerefhan, Şerefnâme, 1860:1/342-343) 


Şah İsmail’in maiyyetine katılmayan İdris-i Bitlisî, bir nakle göre, Safevilerin eline geçmiş olan Tebriz’i terk ederek Hicaz’a gider. Diğer bir nakle göreyse, önce İstanbul’a gelir, sonra buradan Hicaz’a gider. Ancak, Kaynaklara bakıldığında Tebriz’den Hicaz’a gitmiş olması daha muhtemel gözükmektedir. Daha sonra İstanbul’a gelen İdris-i Bitlisi Sultan II. Bayezîd’in iltifatına mazhar olur. Bitlisî’nin daha önce de II. Bayezid’le ilişkisi olmuş, 1485 yılında, akkoyunlu hükümdarı Sultan Yakup adına II. Bayezid’e tebriknâme göndermiştir. İstanbul’da saraya iltihak eden, Mevlâna İdris, II. Beyazid’in de muvakki’ ve münşi’i (Mühürleri basan özel kâtib) olur.  Bir ara saray erkânı ile arası açılan İdris-i Bitlisî bazı sıkıntılara maruz kalır.Ancak, Sadrazam Hadım Atik Ali Paşa’nın ölümüyle rahata kavuşur. İdris-i Bitlis-i sarayda vak’anüvîslik vazifesini de deruhde eder ve padişahın isteğiyle, ünlü tarih kitabı Heşt Behişt’i kaleme alır ve bunu otuz ay zarfında nihayete erdirir. Farsça olarak kaleme alınan bu tarih kitabı, II. Beyazid dahil sekiz Osmanlı padişahının tarihini içermektedir. 908/1503 ile 911/1505 tarihleri arasında yazdığı tarihini II. Bayezid’e sunar. Ancak İdris-i Bitlis-i‘de bunun karşılğını alamadığı kanaati hasıl olur. Zira, saray erkânı kendisine cephe alır ve heşt Behişt’e tenkitler yöneltirler.

(Bayrakdar,1991:6-9; kırlangıç,2001:8-9;Bursalı Mehmed Tahir,1342:6-7;Babinger,1992:51-52;Muhyî-yi Gülşenî,1982:77-79)  


Daha önce Hacca gitmek isteyen Mevlâna İdris’e bu konuda bir türlü izn-i hümâyun çıkmaz. Ancak Sadrazam Hadım Ali Paşa’nın vefatı ile Rebi’u’l-Ahir 917/1511 tarihinde izn-i sultânî çıkar. Bunun üzerine 1511 tarihinde, İdris-i Bitlisî amcasının oğlu olan Hacc emiri ile birlikte, Deniz yolu ile Hacca gider. Önce Mısır’ın İskenderiye liman şehrine uğrar, ardından Kahire’ye geçer. Orada Memlüklü Sultanı Kansu Gavri ile görüşür. Ayrıca yine Kahirede ünlü mutasavvıf ve Gülşeniyye tarikatının kurucusu Şeyh İbrahim Gülşenî ile görüşmeleri, sohbetleri olur. Hatta onun isteği ile Farsça gazeller tertib eder. (Muhyî-yi Gülşenî, 1982:81-82)


Amcasının oğlu ile birlikte Hicaz’a geçen İdris-i Bitlisî Hacc vazifesini yerine getirdikten sonra, hakkı takdir edilmediği için İstanbul’a dönmeyip burada kalmaya karar verir, hatta bu konuda saraya bir mektupta gönderir. Ancak, bir süre sonra İdris-i Bitlisî mekke’de mücavir olarak bulunuyorken, 918/1512’de İstanbul’da saltanat değişikliği olur. II. Bayed’in oğlu Trabzon valisi olan Yavuz Selim Han, babasını zorla tahttan indirerek, yerine tahta geçer. Yavuz Sultan Selim tahta geçmesinin ardından İdris-i Bitlisî’ye hediyeler yollayarak İstanbul’a davet eder. Bunun üzerine Mevlâna İdris Şam ve Halep üzerinden İskenderun’a gelir Şam ve Halep’te bir müddet kalarak oradaki ulema ve mutasavvıflarla muarefelerde bulunur. Ardından, İskenderun’dan Deniz yolu ile İstanbul’a gelir. İdris-i Bitlisî bu kere saray’da büyük iltifatlarla karşılanır, Padişahın özel müşaviri olur. Bundan sonra Mevlâna İdris önemli roller üstlenir. Koyu bir sünnî olan İdris-i Bitlisî, Yavuz Sultan Selim’in Şah İsmail’e karşı büyük bir sefer düzenlemesini temin eder. (Bursalı Mehmed Tahir, 1342:6-7; Ayvansarayî, 1281:263; Bayrakdar,1991:8-9; Hoca saadeddin, 1992)


906/1501 tarihinde Akkoyunluların payitahtı olan Tebriz’i zabt eden Şah İsmail, Anadolu’da babası ve delerine bağlı birçok mürit aşiret ve oymakları da başına toplar, Anadolu’da Erzincan ve Malatya’ya kadar bölgeleri zabt eder. Diğer yandan da Bağdat’a kadar ulaşır. Tekeli ve Karaman bölgesindeki birçok aşiret ve oymak Safevi devletine taraftar hale gelir. Doğuda ise Özbek Han’ı Şeybânî Han’la çarpışan Şah İsmail onu da tasfiye edip, büyük işkencelerle öldürtür. Böylece Şah İsmail kısa zamanda Herat’tan Sivasa kadar olan bir bölgede hakim olup rakipsiz kalır. Safevîlerin bu kadar güçlenip yayılmasında başlangıçta, tüm gelişmelere göz yuman Sultan II. Bayezid’in büyük sorumluluğu vardır. (Hinz,1992;Allouche,1983;HocaSaadeddin,1992;Aşıkpaşazâde,1332;Solakzâde,1297;Sümer 1992; Şerefhan,1860)


İdris-i Bitlisî 1514’te Çaldıran seferine padişahla birlikte çıkar. Çaldıran seferi öncesinde, Şah İsmail Doğu Anadolu’da zabtettiği bölgelerdeki Kürt aşiret beylerini hapse attırmıştı. Bu durumla birlikte Kürt aşiretlerinin sünnî olmaları ve güçlü bir sünnî ulema geleneğinin, Abbasî hilâfet geleneğine köklü bir bağlılığın kürtler arasında yer edinmiş olması kürt aşiretlerini Osmanlıya yöneltti. Bir kısım Kürt beyleri sefer yolculuğunda Yavuz Sultan Selim’in huzuruna çıkarak memleketlerinin tümünün Şah İsmail tarafından zabtedildiğini bildirerek bu konuda Şah İsmail’e karşı yardım talep ederler.  Bu yüzden birçok kürt aşireti Çaldıran savaşında Yavuz Sultan Selim’in safında savaşa katıldı. 2 Recep 920 tarihinde Çaldıran’da vukubulan savaş, bir hayli kayıp verilmesine rağmen kazanılır. Şah İsmail büyük bir bozguna uğrayarak ordusuyla kaçar, zevcelerinden biri ve birçok komutanı esir düşer. Çaldıran’da durmayan Yavuz Sultan Selim ordusuyla Safevî ordusunu takip eder ve sonunda Tebriz şehrine girilir. Şah İsmail ise Şiraz taraflarına kaçar. Daha önce Şah İsmail’in zulmüne maruz kalan Tebriz halkı Osmanlıları sevinçle karşılarlar. Yavuz sultan Selim Tebriz’de dokuz gün kalır ondan sonra burad kalınıp kalınmayacağı hususu istişare edilir. Yavuz Sultan Selim, Tebriz ya da Karabağ’da kışlayıp, baharda tekrar Şah İsmail üzerine yürümeyi ve onu tümüyle kökten ortadan kaldırmayı hedefler. İdris-i Bitlisî burada kışlanmasını, daha sonra tekrar sefere devam edilmesi yönünde ısrar eder. Ancak vüzera ve yeniçeriler ise İstanbul’a geri dönmek konusunda ısrarlı olurlar. Hatta, neredeyse ayaklanmaya bile teşebbüs olunur. Yavuz Selim kargaşayı önlemek için geri dönmeyi kabul etmek zorunda kalır. Tebrizli bir kısım san’at ve ma’rifet erbabınıda yanlarına alarak , geri dönüş yolculuğuna çıkılır. Bayburt , Niksar ve Amasya üzerinden İstanbul’a dönülür. Bu dönüş sırasında, Kürt beylerinin tümünün Osmanlı safına çekilmesi için İdris-i bitlisî bölgeye gönderilir. 

(Celâl-Zâde Mustafa, Selîm-Nâme,1990; müneccimbaşı Tarihi, 1975:2/456-474; Solakzâde,1297:365-376;Uğur,1984:88-110;Hoca saadeddin, 1992:IV/195-225; Şerefhan,1860;Allouche,1983) 


Yavuz Sultan Selim’in emriyle Kürt beyleriyle temasa geçen İdris-i Bitlisî, bu konuda büyük başarı elde eder. Kürt beyleri bir bir Yavuz Sultan Selim’e itaatlerini arzederler. Sonunda 25 kürt beyinden 24’ü itaatlerini arzedip Osmanlı hükümdarına bağlılıkılarını bildirirler.  Karşı safta sadece Erdelan Beyi Halid Bey’in çocukları kalır. Kürd beylerinin Osmanlılara bağlandığını öğrenen Şah İsmail Mardin ve Diyarbekir’e tekrar ordu gönderir. Türkmen beylerinden Ustaclu Oğlu Mehmed Bey’i Diyarbekir’e, onun kardeşi Karahan’ı da Mardine yollar. Bu iki şehir bunlar tarafından zabtedilir. Bunların üzerine bir ordu ile Bıyıklı Mehmed Paşa ile Şâdî Paşa gönderilir. İdris-i bitlisî’yi de yanına alan Mehmed Paşa askerleriyle Diyarbakır’a ulaşır. Osmanlı’ya itaatini bildiren Kürt beyleri de aşiret mensuplarıyla bunlara katılır. Diyarbakır (Amid) halkı da safevilere karşı direndiğinden, Diyarbekir kısa zamanda safevilerden temizlenir. Buradan kaçan safevi taraftarları Mardin’e kaçarlar. Bunun üzerine İdris-i Bitlisî yanındaki kürt bey ve askerleriyle birlikte bizzat Mardin üzerine yürür. Ve şehrin kuşatılmasını idare eder. Mardin halkına va’z u nasihat eden İdris-i bitlisî halkı şehri teslim etmeye ikna eder ve şehir teslim alınır. Şehrin teslim alındığını gören Karahan, taraftarlarıyle Sincar tarafında bir kaleye kaçarak burayı tahassun eder. Yavuz Sultan Selim de İdris-i Bitlisî ve kürt beylerine, hil’at ve büyük hediyeler gönderir. 

(Hoca saadeddin, Tâcu’t-evârih, 1992:IV; Solakzâde,1297:365-374;Müneccimbaşı, 1975:2/456-474) 


O sıralarda Bıyıklı mehmed Paşa ile Şâdî Paşa’nın arası açılır. Şâdî, Padişahtan, Amid’den öteye geçme konusunda emir almadıklarını bildirerek eyâlet askerlerini alarak Amasya’ya geri döner. Durumdan haberdar olan İdris-i Bitlîsî, Amid’e dönüp kışlamaya karar verir. Bıyıklı Mehmed Paşa ve Kürt beyleriyle birlikte Amid’e dönüp, kaleyi müstahkem hale getirirler. (Müneccimbaşı, 1975:2/474-475;Solakzâde,1297:380-381)


Şah İsmail’in bölgedeki eyâlet valisi olan Karahan Osmanlı askerleri ile Kürt aşiret askerlerinin çekildiğini duyunca, yanındaki askerlerle Mardin’e dönüp şehri zorla tekrar ele geçirir. Bunun üzerine şah İsmail de, Hemedan hakimi Yegân ile Kelhor hakimini askerleriyle birlikte Kerkük yoluyla Karahan’ın yardımına gönderir. Zira, diğer yollar kürt beyleri tarafından tutulmuştu. (Müneccimbaşı, 1975:2/475)    

 

Bıyıklı Mehmed Paşa durumu Sultan’a arzeder, Sultan da Şâdî Paşa’ya kızıp tüm vazifelerinden alır. Karaman Valisi Boşnak Hüsrev Paşa’yı yardım için gönderir. Ayrıca kapıkulu askerlerinden bir miktar yeniçeri de gönderilir. Yeniçeriler Amid yolunda iken, Kemah hakimi Ahmed Bey’in teşvikiyle, Harput ve Ergani’yi de Şah İsmail taraftarlarının elinden alırlar.(Solakzâde, 1297:374-375) 


Bıyıklı Mehmed Paşa Karahan’ın üzerine öncü kuvvetler gönderir, ancak taktik hatası yüzünden Karahan’ın askerlerinin pususuna düşüp şehid olurlar. Bunun üzerine gelen yardımı bekleyen Mehmed Paşa, yardım gelince Karahan’ın üzerine yürüdü. İki ordu Eski koçhisar yakınlarında karşı karşıya gelir. Osmanlı askerleri arasında toplara sahip ikibin civarında yeniçeri bulunmaktaydı. Ordunun sağ kanadında ise Karaman ve Anadolu beyleriyle yardıma gelen Boşnak Hüsrev Paşa altıbin süvarisiyle bulunmaktaydı. Sol kanatta ise Kürt aşiret bey ve ağalarıyla birlikte kırk bin civarında Kürt savaşçısı durmaktaydı. Bu kürt savaşçılar bizzat İdris-i Bitlisî tarafından komuta edilmekteydi. Karahan’ın ordusunda ise Şah ismail’in yardıma gönderdiği Türkmen-Kızılbaş beyleri ve savaşçıları ile Gürcü savaşçılar yer almaktaydı. Çarpışmada ilkin Karahan’ın ordusu, Boşnak Hüsrev Paşa’nın askerlerini bozup ikiye yardı, bunun üzerine zülkadirli askerleri ric’ate yüz tuttu. Ancak, idris-i Bitlisî Kürt savaşçılarla yeniçerilere Karahan’ın ordusu üzerine son bir hamle yaptırdı. Bu sırada Karahan yeniçerilerin tüfenginden çıkan bir kurşunla can verir. Safevî askerleri bozgunla karşılaşır. Karahan’ın askerlerinin büyük çoğunluğu savaş meydanında telef olur. Kurtulabilenler Mardin tarafına kaçar, bunların Sincar tarafına kaçanları, yeniçeri ve kürt savaşçılarca takip edilerek telef edilir. Karahan’ın Şah İsmail’in kızkardeşi olan eşi bazılarıyla kurtularak Tela’fer ve Musul yolu ile Tebriz’e kaçmayı başarır. Hüsrev Paşa, İdris-i Bitlisî ile birlikte Mardin üzerine yürür ve tekrar Safevîler’in eline geçmiş olan şehri tekrar kuşatırlar. Şehir halkı, mevlâna İdris’le daha önce yapmış oldukları ahde uyarak şehri teslim ederler. Ancak Karahan’ın kardeşi olan Süleyman Bey adamlarıyla kaçarak şehrin kalesine sığınıp bu kaleyi kapatırlar. Kaleyi canla başla savunarak teslim etmezler. Kuşatma bir yıldan fazla sürer. Bu sırada ise Osmanlı- Memlüklü çatışması baş gösterir. Acem diyarına yeni bir büyük sefer için Ordu hazırlayan Yavuz Sultan Selim , Şah İsmail ile anlaşan Memlüklülerin engellemeleriyle karşılaşır. Bunun üzerine Bunun üzerine Yavuz Sultan Selim Memlük ülkesine sefer düzenlemeye kara verir 1516 tarihinde büyük bir ordu ile gidilir. Antep, İskenderun ve Halep yöreleri zabtedilir. Osmanlı Ordusu Memlüklü Çerkes hükümdarı Kansu Gavri’nin ordusu ile Merc-i Dâbık yakınlarında karşılaşır. Savaşta, Memlük-Çerkes ordusu bozulur bu savaş sırasında, hükümdar Kansu Gavrî namaz kılarken secde üzerinde, bir Osmanlı askeri tarafından şehid edilir. Ardından Yavuz Sultan Selim, Şam’a girer tüm Suriye ve Filistin zabtedilir. 

(Solakzâde, 1297:375-396; Hoca Saadeddin, Tâcu’t-Tevârih, 1992:IV/231-308)


Bu sırada, Mardin kalesinin henüz zabtedilmediğini ve Karahanın kardeşi Süleyman Bey’in burada direndiğini öğrenen Yavuz Sultan Selim yeniden top ve tüfengli askerler gönderir nihayet kale fethedilir. Boşnak Hüsrev Paşa Kalede dirnenleri Süleyman Bey başta olmak üzere tamamen kılıçtan geçirtir. Ustacluoğlu Muhammed’le Karahan’ın kardeşi olan Süleyman Bey’in kesik başını Padişah’ın katına gönderir. Aynı zamanda Diyarbekir civarında bulunan diğer savefilerin elinde bulunan kalelerde, o yıl içerisinde bir bir alınır. O sıralarda, memleketi safevilerce elinden alınıp, Şah İsmail tarafından zindan’a atılmış olan Hasankeyf Emiri Melik halil El-Eyyubî, zindandan kurtulduktan sonra memleketine gelerek önce Siirt’i safevilerden kurtarır. Ardından, İdris-i Bitlisî ve Bıyıklı Mehmed Paşa’nın tüm seferlerinde yanlarında bulunur. Mardin kalesinin zabtından sonra, Hısnkeyf’in tekrar zabtı için yardım ister. Bunun üzerine İdris-i Bitlisî, Osmanlı askerleri ve Kürt savaşçılardan oluşan büyük bir ordu ile Hısnkeyf’e yönelir. Yavuz selim’in emriyle, kuşatmayı bizzat komuta eder. Sonunda zafer elde edilir ve şehir kalesiyle birlikte zabtedilir. İdris-i Bitlisî, Melik Halil’i bizzat kendisi beylik makamına oturtur. Ve buranın işlerini düzene koyana kadar burada kalır. (Hoca Saadeddin, Tâcu’t-Tevârih, 1992:IV/248-258; Müneccimbaşı, 1975:2/ 477-479; Solakzâde,1297:382-383; Uğur, 1984; Selim Şah-Nâme, 2001; Göyünç,1991:15-34)


Mevlâna İdris, Kürdistan havalisini Osmanlılara iyice bağladıktan  sonra, 1517’de Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferine katılır. Padişah’ın Merc-i Dâbık Seferi sırasında Bıyıklı Mehmed Paşa Padişah’ın emriyle Diyarbekir’den gelerek bu sefere katılması istenir. Bıyıklı Mehmed Paşa’nın sefere iştirakiyle Diyarbekir ve çevresinin idaresi vekaleten İdris-i bitlisî’ye verilir. Merc-i Dâbık zaferinin ardından Bıyıklı Mehmed Paşa Padşah’tan izin isteyerek Diyarbekir’e avdet eder. Burada İdris-i Bitlisî’nin gördüğü teveccühü hazmedemeyen Mehmed Paşa, I. Selim’e bir mektup yazarak ya kendisinin ya da Mevlâna İdris’in Diyarbekir’den alınmasını talep eder.  Bunun üzerine padişah, İdris-i Bitlisî’ye kendi maiyyetine katılması konusunda emirnâme gönderir. Padişah Mısır seferi sırasında Şam’da iken İdris-i Bitlisî,  burada padişah’a mülâki olur. (Kırlangıç, 2001:1011; Bayrakdar,1991:10) Bu sefer sırasında da, padişah’a müşavirlik yapar, Mısır’ın zabtından sonra bura idaresinin yeniden inşasında fikirlerine başvurulur. Hatta Mısır’ın ne surette idare olunabileceğine dair Padişah’a bir layiha arzeder. Kahire’de bulunduğu sırada başta İbrahim Gülşenî olmak üzere birçok mutasavvıf ve alim ile mülâki olur. (Muhyî-yi Gülşenî, 1982:166,352-355)


İdris-i Bitlisî Mısır’ın fethinin akabinde Mısır’da kalır ve burada Hayâtu’l-Hayavân tercümesini tamamlayarak padişah’a sunar. Bunun yanısıra, Padişah’ın emriyle , Mısırın fethini konu alan bir Fetihnâme kasidesi kaleme alır. Bu Fetihnâme Selîm Şah-nâme adlı eserinde mevcuttur. (Kırlangıç, 2001: 11; İdris-i Bitlisî, Selîm Şah-Nâme, 2001:354-365)


Mısır’da kaldğı dönemda itibarlı bir mevkide olan Mevlâna İdris, Mısırdaki Osmanlı idarecileri ve Rumeli kazaskeri Zeyrekzâde’nin bazı haksız uygulamalarından rahatsız olan halkın şikâyet yeri olur. Kendisine pek çok şikâyet ulaşan İdris-i bitlisî, sonunda dayanamayarak sitem dolu bir kasideyi padişah’a sunar. Bu kaside karşısında onun bir câize beklentisi içine girdiği zehabına kapılan Sultan Selim ona bin altın flori bağışlar. Bu ödüle hiddetlenen, Mevlâna İdris bunu vezirler aracılığıyle padişah’a iade eder. Padişah’a bu iletilince, İdris-i Bitlisî’nin İstanbul’a gidecek donanmayla, geri dönmesini emreder. Bunun üzerine İdris-i bitlisî de donamayla İstanbul’a döner. (Hicabi Kırlangıç, 2001: 11-12) Oğlu Ebu’l-Fazl Mehmed Efendi, Selim Şah-Nâme’nin zeylinde bunu şöyle anlatır:


“ Bu gemiler Mısır’dan yükledikleri eşya ve mallarla tekrar asıl mekânları olan İstanbul’a yönelip ilâhîinâyet rüzgârıyla güven ve selâmet diyarına vardılar. Nazm:


Denizler ve karalar emriyle zabt edilince denizden ve karadan şer yok oldu.


Mısır ve Resid mallarıyla dolu selâmet yükü Mersa’ya ulaştı


İstanbul Mısır mallarıyla doldu, durumu anlatmaktan kâlem aciz kaldı


Kutlu donanmayla gönderilmiş olan merhum babam , ikbâl sahibi Sultan’ın birliklerinin Mısır ve Şam seferinin ardından saltanat diyarı İstanbul’a gelişine kadar günden güne artan devletin devamı için dua etmekle meşgul oldu. Sultan’ın hilafet diyarına gelişinden sonraysa türlü türlü iltifat ve şereflendirmelerle taltif edildi. (Selim Şah-Nâme, 2001:367)


İstanbul’a döndükten sonra kendini bir yandan ibadete veren diğer yandan, Hepşt Behişt’e ilâve olarak Selim Şah-Nâme’yi yazmakla meşgul olan İdris-i Bitlisî bu kitabını tamamlayamadan. Sultan I. Selim’in vefatından yaklaşık iki ay sonra vefat eder. Sultan I. Selim, 9 Şevval 926 tarihinde Cumartesi gecesi (22 Eylül 1520) şirpençe hastalığından vefat eder. (Müneccimbaşı, Erünsal Tercümesi, 1975:2/502; Selim Şah-Nâme, 2001: 61; Hoca saadeddin, Tâcu’t-Tevârih, 1992:IV/358-359; Solakzâde, 1297:424;). İdris-i Bitlisî ise, oğlu Ebu’l-Fazl’ın Selim Şah-Nâme’nin mukaddimesindeki kayda göre, 7 Zilhicce 926 (18 kasım 1520) tarihinde vefat etmiştir. (Selim Şah-Nâme, 2001:61). İdris-i Bitlisî, Eyüp Gümüşsuyu Bülbülderesi tarafında, kendi adıyla anılan İdris Köşkü nâm mevkide, kendi hayrı olan mektep ve çeşmenin karşısında yer alan, zevcesi Zeynep Hatun’un hayrı olan Camiin yakınında set üstünde defnedilmiştir. (Ayvansarâyî, Hadîka, 1281:1/263; Bursalı Mehmed Tahir, 1342:3/7) Bilahare yenilendiği anlaşılan üstüvânî şekildeki muahhar mezar şahidesinde şu kitâbe mevcuttur:


قطب العارفين

مرحوم و مغفور له

ادريس افندی

روحيچون الفاتحه



Kutbu’l-‘Ârifîn

Merhûm ve mağfûr leh

İdris Efendi 

Ruhiyçun El-Fatiha


(Kitâbede tarih yazılmamıştır) 


Bunların yanısıra İdris-i Bitlisî aynı zamanda üstün nitelikli bir hattat olup, Dîvânî, sülüs, nesih ve ta’lik yazılarında mahir idi. Hatta, Koca Mustafa Paşa-Sünbül Efendi Camiinin ana kapısının sol taraf kitabesini yazmıştır. Yanısıra, yine baş kapıda yazılı Arapça tarihi söylemiştir. (Ayvansarâyî, Hadîka, 1281:1/162, 263; Bursalı Mehmed Tahir, 1342:3/8; Bayrakdar, 1991:57,98)


İdris-i Bitlisî’inin birden fazla çocuğunun olduğu bilinmesine rağmen sadece biri tanınmıştır. Defterdar olan oğlu Ebu’l-Fazl Mehmed Efendi, Doğum tarihi bilinmeyen bu zât da babası gibi âlim olup şöhret bulmuştur. Genç yaşta ilmiye sınıfına dahil olan Ebu’l-Fazl Efendi 912 tarihinde Bursa Sultaniye Medresesi müderrisi Kâdî-yi Bağdâdî’ye mu’îd olur.  Kanunî Sultan Süleyman devrinde dîvân azâlığı ve Semendire, Tırhala, Yenişehir, Manisa ve Trablusuşşam’da kadılık yapmıştır.  nihayetinde de, 949/1542 tarihinde, İstanbul Rumeli defterdarlığına tayin olunmuştur. 974/1566-67 tarihinde de baş defterdar olur.  Üç yıl sonra Padişah’ın bir hükmüne karşı çıkarak istifa eder. Ömrünün geri kalanını denize nâzır evinde ilim ve ibâdetle geçiren Ebu’l-Fazl Mehmed Efendi bazı kaynaklara göre 982/1574-75 tarihinde vefat edip Tophane sırtlarında kendi nâmına yaptırdığı Camiin haziresine defn olunmuştur. (Muhyî-yi Gülşenî,1982:79,166; Peçevî, Tarih-i peçevî,1283:1/42; Bursalı Mehmed Tahir, 1342:3/8-9; Bayrakdar, 1991:12; Kırlangıç, 2001:24; Ayvansarâyî, Hadîka,1281:2/65;Şerefhan,Şerefnâme,1860:1/344; Öz,1997:2/19;Babinger,1992:106-17)


Çeşitli Kaynaklarda Ebu’l-Fazl’ın vefat tarihi ve defnedildiği yer konusunda çelişkili bilgiler yer almaktadır. Hadîkatu’l-Cevâmi’ vefat tarihini 971 olarak belirtmekte ve mezarının Tophane’deki camiinin ön tarafında yola nâzır olduğunu kaydetmektedir. 

(Ayvansarâyî, Hadîka,1281:2/65). Şekâik Zeyli ‘Atâî’de onun Cami ve türbesini bina ettikten sonra gördüğü rüya üzerine Hacc’a azîmeti esnasında 982 tarihinde Şam’da irtihal eylediği yazılmıştır. (Bursalı Mehmed Tahir,1342:3/8)


Ebu’l-Fazl Mehmed efendi de Babası, İdris-i Bitlisî gibi, Kürtçe ve Türkçe dışında Arapça ve Farsça’ya da tam bir vukufiyeti olduğundan, bu yönde eserler vermiştir. Çeşitli kaynaklarda 9 kadar eserinin ismi zikredilmiştir. Eserleri büyük bir bölümü tercüme olmak üzere Tefsir, Kelâm, Tarih, Tasavvuf, Şiir ve siyasetle ilgilidir.

Ebu’l-fazl Efendi babasının eksik kalan Selîm Şah-Nâme’sini 974/1567 senesinde tamamlamış, Farsça Osmanlı Tarihi olan 12 fasıl üzereTarih-i Ebu’l-Fazl’ı yazmıştır. Hüseyin Vâiz El-Kâşifî’nin tefsirini Türkçeye tercüme etmiştir. Bunun bir nüshası Süleymaniye (Es’ad Efendi) kütüphanesindedir.Cerîde-i Asâr Ve Harîde-i Ahbâr adlı Farsça Peygamberler ve Halifeler tarihi de olup, tercüme edilmiş bir nüshası Süleymaniye (Esad Efendi) kütüphanesi No: 2227’de yer almaktadır.(Ayvansarâyî, Hadîka,1281:2/65; Bursalı Mehmed Tahir, 1342:9;Bayrakdar,1991:12-14; Kırlangıç,2001:24-25) 


Ebu’l-Fazl Efendi, Tophane sırtlarında kendi nâmına bir de cami yaptırmıştır. Cami 961/1553 tarihinde Mimar Sinan’a yaptırılmıştır.Kesme taş duvarlı, Fevkânî, Ahşap çatılı ve İç kubbeli, Dikdörtgen planlı, son cemaat yeri ve tek şerefeli minareye sahip olan Cami 1912 yılında yangın geçirmiş. 1916’da yıkılmış. 1950’li yıllarda tamamen arsa haline gelen camiin haziresindeki mezarlar bu tarihlerde, sahilde yer alan Kılıç Ali Paşa Camiinin haziresine nakledilmiştir. Ebu’l-Fazl Efendi’nin mezar şahidesi de burada bulunmaktadır. Deftedar Ebu’l-Fazl Efendi’nin ölüm tarihi ve defnedildiği yer konusunda kaynaklarda ihtilaflar olup bazı kaynaklarda Defterdar Camii’ndeki şahidesinin tarihten hâli olduğu kaydedilse de, Kılıç Ali Paşa Camii haziresine nakledilen açık türbede yer alan Mezar şahidesinde Sene 961 Tarihi rahatlıkla okunabilmektedir.(Ayvansarâyî, Hadîka,1281:2/65;Mehmed Raif, Mir’ât,1314:367-368; Öz,1997:2/19;Öneş,1998:376;Ülgen, 1989:46,160). üstüvânî olan bu mezar şahidesindeki Kitâbe şu şekildedir:


هذه صاحب الخيرات والحسنات

المرحوم والمغفور له

ابوالفضل محمد افندينڭ

روحيچون الفاتحه

سنه ٩٦١


Hazihi  Sahibu’l-Hayrât Ve’l-Hasenât

El-Merhum Ve’l-Mağfur leh

Ebu’l-Fazl Mehmed Efendi’nin

Ruhiyçun El-Fatiha

Sene 961



Defterdar yokuşu, İtalyan Hastahanesi karşısında yer alan cami, son yıllarda, yeniden, asıl mimarisine uygun olarak ihya edilip ibâdete açılmıştır.     


Ebu’l-Fazl Efendi’nin iki yetişkin çocuğu, kendisi henüz hayatta iken denizde akıntıya kapılarak boğulur. Şerefnâme’ye göre, Ebu’l-Fazl’ın  bu iki çocuğu Fırtınalı bir günde, İstanbul yakasına geçmek için Galatadan gemiye binerler, ancak geminin batması sonucu, boğularak hayatlarını kaybederler. Bunu edebî bir dille ifade eden Şerefnâme’de bunlar hakkında manzum bir mersiye de yer alır. Şerefnâme’ye göre, Ebu’l-Fazlın başkaca erkek çocuğu bulunmadığından nesli kesilir (Şerefhan, Şerefnâme, 1860:1/344)



İdris-i Bitlisî’nin Eserleri


Mevlâna Hakimuddin İdris El-Bidlîsî, hayatı boyunca Arapça ve Farsça bir çok esr kaleme almıştır. Bu eserler, Tıp, Felekiyat, Kelam, Tasavvuf, Şer’î ilimler, Tarih ve Siyasetle ilgili eserler olmuştur. Bugün 26 adedi mevcut olduğu bilinen 29 eserinin varlığı tesbit edilebilmiştir.(Bayrakdar, 1991:50-52; Kırlangıç, 2001:15-21; Bursalı Mehmed Tahir,1342:3/7-8)  Bu eserlerin listesini şu şekilde verebiliriz:


1- El-Kenzu’l-Hafî Fi Beyan-i Makâmâti’s-Sûfî (Arapça, bilinen tek nüshası, Siirt Tillo’da Molla Burhan’ın özel kitaplığındadır.)

2- Tefsir, Bazı sure ve âyet-i kerîmelerin tefsiri olup, yegâne nüshası Diyarbakır İl Halk Kütüphanesi, No: 21 Hk 957/2’de bulunmaktadır. Kitabın serlevhasında bu nüshanın 923 Tarihinde İskenderiye seyahati esnasında, bizzat İdris-i Bitlisî’nin müsveddesinden naklen yazılıp, istinsah edildiği yazılmıştır.

3- Mir’atu’l-‘uşşak, Yavuz Sultan Selim’e ithaf edilmiştir. Farsça, Bir nüshası Süleymaniye (Es’ad Efendi) kütüphanesi No:1888/4’tedir.

4- Tuhfe-i Dergâh-ı ‘Âlî, Eserin varlığı bilinmemektedir.

5- Şerhu Fusûsi’l-Hikem, Muhyiddin-i ‘Arabî’nin Fusûsi’l-Hikem’i üzerine yazılmış bir şerhtir. Arapça, bilinen tek nüshası, Yine Tillo’da Molla Burhan’ın özel kitaplığındadır.

6- Şerhu’l-Hamriyye, Arapça, ünlü İbn Farız’ın El-Kasidetu’l-Hamriyyesine yazılmış bir şerhtir. Bilinen yegâne nüshası, Bitlis-Norşin (Güroymak)’de, Nureddin Mutlu’nun özel kitaplığındadır. 

7- Hakku’l-Mubîn Fi Şarhi Hakki’l-Yakîn, Farsça, Şeyh Mahmud Şebüsterî’nin Hakku’l-Yakîn adlı eserinin şerhidir. Bilinen tek nüshası, Süleymaniye 

     (Ayasofya) kütüp. No: 2338’dedir.

8- Münazaratu’s-Savm Ve’l-‘iyd, Farsça, Oruç ve Ramazan bayramı ile ilgili fıkhi bir eserdir. Yarı nesir yarı manzum haldedir. Eserin bir nüshası, Süleymaniye 

     (Es’ad Efendi) Kütüphanesi, No: 1888/5’tedir. Diğer bir nüshası ise, Bitlis-   Norşin (Güroymak)’ta Nureddin Mutlu’nun özel kitaplığındadır.

9- Şerhu Esrari’s-Savm min Şarhi Esrari’l-‘İbadîn, Arapça,Mekke’de olduğu yıllarda yazmış olup, Mısır Çerkes Sultanı Kansu Gavrî’ye sunmuştur. Bir nüshası Süleymaniye (Ayasofya) Kütüp. No: 1994’te kayıtlıdır.

10- Tercüme ve Tefsir-i hadis-i Erba’în, Farsça, Kırk hadis tercümesidir. Bilinen tek nüshası, Süleymaniye (Fatih) Kütüp. No: 791/1’de kayıtlıdır. 

11- Tercüme ve Nazm-ı Hadis-i Erba’în, Farsça, İdris-i Btlisî’nin ikinci Kırk hadis kitabıdır. İstanbul Üniversitesi Farsça Yazmalar Bölümü No:823Te ve Süleymaniye (Lala İsmail) Kütüp. No:30’da birer nüshası mevcuttur. 

12- Hâşiye ‘Ala Tefsiri Beyzâvî, Arapça, Kadı Beyzâvî’nin ünlü Tefsiri üzerine yazdığı bir haşiyedir. Eser II. Bayezid’e ithaf edilmiştir. Bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi Ayasofya bölümü, No: 303’tedir.

13- Risâle Fi’n-Nefs,Arapça, Nefs ve ruh konusunda yazılmış kelâma dair bir eserdir. Eserin bir nüshası, İngiltere Manchester’da John Rylands kütüphanesi No:385’te kayıtlıdır. Diğer bir nüshası ise, Bitlis-Mutki, Ohin (Yukarı Koyunlu) köyünde, Şeyh Alaadin Efendi özel kütüphanesindedir.

14- Şerhu Haşiyeti’t-Tecrîd, Arapça, Seyyid Şerîf-i Cürcânî’nin tecrîd Haşiyesi’ne yapılmış bir şerhtir. Bilinen tek nüshası, Bitlis, Norşin (Güroymak)’de, Nureddin Mutlu özel kitaplığındadır.

15- Münazara-i ‘Işk Ba ‘Akl, Farsça, Kelam-Tasavvuf konusunda bir eserdir. Bilinen tek nüshası, Beyazıd Devlet kütüphanesi, No:5863’tedir. 

16- Seyfu’ş-Şer’i’l-Meşhûr ‘Ala Şahi Ahmeri’r-Reisi’z-Zendîki’l-Meşhûr, Rafızîlere Reddiye, Arapça, Ahmed Rif’at Efendi, Lügât-ı Tarihiyye ve Coğrafiyye’de “Mezheb-i Revâfızı red zımnında güzel bir kitâb te’lif eylemiş ki “ diye ifade etmekte ve bugüne kadar bir nüshasına tesadüf edilmemişti. Ancak son yıllarda, Konya Yusuf ağa kütüphanesi, No: 6730’daki bir mecmua içinde bir nüshasına rastlanmıştır. Risale 12 yapraktan oluşmakta ve ta’lik olarak yazılmıştır. (Cilâcı, 1994:163-170)

17- Mir’atu’l-Cemâl, Farsça, Ahlak ve siyasetle alakalı olup, veciz sözlerle doludur. Eserin bir nüshası, Süleymaniye (Es’ad Efendi) kütüphanesi, No:1888/1’de bulunmaktadır.

18- Kânûn-i Şehinşâhî, Farsça, Mir’atu’l-Cemal gibi, siyaset ve ahlak konularını içermektedir. Kanunî Sultan Süleyman’a ithaf edildiğinden, hayatının son aylarında bittiği anlaşılmaktadır. Eserin bir nüshası Es’ad Efendi Kütüp. No:1888/2’de diğer bir nüshası da, Türk-İslam Eserleri müzesi, No:2087’de bulunmaktadır. İranlı araştırmacı, Hasan Tevekkülî’nin bu kitap üzerine bir doktora çalışması mevcuttur. Bu çalışmada, Kitabın Farsçası ile birlikte, Türkçe tercümesi de derc edilmiştir.

19- Risâle Der İbâhat-ı Eğânî, Farsça, İdris-i Bitlisî, Kanûn-i Şehinşâhî adlı eserinde, bu kitabına atıflarda bulunmakta ve burada, ûd, ney  gibi çalgılarla güzel seslerin mübah olduğunu savunduğunu belirtmektedir. Bu eserin herhangi bir nüshasına rastlanmamıştır.

20- El-İbâ’ ‘an Mevâki’i’l-Vebâ’ Diğer adıyla Risale fi’t-Tâ’ûn Ve Cevâzi’l-Firâr, Arapça, 917/1511-12 yılında yazıldığı metinde belirtilen eser, adında da anlaşıldığı gibi Veba hastalığı ile ilgilidir. Eserin bilinen beş nüshasından biri  Selim Ağa Kütüp. No: 12-72’de ikinci bir nüshası da, Süleymaniye (Şehid Ali Paşa) kütüphanesi, No: 2033/2’de, üçüncü nüshası Süleymaniye (Aşir Efendi) Kütüphanesi, No:275/3’de, dördüncü nüshası Süleymaniye (Esad Efendi) No: 1682/1’de, beşinci nüshası ise Konya Bölge Yazmalar (Burdur İl Halk) Kütüphanesi No: 15 Hk 1553/2 numarada kayıtlıdır. 

21- Tercüme-i Hayâtu’l-Hayavan, Farsça, Hayvan ilimleri ile alakalı bu eser, Mısırlı Kemâluddin Muhammed Bin Musa (Vefatı: 808/1406) ‘nın “ Hayâtu’l-Hayavân” kitabının Farsça tercümesidir. Müellif hattı ile olan nüsha Topkapı sarayı (Revan) Kütüphanesindedir. Diğer bir nüshası da, Süleymaniye 

     (Ayasofya) kütüphanesi, No:2912’dedir.

22- Risâle-i Bahâriye, Farsça, Kozmoloji ile alakalı bir eseridir. Akkoyunlu Sultanı Sultan Yakub’un son zamanlarında yazılmış olup, ona sunulmuştur. Eserin bilinen tek nüshası, Süleymaniye (Es’ad Efendi) kütüphanesi No: 1888/6’da kayıtlıdır.

23- Risâle-i Hazaniye, Farsça, Akkounlu sultanı Yakub ile birlikte, Azerbaycan’dan Erran’a yaptığı yolculuğu anlatan bir nevi seyahatnâme kitabıdır. Eserin bir nüshası, Süleymaniye (Es’ad Efendi) kütüp. No:1888/7’de kayıtlıdır.

24- Heşt Behişt, Farsça, İdris-i Bitlisî’nin tarihle ilgili yazdığı en önemli en mufassal eserdir. Sultan İkinci Bayezid devrine kadarki Osmanlı sultanlarının ve dönemlerinin tarihi anlatılır. Heşt Behişt, Farsça’da sekiz Cennet anlamına gelmektedir ki, II. Bayezid’e gelinceye kadar sekiz Osmanlı padişahına işaret eder. Eserin mukaddimesinde 908/1502 tarihinde, II. Bayezid’in kendisine, Osmanlı hanedanının ortaya çıkışından o güne gelinceye kadar tarihlerini yazmayı emrettiğini bildirir. Eser, her padişah için bir kitap olmak üzere sekiz Ketibeye ayrılmıştır. İdris-i bitlisî eseri 911/ 1505 tarihinde tamamlayarak Sultan İkinci Bayezid’e sunar. Ancak, sonradan ilavelerle eserin yazımını sürdürür. Esere son ilave II. Bayezid’in tahtı oğlu Selim Han’a bırakması olayı ile yapılmıştır. Eserin Türkiye ve yurt dışında bir çok nüshası bulunmaktadır. Müellif hattıyla olan nüshaları Süleymaniye (Es’ad Efendi) kütüphanesi, No. 2197, Nuruosmaniye Kütüphanesi, No:3209-3212 ve Topkapı Sarayı Kütüphanesi Hazine Kitapları, No: 1655’de  bulunmaktadır. Eserin sonunda ketebe kaydında, İdris-i Bitlisî kendi imza ve mührünü basmıştır. Eser Sultan I. Mahmud döneminde Sadrazam Hekimoğlu Ali Paşa’nın isteği ile Hâcegân-ı Dîvândan, Vanlı Abdülbâki Sa’dî Bin Ebibekr Vehbî Efendi tarafından Osmanlı Türkçesine çevrilmiş olup, bir nüshası, Süleymaniye (Hamidiye) kütüp. No:928’dedir. Diğer nüshaları da, Süleymaniye (Ayasofya) kütüp. No:3544 Ve İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphanesi Türkçe Yazmalar Bölümü No:430’da bulunmaktadır. 

25- Selim Şah-Nâme, Farsça, İdris-i Bitlisî bunu Heşt Behişt’e zeyl olarak kaleme almış, Sultan I. Selim devri anlatılmıştır. Ancak, İdris-i Bitlisî Yavuz Sultan Selim’in çok kısa bir süre ardından vefat ettiğinden bu eserini bitirememiş, eser eksik ve müsveddeler halinde kalmıştır. Daha sonra oğlu Defterdar Ebu’l-Fazl Mehmed Efendi eseri derleyip ilavelerle tamamlamıştır. Ayrıca, Heşt Behişt’e ve buna, “ Süleyman-Nâme” diye bir zeyl yazmıştır. Bu zeylin çeşitli kütüphanelerde nüshaları bulunmaktadır. Selim Şah-Nâme’nin bir nüshası Topkapı Sarayı (Revan) kütüphanesi No: 1540’ta, diğer bir nüshası da, Süleymaniye (Lala İsmail) kütüp. No:348/2’dedir.

26- Kasâid Münşeât ve Müraselât, Farsça, İdris-i Bitlisî’nin Sultanlar ve dğiğer devlet adamları hakkında yazdığı kasideler ve mektuplarını içerir. Eserin bir nüshası Süleymaniye (Es’ad Efendi) kütüp. No:1888/3’te kayıtlıdır.

27- Mecmua-i Münşeât, Farsça, İdris-i Bitlisî’nin döneminin , Akkoyunlu, Karakoyunlu, Timurlu ve Osmanlı sultanlarına diğer devlet adamlarına yazdığı mektupları içermektedir. Mektupların çoğu Mevlâna İdris’e ait olmasına rağmen bazıları da oğlu Ebu’l-Fazl’a aittir. Bu mecmua, İstanbul Üniversitesi kütüphanesi, Farsça yazmalar bölümü No: 906’da kayıtlıdır.

28- El-Münşeât, Türkçe, İdrisî Bitlisî’nin bilinen tek Türkçe eseridir. Eser ayrıca İdris-i Bitlisî’nin Türkçe mektuplarını da içerir. Eserin son bölümündeki mektuplar ise, oğlu Ebu’l-Fazl’a aittir. Eserin bilinen tek nüshası, Süleymaniye (Es’ad Ef.)Kütüphanesi, No:3879’dadır.

29- Mecmua-i Divân-ı Ve Menâkıb-ı Kâdî ‘İsa  Ve Şeyh Necmuddîn Mes’ud. İdris-i Bitlisî Mısırda iken bu her iki şahsın Farsça gazellerini bir araya getirp, birer dîvân haline getirip, ünlü Şeyh İbrahim Gülşenî’ye (Vefatı: Mısır 940) sunmuş, ancak şeyhin isteği ile bu her iki zâtın Farsça Menâkıbını da bunlara ekleyerek tekrar Şeyh İbrahim Gülşenî’ye sunmuş. Bu eserden sadece, Muhyî-yi Gülşenî’nin Şeyh İbarhim Gülşenî’nin Menâkıbında sözedilmektedir. Muhyî bu mecmuayı Mısır’da iken görüp mütalaa ettiğini yazmaktadır. (Muhyî-yi Gülşenî, Menâkıb-ı İbrahim Gülşenî, 1982:79-81) Eserin müellif hattı ile olan bilinen yegane yazma nüshası İBB Atatürk Kitaplığı, MC. K. 0121 ‘de bulunmaktadır.


(Bayrakdar; 1991:31-52; Kırlangıç, 2001:15-31; Babinger, 1992:51-55; Bursalı Mehmed Tahir,1342:3/7-8, Muhyi-yi Gülşenî, 1982:79-81)


Bunlardan başka, İdris-i Bitlisî’nin Topkapı Sarayı arşivinde bazı mektupları mevcuttur.   



İdris-i Bitlisî’nin Eyüp’teki Eserleri



İdrisi-i bitlisî ile ilgili birçok kaynakta, Eyüp civarındaki, İdris köşkünden söz edilmekte ve bu köşkün, İdris Köşkü caddesinde bugün halen mevcut olan mektebine bitişik olduğu tahmin olunmaktadır. Ancak köşkün niteliği, büyüklüğü konusunda elimizde bir bilgi bulunmamakta, sadece arkasında yer alan niyet kuyusundan söz edilmektedir. Evliya Çelebî bu köşkün, mesireyeri ve namazgâh’ın Şeyh İdris adlı bir Bayramî Şeyhi tarafından yaptırıldığını kaydetmektedir:


“ Bânisi, Bayramiyye Tarîkati şeyhlerinden Şeyh İdris adlı azizdir. Güzel bir tekke yaptırmış idi ki, tarîkat yârânı ve dervişler orada toplanıp safâ ederlerdi. Fakat, Sultan Mustafa Hân’ın tahata culûsu ile bu şeyhi dinsiz, Allahsız deyu ittiham ederek tekke ve otâğını harâb etdiler. Hâla birkaç güzel çınar ağaçları, çimenlikleri, Namazgâh seddi, tatlı su çeşmesi, büyük havuzu durur. İdris köşkü derler, güzel bir mesîre yeridir. “ (Evliyâ Çelebî, Seyahatnâme, Cilt 1.)


Ancak Evliyâ Çelebî’ burada İdris-i Bitlisî’yi  Bayramî-Melâmiliğin önde gelenlerinden ünlü İdris-i Muhtefî ile karıştırmıştır. Melâmiyye’nin ikinci devresinin en önemli şeyhlerinden olan İdris-i Muhtefî aslen Tırhala’lı olup, asıl adı Hacı Ali Bey’dir. Şeyh Hüsamuddin-i Ankarâvî’nin halifelerindendir.  Sonradan İstanbul’a gelip Yavuz Selim Camiinin yakınında bir konağa yerleşmiştir. Burada İdris adını almıştır. Melâmet meşrebliği dolayısı ile kimliğini gizlemeyi başarmış. Hatta vefat edinceye Kadar tabilerinden başka kimse, İdris’in, Hacı Ali Bey olduğunu öğrenememiştir. Bu yüzden ona gizli, gizlenmiş anlamına gelen Muhtefî sıfatı verilmiştir. Tarikattaki, Melâmî meşrebi dolayısıyle, yine Sultan Selim semtinde Şeyh Yavsî Tekke’sinin şeyhi ünlü Abdülmecid Sivasî ile mücadeleleri olmuş. Şeyh Abdülmecid Sivasî, onu ve müridlerini zındık olmakla suçlamıştır. Çeşitli eserlerinde onu yermiştir.

(Gündoğdu,2000:123-134).  Melâmilikte, Tıflî Ahmed Çelebî, Sarı Abdullah Efendi gibi ünlü kimseleri yetiştiren, İdris-i Muhtefî, 1024/ 1615 tarihinde vefat etmiş olup, kabri Kasımpaşa tersane arkasında Kulaksız’a çıkan yokuşun başlarında sağ tartafta müstakil sofa üzerindedir. Aynı zamanda okçulukla da şöhret bulan İdris-i Muhtefî’nin Okmeydanı’nda bir nişan taşı da vardır.

(Gölpınarlı, 1931/1992:123-137;Mehmed Raif,1314:543-544; Bursalı Mehmed tahir, 1342: cilt. 1; Sâdık Vicdânî, 1995:41-44)


M. Nermi Haskan’a göre ise, Köşk, Sibyân mektebinin sol tarafında yer alan İdris-i Bitlisî’ çeşmesinin arkasında imiş. (Haskan, 1996:356) Bugün bu yerde, Sultan III. Osman’ın kadınlarından Zevkî kadın’ın 1182/1768’de yaptırdığı bir namazgah, 997/1588 tarihli Mevlevî İskender Dede’nin Mevlevî sikkeli mezar şahidesi,  IV. Murad’ın Mirahur-ı evveli Ali Ağa ve aile efradının mezarları bulunmaktadır. İdris Köşkü caddesi üzerinde, Mektebin sağ ilerisinde ise, Nahilbend Hasan Ağa türbesi ve Çolak Hasan ağa tekkesi mevcuttur. Türbe, çeşitli yerlerde hayratı olan, Sultan Ahmed civarındaki Nakilbend camiinin de bânisi olan Hasan Ağa’ya aittir. Muntazam kesme taştan yapılmış olan Türbe, iki bölümden oluşur. Sağ tarafında şahidesiz kabir, sol tarafında ise küçük bir mescid-çilehane yer almaktadır. Türbe’nin kabir tarafındaki hacet penceresi üstünde şu kitâbe mevcuttur:


Türbe-i Nahilbend Merhûm Ve Mağfûr

El-Hacc Hasan Ta’mîr Tarih(i) Sene 1186/1772


Bitişiğinde ise, Sultan III. Mustafa zamanında yaptırılmış olan Halvetî Şeyh Çolak Hasan Efendi tekkesi vardır. Çolak Hasan Efendi Ruslarla olan bir savaşta parmaklarını yitirdiğinden bu lakapla anılmıştır. Sultan I. Abdülhamid devrinin başlarında, 1185/1771’te  vefat etmiş olup, Kaşgarî tekkesinin yukarısında medfundur. Kendi zamanında tekke binası yangın geçirmiş olup, yeniden inşa edilmiştir. Yerine oğlu Şeyh Hafız Mehmed Rıza Efendi postnişîn olmuştur. Rıza Efendi 1213/1798 Cemaziyelahirinde vefat etmiş olup babasının yanına defnedilmiştir. Bundan sonra tekke’de, 1925’e kadar dört postnişîn daha gelmiş, tekke bilahare Nakşibendî tekkesi olmuş. Son şeyh’in adı ise Hasan Efendidir.

(Ayvansarâyî, Hadîka, 1281:1/264; Zâkir Şükrî, 1980:51; Özdamar, 1994:26-27; Haskan,1996: 103,199). Tekke’nin selamlık kısmı, son tadilatlarda yıktırılmış olup, sadece türbenin arkasında yer alan harem dairesi ayakta kalmıştır.


Çolak Hasan Efendi tekkesinin arkasında 1230/1815 tarihinde, Mevlevî Dolancı Derviş Mehmed Efendî tarafından bir Mevlevîhane inşa ettirildiği sonra ise yıkıldığı Hadîkatu’l-Cevâmi’de kitabı neşreden Ali Sâtı’ Efendi tarafından kayıt düşülmüştür:


“ Ve bunu tekyesine karîb mahalde, Tarîk-i Mevleviyye’den Dolancı Dervîş Mehmed 1230 tarihinde bir Mevlevîhâne binâ etmiş ve kendine Konya’dan şeyhlik getirtmiş idi. Lâkin, Âsitâne-i ‘Aliyye’de olan şeyhler mu’araza ettiklerinden bir vechile semâ’ ve âyîn-i Mevleviyyeden bir nesneye kâdir olamayıp hâli üzerine terk etmekle tedrîcle münhedim oldu. Şeyh-i mezbûr 1240 tarihinde vefat edip Kasımpaşa Mevlevîhânesi mezaristanında medfundur. “ (Ayvansarâyî, Hadîka, 1281: 1/265) . Ancak, Burada 997 tarihli Mevlevî İskender Dede’nin kabrinin bulunması, ayrıca, 4 Cemaziyelevvel 1207 tarihli bir istidanâmeye bakılırsa burada bir mevlevîhane’nin çok eskiden beri varolduğu tesbit edilmektedir. (Haskan, 1996:104) 


İdris-i  Bitlisî, burada köşk dışında, Sibyân mektebi ve bir çeşme de yaptırmıştır. 

Mektep, kitâbesi bulunmadığından inşa tarihi tesbit edilememiştir. Ancak, İdris-i Bitlisî’nin vefat tarihi olan 7 Zilhicce 926/18 Kası 1520 tarihinden önce yapılmış olması gerekir. Ancak bu mektep, Sultan IV. Murad’ın mirâhur-ı evveli olup, 25 Zilhicce 1035/17 eylül 1626 tarihinde attan düşerek vefat eden Ali Ağa tarafından müceddeden tamir edildiği için, Attan Düşen Ali Ağa Mektebi olarak da anılmıştır.  

Fevkânî olan mekteb binası, muntazam kesme taştan yapılmıştır. Saçakları kesmetaş silmelidir. Mektebin avlusuna, cadde üzerinde yer alan kemerli bir kapıdan girilir, buradan merdivenle üst kattaki dershâneye çıkılır. Alt pencereleri mermer sövelidir. (Haskan,1996:313-314; Kut, 1997:3/353). Mektep binası son düzenlemelerde belediyece restore edilmiş, İdris Köşkü’nün bulunduğu mahalde de, Köşk tarzında, ahşap kaplamalı binalar inşa edilmiştir. 


Mektebin sol tarafında ise İdris-i bitlisî’nin çeşmesi bulunmaktadır. Çeşmenin sol tarafında ise Çeşme Üstü çıkmaz sokağı yer almaktadır. Çeşmenin yine sağ tarafında eski ulu bir çınar, sol bitişiğinde ise bir çoban çeşmesi bulunmaktadır. Kesme taştan ve klasik Osmanlı mimarisinde yapılmış olan çeşmenin haznesi büyük olup, kitabesi kaybolmuş olduğundan yeri boştur. Zamanla harap olan çeşme, 1285/1868 tarihinde Sultan Abdülaziz’in cariyelerinden Rayet Keşan Kalfa tarafından onarılmış ve onun ismiyle anılmaya başlamıştır. Çeşme, 1958’de Türkiye Anıt Çevre Turizm Değerlerini Koruma Vakfı tarafından yeniden onarılmış, son olarak da 1996’da belediyece onarılmıştır. (Haskan, 1996:404; Tanışık,1943:1/272)


Bu mektebin ve çeşmenin karşı tarafında ise Kerim Ağa sokakta, Gümüşsuyu caddesine yakın , İdris-i Bitlisî’nin zevcesi Zeynep Hatun’un yaptırdığı cami bulunmaktadır. Tahsin Öz’ün kaydına göre cami, 945/1538 tarihinde Zeynep Hatun tarafından yaptırılmıştır. (Öz, 1997:1/158).  Hadîkatu’l-Cevâmi’e göre:


“ Mescid-i mezbûrun minberini Eyyub’de vâki’ Arpacı Mescidi’nin imamı bulunan Şeyh Abdullah Efendi vaz’eylemiştir.” (Ayvansarâyî, Hadîka, 1281:1/264)


Cami, 1203/1788 ve 1258/1842 tarihlerinde tamir geçirmiş ve bu tamirlere dair manzum kitabeler konulmuştur. Bu kitâbeler, son cemaat mahalli duvarında bulunmaktadır. Son olarak 1985’te yapılan restorasyonda cami duvarlarları ve kesme taşlı minare beton ile sıvanmış olup yeşile boyanmıştır. Cami kesme taştan yapılmış olup kare planlıdır. Kadınlar mahfeli, minber ve  tavanı ahşaptır. Sade olan mihrabı dışa çıkıntılıdır. Dar yolda yolun şekline uyulması için minare mihrap yönünde camiden ayrı olarak yapılmıştır. 1985’teki restorasyonda, son cemaat mahallinin önüne beton bir bölüm daha ilave edilmiştir. Camiin ön tarafındaki küçük hazire bu restorasyon sırasında cemaat tarafından yok edilmiştir. 


Cami ve mekteple ilgili olarak Başbakanlık Osmanlı Arşivinde şu iki belgeyi tesbit ettik:


BOA

Y.MTV

53/22

05/M/1309


Hazîne-i Hassa-i Şâhâne

Aded: 425


Devletlu Efendim Hazretleri,


Eyyub civârında Gümüşsuyu’nda Akşemseddîn Hazretlerinin evlâdından Zeyneb Hâtun’un  binâ eylediği mescid-i şerîf ile ittisâlindeki sıbyân mektebinin muhtâc-ı ta’mîr olduğundan ve vâridât-ı vakfiyesi olmadığından bahisle icrâ-yı ta’mîri istid’asını hâvî ahâli-yi mahalle tarafından tanzîm ve takdîm kılınan ‘arzıhâl manzûr-ı ‘âlî buyurularak mezkûr mescid-i şerîf ile mektebin hazîne-i hassa-i şâhâneden ta’mîri irâde ve fermân buyurulması üzerine hazîne-i hassa-i şâhânece lede’t-tahkîk bunların ta’mîri on sekiz bin (18000) kuruşa mütevakkıf olduğu gibi mescid-i şerîfin vakfı dahi bulunduğu evkâf-ı hümâyun nezâret-i celîlesiyle bi’l-muhâbere anlaşılmış olduğundan ta’mîrât-ı mezkûrenin merca’iyyeti hasebiyle emsâli misillu evkâf-ı hümâyun hazînesince icrâsı muvâfık-ı maslahat görünmüş olmasına nazaran emr u fermân-ı hümâyun-ı cenâb-ı pâdişâhî her ne vechile şerefsunûh buyurulur ise mantûk-ı münîfinin evkâf-ı hümâyun nezâret-i celîlesine tebliği ile sûy-i ‘âcizîye dahi ma’lûmât i’tâsı bâbında emr u fermân hazret-i men lehu’l-emrindir.

Fi 5 Muharrem Sene 1309 Ve Fi 20 Temmuz Sene 1307


Nâzır-ı Hazîne-i Hassa: (İmza)



Y.PRK.AZJ

25/27

29/Z/1310


Cenâb-ı Hâlik-i Semavât Ve Zemîn Nûr-ı Nübüvvet-i Fahri’l-Mürselîn Hürmetine Kuuratu’l-‘Ayn-ı Mü’minîn Olan Pâdişahımız Efendimiz Hazretleri Serîr-i Saltanatda Dâim Buyursun Âmîn.


Civâr-ı Ebî Eyyûb El-Ensârî’de Gümüşsuyu nâm mahalde Cennet-mekân Firdevs-âşiyân Ebu’l-Feth Sultân Muhammed Hân hazretlerinin hâcesi Akşemseddîn hazretlerinin ahfâdından merhûme Zeyneb Hâtun’un müşrif-i harâb bir câmi’-i şerîfiyle ittisâlindeki mektebin ta’mîr ve ihyâ buyurulması hakkında taraf-ı zîşeref-i cenâb-ı tâcdârîlerine üç yüz altı (1306) senesi bir mazbatamızı takdîme ictisâr eylediğimiz gibi ta’mîr ve ihyâ buyurulması içün de irâde-i ser-merhamet-i hazret-i şehriyârîleri şeref-sunûh ve sudûr buyurulmuş ise de evk3af-ı hümâyundan câmi’-i mezkûrun vakfı olmadığı içün ve hzîne-i hassa-i şâhâneden keşf olunarak elân bir semere zuhûr etmediği ve câmi’-i mezkûr ve mekteb ise münhedim olmak derecesine resîde olduğu ve mahall-i mezkûrun yakınında başka câmi’ ve mekteb olmadığından ahâli kullarının evkât-ı hamseyi cemaatle kılamadıkları gibi sıbyânın uzak uzak mekteblere gidip gelmede meşakkatden halâs ve lâyu’add ve lâyuhsa olan bunca hayrât müberrât-ı şâhâneleri sırasına konulmak üzere hazîne-i hassa-i şâhâneden olan keşf mucebince ta’mîr ve ihyâsına irâde-i merâhim’âde-i cenâb-ı sehinşâhîlerinin şeref-sunûh ve sudûr buyurulması niyâzında ve kâtıba-i ahvâlde emr u fermân ve lütf-i bîpâyân şevketlu mehâbbetlu kudretlu ‘azametlu pâdişâhımız pâdişâh-ı …..efendimiz hazretlerinindir.


Mühürler:


Es-Seyyid Mehmed Âşir  Mehmed Bin Mustafa  Es-Seyyid Mehmed  Mehmed  Derviş Ali 

Eyyub İdris Kşkünde Zeyneb Hâtun Mahallesi Muhtâr-ı Sânîsi  Eyyub İdris Köşkünde Zeyneb Hatûn Mahallesi Muhtâr-ı Evveli Mehmed  Eyyub’de İdris Köşkünde Zeyneb Hâtun Mahallesi İmamı Selîm  


Arşivdeki kayda göre, 1890-91 tarihlerinde gerek mescid gerekse mektep harabeye yüz tutmuş olup, tamiri istenerek bu yönde arzıhaller verilmiş.


Camiin aşağı tarafında ise, Türbe sokağının sol başında set üstünde, Zeynep Hatun’un demir parmaklıkla çevrili harap halde duran açık türbesi bulunmaktadır. Zeynep Hatun’un kabir şahidesi kaybolmuş olduğundan, kitabe ve tarih bulunamamakta ,bu yüzden vefat tarihi tesbit olunamamaktadır.Zeynep Hatun’un kabri yanında ise, ikisi şahideli olmak üzere üç kişinin daha kabri bulunmaktadır. Yine aynı yerde kitabesiz bir kuyu bileziği de mevcuttur. Bunun ilerisinde ise set üstünde, yukarıda sözkonusu ettiğimiz İdris-i Bitlisî’nin harap haldeki kabri mevcuttur. Harap halde duran bu kabirlerin mutlaka onarılıp korumaya alınması gerekmektedir. 


Bu kabrin ilerisinde sekiz yolun birleştiği yerde, Gümüşsuyu Deresi sokağı karşısındaki meydanlık alanda, 63. pafta, 319. ada, 5. parselde yer alan,yine Zeynep Hatun tarafından yaptırılan çeşme ve Namazgâh vardır. Çeşme muntazam kesme taştan yapılmış olup, teknesi toprağa gömülmüştür.Kitâbe mevcut değildir. Üzerinde yer alan iki taş konsol burada taş bir balkonunun bulunduğunu belirtmektedir. Gümüşsuyunun aktığı bu çeşmeden çinko kaplara su doldurulup mühürlenerek Topkapı Sarayı’na gönderilirmiş. Çeşmenin arkasındaki düz ve ağaçlı saha namazgâh mesiresi olup, namazgâh taşı kaybolmuştur. 

(Haskan,1996:417;Özdamar,1988:226)  




Bibliography


Abdülkerîm Muhammed El-Müderris, 1403/1983. ‘Ulemâuna Fi Hidmeti’l-‘İlmi Ve’d-Dîn, Dâru’l-Hurriyye, Bağdat


Akakuş, Recep, 1973. Eyyûb Sultan Ve Mukaddes Emanetler, Fatih Yayınevi Matbaası, İstanbul


Allouche, Adel, 1983. The Origins and Development of the Ottoman-Safavid Conflict, Klaus Schwarz Verlag, Berlin


Asrar, Dr. Ahmet, 1972. Kanunî Sultan Süleyman Devrinde Osmanlı Devletinin Dini Siyaseti Ve İslâm Âlemi. Büyük Kitaplık, İstanbul


Ayvansarayî, Hafız Hüseyin, 1281. Hadîkatu’l-Cevâmi’, Cilt 1-2, Matbaa-i ‘Âmire, İstanbul


Ayvansarâyî, Hafız Hüseyin, 1985. Mecmu’a-i tevârîh, Hazırlayanlar: Fahri Ç. Derin-Vâhid Çabuk, İstanbul Üniv. Ed. Fak. Yayınları, İstanbul 


Ayverdi, Ekrem Hakkı, 1955. Hüsrev Paşa Türbesi, İstanbul Enstitüsü Dergisi I. İçinde, Shf. 31-38, İstanbul Matbaası, İstanbul


Babinger, Franz, 1992. Osmanlı Tarih Yazarları Ve Eserleri, Çeviren: Prof. Dr. Coşkun Üçok, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara


Bayatlı, Nilüfer, 1999. XVI. Yüzyılda Musul Eyâleti, Türk Tarih Kurumu yayınları, Ankara 


Bayrakdar, Mehmed, 1991. Bitlisli İdris, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara


Beysanoğlu, Şevket,1996. Anıtları Ve Kitâbeleri İle Diyarbakır Tarihi,2 Cilt, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Yayınları, Yapım:MN Tanıtım-Ankara 


Bursalı Mehmed Tahir, 1342. Osmanlı Müellifleri, Maarif Vekâleti Neşriyatı, 3 cilt, Matbaa-i ‘Âmire, İstanbul


Bruinessen, Martin van, 1992. Agha, Shaikh and State, The Social and Political Structures of Kurdistan, Zed Books Ltd. London


Bruinessen, Martin van, 2000. Mullas, Sufis And Heretics: The Role Of Religion In Kurdish Society, The Isis Press, İstanbul


Celâlzâde Mustafa, 1990. Selîm-Nâme, Hazırlayanlar: Prof. Dr. Ahmet Uğur- Mustafa Çuhadar, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara


Cilâcı, Osman (Yrd. Doç. Dr.), 1994. Anadolu’da Kızılbaşlık Hareketine Dair Meçhul Kalmış Bir Eser, Selçuk Üniv. Sosyal Bil. Ens. Dergisi, Sayı 3 içinde, Shf. 163-170


Çakmaklıoğlu, M. Mustafa, 2001. Hüsameddin Bitlisî, Tasavvuf Dergisi, Yıl 2, sayı 5


Fırat, M. Şerif, 1970. Doğu İlleri Ve Varto Tarihi, Kardeş Matbaası, Ankara


Gökbilgin, M. Tayyib, 1952.  XV.-XVI. Asırlarda Edirne Ve Paşa Livâsı, Vakıflar-Mülkler-Mukataalar, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınlarından No. 508, Üçler Basımevi, İstanbul


Gölpınarlı, Abdülbâki, 1931/1992. Melâmîlik Ve Melâmîler, Tıpkıbasım, Gri Yayın-Pan Yayıncılık, İstanbul


Göyünç, Nejat, 1991. XVI. Yüzyılda Mardin Sancağı, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara


Gündoğdu, Cengiz, 2000. Abdülmecîd Sivâsî, Hayatı-Eserleri Ve Tasavvufî Görüşleri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara


Haskan, Mehmet Nermi, 1996. Eyüp Sultan Tarihi, Eyüp Sultan Vakfı Yayınları, İstanbul 


Haydar Çelebî, Haydar Çelebî Ruznâmesi, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul


Hulvî, Mahmud Cemaleddin,1993. Lemezât-ı Hulviyye Ez Leme’ât-ı ‘Ulviyye, Hazırlayan: Mehmed Serhan Tayşi, Marmara Üniv. İlâhiyat Fak. Vakfı Yayınları, İstanbul 


Hoca Saadeddin Efendi, 1992. Tâcu’t-Tevârîh, Hazırlayan: İsmet Parmaksızoğlu, I-V Ciltler, Kültür Bakalığı Yayınları, Ankara


Hüsamuddin Ali El-Bidlîsî, Kitâbu’n-Nusûs, Süleymaniye (Şehid Ali Paşa) Kütüphanesi  No:1437


Hüseyin Vassaf, 1999. Sefîne-i Evliyâ, Seha Neşriyat, 2. Cilt, İstanbul


İbn Bezzaz, Tevekkülî Bin İsmail, Safvetu’s-Safâ, 896/1491.Süleymaniye (Ayasofya) Kütüphanesi, No: O.3099  


İdris-i Bidlîsî, 911. Heşt Behişt (İlk Sekiz Padişahın tarihi) , Müellif Hattı-Yazma, Süleymaniye (Es’ad Efendi) Kütüphanesi No: 2197


İdris-i Bidlîsî, 2001. Selim Şah-Nâme, Hazırlayan: Hicabi Kırlangıç, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara


Kut, A. Turgut, 1997. İstanbul Sıbyan Mektepleriyle İlgili Bir Vesika, İstanbul Arrmağanı 3 İçinde, Shf. 347-374


Lami’î Çelebi, Nefehatu’l-Üns Tercümesi,1275. Dâru’t-Tabaati’l-‘Âmire, İstanbul 


Mehmed Raif, 1314. Mir’ât-ı İstanbul, İstanbul


Muhyî-yi Gülşenî, 1982. Menâkıb-ı İbrâhîm-i Gülşenî, Yayınlayan: Tahsin yazıcı, T. T. K. Yayınları, Ankara


Müneccimbaşı, Ahmed Dede Bin Lütfullah, Müneccimbaşı Tarihi, Türkçe Tercüme: İsmail Erünsal, Tercüman 1001 Temel Eser: 37, İstanbul


Müstakîmzâde, Süleyman Sa’deddin Efendi, 2000. Mecelletü’n-Nisâb, Tıpkıbasım, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara


Öneş, Ethem Ruhî, 1998. İstanbul’un Tarihî Mescid Ve Camileri, İstanbul Yayıncılık, İstanbul


Öz, Tahsin, 1997. İstanbul Camileri, 3. Baskı, T. T. K. Yayınları, Ankara


Özdamar, Mustafa, 1988. Namazgâhlar, Vakıflar Dergisi, XX. Sayı İçinde, Shf. 221-248


Özdamar, Mustafa, 1994. Dersaâdet Dergâhları, Kırk Kandil Yayınları, İstanbul


Onarlı, İsmail, 2000. Şah İsmail, Can Yayınları, İstanbul


Peçevî İbrahim Efendi, 1283. Tarîh-i Peçevî, 2 Cilt, Matbaa-i ‘Amire, İstanbul 


Sâdık Vicdânî, 1995. Tarikatler Ve Silsileleri, Yayına Hazırlayan: Doç Dr. İrfan Gündüz, Enderun Kitabevi, İstanbul


Sevgen, Nazmi, 1968-1970. Kürtler, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Makaleler Dizisi


Solakzâde, Mehmed Hemdemî, 1297. Solakzâde Tarihi, Mahmud Bey Matbaası, İstanbul


Sözen, Metin, 1971. Diyarbakır’da Türk Mimarisi, Diyarbakırı Tanıtma VeTurizm derneğiYayınları, İstanbul


Şemseddin Sami, 1306. Kâmûsu’l-A’lâm, Cilt 2., Mihran Matbaası, İstanbul


Şerefhan, Şerefuddîn El-Bidlîsî, 1860. Şerefnâme, Farsça metin, Publeé Par V. Véliaminof-Zernof, St. Pétersbourg


Şerefhan, Şerefuddîn El-Bidlîsi, 1078. Şerefnâme, Türkçe Tercüme: Muhammed Bin Ahmed Beg, Osmanlıca Yazma, Taksim Atatürk Kitaplığı, Muallim Cevdet Yazmaları No: O.29 


Şerefhan, Şerefuddîn El-Bidlîsî. 1958, Şerefnâme, Arapça tercüme: Muhammed Ali Avnî, Dâru İhyâi’l-kutubi’l-‘Arabiyye, Kahire


Taşköprülüzâde, ‘Usamuddin Ebu’l-Hayr Ahmed Efendi, 1985. Eş-Şekâik En-Nu’mâniyye Fi ‘Ulemâi’d-Devleti’l-‘Osmâniyye, Neşreden: Ahmed Subhi Furat, İstanbul Üniversitesi-Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul


Tavakkoli, Mohammad Raouf, 2000. The History Of Mysticism In Kurdistan, Intişarât Tavakkoli, Tehran-Iran


Tuncer, Orhan Cezmi,1996. Diyarbakır Camileri, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Yayınları, MN Tanıtım-Ankara


Türkiye’de Vakıf Abideler Ve Eserler, 1977. Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara 


Uğur, Ahmet, 1984. The Reign Of Sultan Selîm In The Light Of The Selîm-Nâme Literature, Klaus Schwarz Verlag, Berlin


Ülgen, Ali Saim,1989. Mimar Sinan Yapıları (Çizimler), T. T. K. Yayınları, Ankara


Yiğitbaş, M. Sadık. 1950. Kiğı, Cemal Azmi Matbaası, İstanbul


Yüksel, Müfid, 1995. Ana Hatlarıyla Alevîlik Ve Bektâşîlik, Yayınlanmamış Araştırma.


Yüksel, Müfid, 2002. Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin, Bakış Yayınları, İstanbul

 

Zâkir, Tabibzâde M. Şükrî Efendi, 1980. Mecmua-i Tekâya, Typoskript: Mehmet Serhan Tayşî, Klaus Kresier, Klaus Schwarz Verlag, Freiburg 

                                                                                                         



Sultan II.Bâyezîd Devrine ait 909/1504 tarihli Saray Defterinde, İdris-i Bitlisî'nin babası Mutasavvıf, Füsus Şârihi Hüsâmeddin Ali El-Bitlisî'nin Vefat Tarihini bildiren tâziye kaydı.


تعزيه


تعزيه به مولانا ادريس منشی

كه در ولايت عجم پدرش متوفّی شد

فی ١٣ شعبان سنه ٩٠٩


"Tâziye


Münşî İdris-i Bitlisî'ye 13 Şa'ban 909'da Acem vilâyetinde vefat eden babasından dolayı tâziye edilmesi."



Mevlânâ Hakimuddin İdris El-Bitlisî, Mutasavvıflardan ve Nurbahşiyye tarikatının önde gelenlerinden Hüsamuddin Ali El-Bitlisî’nin oğludur. İdris-i Bitlisî’nin babası Hüsamuddin Ali El-Bitlisî Nurbahşiyye’nin kurucusu Seyyid Muhammed Nurbahşî’nin (vefatı:869/1465) halifelerindendir. Diğer taraftan ise silsilesi Yasir Ammar El-Bitlisî’ye ulaşmaktadır. Yasir Ammar El-Bitlisî, Ebu Necîb Es-Sühreverdî’nin (Vefatı:583) halifelerinden olup, aynı zamanda Harezmli Necmuddin-i Kübra’nın şeyhidir (Vefatı:618). Hüsamuddin Ali El-Bitlisî 13 Şa’ban 909/31 Ocak 1504 tarihinde  Bitlis’te vefat etmiş olup, Zeydan (Kosor) Mahallesindeki halen mevcut olan Şeyh Ebu Tahir-i Kürdî türbesine defnedilmiştir.  Çeşitli eserleri mevcut olan Hüsamuddin Ali El-Bitlisî’nin en önemli eserleri, “İrşâdu Menzili’l-Küttab” adlı iki büyük ciltten oluşan tefsiri, Kitâbu’n-Nusûs, Abdürrezzak Kâşânî’nin “ İstılahâtu’s-Sufiyye” sine yazdığı şerh ile, Şebüsteri’nin Gülşen-i Râz’ına yaptığı şerhtir. Bunların birer nüshaları, Edirne Sultan Selim Kütüphanesi, Manisa Muradiye Kütüphanesi, Süleymaniye (Şehid Ali Paşa) kütüphanesi” ve Üsküdar Selimiye Kütüphanesindedir. Tasavvufi görüşlerini daha çok Kitâbu’n-Nusûs’ta ifade etmiştir.(Lami’î Çelebî, Nefehatu’l-Üns Tercümesi, 1275:474-475; Muhyî-yi Gülşenî, 1982:41,126; Şerefhan, Şerefnâme, 1860:1/342; Hulvî,Lemezât-ı Hulviyye, 1993:259-265; Bursalı Mehmed Tahir efendi, Osmanlı Müellifleri, 1342:1/105-106; İdris-i Bitlisî, Selim-Şahnâme, Terc. Hicabî Kılangıç, 2001:5., Bitlis il yıllığı, 1971:106; Türkiyede Vakıf Abideler Ve eserler,1977:2/191, Müstakîmzâde, Süleyman Saaduddin, Mecelletu’n-Nisâb,1210/2000: ypr.133; Gökbilgin,1952:480; Çakmakoğlu, 2001:253-266)   



Sultan II. Bayezid devrine ait 909 Muharreminden başlayan bu saray defterinde, 13 Şa’ban 909/31 Ocak 1504 tarihinde vefat eden babasından dolayı İdris-i Bitlisî’nin ta’ziye edildiği kaydı mevcuttur. (İBB Taksim Atatürk Kitaplığı, Muallim Cevdet Yazmaları, O. 71; Gökbilgin, 1952:480) Bu kayıttan Husamuddîn Ali El-Bitlisî’nin vefat tarihi tam olarak tesbit edilmektedir. Bursalı Mehmed Tahir’in Osmanlı müelliflerinde belirttiği 900/1495 tarihi’nin ise doğruyu yansıtmadığı görülmektedir. (Bursalı Mehmed Tahir Efendi, 1342:1/105-106)                                                          














Yorumlar

  1. Allah razı olsun hocam çok istifade ediyoruz çalışmalarınızdan

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar