Şêx Ehmedé Xanî/Şeyh Ahmed El-Hânî
Şêx Ehmedé Xanî/Şeyh Ahmed El-Hânî
Giriş
Günümüze değin ihmal edilen bu ülkenin tarihindeki önemli değerlerine, büyük şahsiyetlerine, ilim irfan pınarlarına gereken önemin verilmesi, kamuoyuna hak ettiği şekilde tanıtılması önem arz etmektedir.
Şeyh Ahmed bin İlyas El-Hânî/Şêx Ehmedê Xânî coğrafyamızda yetişmiş, Kürtler arasından çıkmış çok önemli bir mutasavvıf, ârif, şair ve âlimdir. Tanınmış Kürt-İslâm şair, âlim, ârif ve mutasavvıfı olarak hayatı hakkında çok şeyler yazılmış, eserleri ve şiirleriyle Kürtçe konuşan Müslüman topluluklarda büyük etki bırakmıştır.
Özellikle Mem O Zîn, Nubihar (Nubâr) ve Eqîda İmânê/Akide-i İmân adlı Kürtçe manzum eserleri toplumumuzun temel eserleri olarak medreselerde okutuldu ve okutulmaya devam etmektedir. Nubihar/Nubar adlı eseri ile Arapça ile Kürtçe arasında bir köprü oluştururken, Çarkuşe olarak bilinen beş kıt’alık şiiriyle de her mısrası dört dilden biri ile yazarak Kürtçe, Türkçe, Arapça ve Farsça arasında şiirle kuvvetli bir bağ kurmuştur.
Şeyh Ahmed bin İlyas El-Hânî/Şêx Ehmedê Xânî Edebiyat ve irfan/tasavvuf yolu ile bir medeniyet köprüsü kurmuş eserleriyle, edebiyat ve irfanını sonraki nesillere bugüne değin başarmıştır. Şeyh Ahmed El-Hânî/Ehmedê Xani ile ilgili gerçekten sağlam verilere dayalı daha geniş araştırmalara ihtiyaç sözkonusudur. Bu makalemiz Şeyh Ahmed El-Hani/Şêx Ehmedê Xani ile ilgili araştırmaları ve yeni bulguları içeren bir giriş yazısı niteliğindedir
Şeyh Ahmed bin İlyas El-Hânî, (1061/1650-1119/1707) . Tanınmış kürt şair ve mutasavvıfı. Hayatı hakkında çok şeyler yazılmış olmasına karşın, çelişkili bilgiler verilmektedir. Bazı kaynaklarda 16. yüzyıl ile 17. yüzyıl başlarında yaşadığı söylense de yazdığı kitaplarda, fotoğraflaına ulaşabildiğimiz Kürtçe manzum Cami kitâbesinden, belirttiğimiz tarihler arasında yaşadığı kesin olarak anlaşılmaktadır. Nitekim, Ahmed-i Hânî’nin kendisi Mem o Zin adlı manzum eserinin son bölümünde hicri 1061 tarihinde dünyaya geldiğini kat’i bir şekilde ifade etmektedir. Mem o Zin kitabını ise 44 yaşında tamamladığını aynı yerde ifade etmektedir.
لورا كو دما ژ غیب فك بو
تاریخ هزار و شیست و یك بو
ایساله گهشته چل و چاران
وی پیشرو گنا ه كاران
Lewra ko dema ji xaybê fek bu
Tarixê Hezâr o şist o yek bu
İsâle gihêşte çil o çaran
Wi pişirewê günah-kâran
Tercümesi: Gayb aleminden kopup (bu dünyaya) geldiği zaman ki, Bin altmış bir (1061) tarihiydi. Günahkarların öncüsünün bu sene (yaşı) kırk dörde vardı.
(Ahmed-i Hânî/Ehmedê Xani, Mem o Zin, Yazma, 1165:214-215;Müküslü Hamza Yayını, 1335/1337:132; Zeynelabidin El-Amidi yayını: 1411/1990: 166)
Bazı son dönem kaynaklara göre Şeyh Ahmed El-Hânî anılan tarihte Hakkari’nin Gevar/Gever (Yüksekova) kazasının Hânik köyünde dünyaya gelmiş bu yüzden Hânî lakabını aldığı kaydedilmektedir.(Bozarslan, 1968:14). Bazı kaynaklarda ise, Hakkari civarında bulunan kürd aşiretlerinden Hânî aşiretine mensup olduğu belirtilmiştir.(Seccadî, 1952:189; Mustafa Resul, 1979:27; M. Emin Zeki Beğ, 2006:98-99). Bölgede 1928 yılı resmi kayıtlarına göre Hânik adıyla üç köy bulunmakta, ilki Hakkari’nin Beytüşşebab kazasında, ikincisi, Gever (Yüksekova) kazasının Bacirge nahiyesinde, üçüncüsü de Ağrı’nın Tutak kazasında bulunmaktadır. (Köylerimiz, 1928:404, 571,575) Medrese tahsili olup, bilahare müderrislik yaptığı ve Doğu Bayezid’de Mir/Bey Divanında divan katipliği yaptığı belirlenebilen Şeyh Ahmed-i Hânî’nin vefat tarihi konusunda kaynaklarda farklı kayıtlar sözkonusudur. M Emin Zeki Beğ’e göre Hânî 1000’le 1063 yılları arasında yaşamış. (M. Emin Zeki Beğ, 2006:98) Ancak bu kayıt Mem o Zin’deki sarih kayıtla çelişen indi bir kayıttır. Tarihu Edebi’l-Kürdî kitabında, yazma bir eserin iç kapağında yer alan bir hamiş esas alınarak Şeyh’in vefat tarihi 1119/1707-1708 olarak verilmiştir. Kitabın müellifi Seccâdî yazma eserin iç kapağında Hânî/Xani’nin vefatı ile ilgili طار خاني الی ربّه "Hânî Rabbine Uçtu/Yükseldi" ifadesinin yer aldığını bunun da ebced hesabı ile 1119/1707-1708 Tarihine tekabül ettiğini kaydetmektedir. (M. Resul, 1979:33-34). Ahmed-i Hânî’nin İshak Paşa Sarayında Divân Kâtipliği yaptığına ilişkin son dönem kayıtları ise anakronik kayıtlardan ibarettir. Zira, İshak Paşa Sarayı Şeyh Ahmed El-Hani’nin vefatından bir hayli sonra inşâ edilmiştir.
Şeyh Ahmed El Hâni, edinilen son bilgilere göre, 40-41 yaşlarında iken, Bayezid’te Bayezid Bey Camii’nin aşağı tarafında kendi nâmına bir cami de inşâ ettirmiştir. Son dönemde yaptığımız araştırmalarda, Prof. Yüksel Bingöl’ün bizimle paylaştığı kitâbe fotoğraflarından, Şeyh Ahmed El-Hani/Şêx Ehmedê Xani’nin Bayezid’te kendi nâmına Cami yaptırdığı ve Kürtçe manzum bir mermer kitâbe de ta’lik ettirdiği anlaşılmaktadır:
Doğubayazıt’ra Şeyh Ahmed El-Hani/Şêx Ehmedê Xani Cami-i Şerifinin Kayıp İki Beytlik 1102/1690-91 Tarihli Kürtçe Manzum Kitâbesi:
Bu Kürtçe Manzum kitâbeye göre Şeyh Ahmed El-Hani bu camiyi 1102/1690-91 tarihinde kendisi yaptırmış.
محضا اثر خيري ندهات ژ دست احمد
توفيق ندايا وی گر پادشاهێ امجد
گلبانك ژ غيبێ هات لڤر كونگهه تاريخ
معبود عنايت كر چيبووه اڤ معبد
١١٠٢
Mahzâ eserê xeyri nedihat ji destê Ehmed
Tewfiq nedaya wi ger padişahê Emced
Gulbang ji xeybê hat livir kongehe tarix
Me’bud inâyet kir çêbuwe ev me’bed (1102)
Tercümesi.
Ahmed’in elinden yalnız başına bir hayır eseri çıkmazdı
Çok Yücelik sahibi Padişah (Rabb) eğer ona Tevfik vermeseydi
Gaybten bir çağrı geldi burada, tarih söyleme yeridir
Mâbud inâyet etti. Ortaya çıksın diye bu mâbed (1102)
Son mısra ebced hesabı ile Hicri 1102 Tarihine tekabül etmektedir.
Not: Bu Kitabelerin fotoğraflarını bizimle paylaşma lütfunda bulunan Prof. Dr. Yüksel Bingöl’e teşekkürü borç biliriz. Doğubeyazıt’taki İshak Paşa Sarayı ve mimarisiyle ile ilgili en kapsamlı eser Prof. Dr. Yüksel Bingöl’e aittir. (İshak Paşa Sarayı; Türkiye İş Bankası Yayınları)
Bölgede ilk kez, 17. Yüzyıl sonları gibi erken bir tarihe ait Kürtçe kitabeye rastlanılmaktadır. Osmanlı Coğrafyasında, İslâm aleminde kitabeler, mezar kitabeleri dahil Arapça olurdu. Kısmen de Farsça olurdu. Osmanlı İmparatorluğunda 16. Yüzyıl başlarında bile Türkçe kitabe nadiren bulunurdu. Osmanlı coğrafyasında Türkçe kitabeler sonraları yaygınlaşmıştır. Kürdistan’da bölgenin Lingua Francası[1] Arapça ve Farsçaydı. Mektuplar dahi bu şekilde yazılırdı. Örneğin 17. Yüzyıla ait Bitlis’teki kitabeler, mezar şahideleri dahil Arapça ve Farsça’ydı. Ancak 19. Yüzyıla ait bir kısım Osmanlı Türkçesi ile kitabelere rastlanılmıştır. Şêx Ehmedê Xani/Şeyh Ahmed El-Hânî’nin Bayezid’te kendi namına yaptırdığı Cami-i Şerife koydurduğu Kürtçe Manzum Mermer kitabe bugüne değin bulunabilen ilk örnektir.
Şeyh Ahmed El-Hânî Doğu Beyazid’de vefat etmiş olup, Bayezid Beğ Camiinin aşağı tarafındaki fotoğrafları elde olan kaybolmuş kitabesinden kendisinin inşâ ettirdiği anlaşılan Camiinin bitişiğine defnedilmiş ve müstakil bir türbe yapılmıştır. Câmi ve türbe son dönemlere kadar ayakta kalmış olmasına rağmen 90’lı yılların başında tamamen yıktırılarak yeniden bugünkü şekli ile kesme taştan yeniden inşâ edilmiştir. Bu yeniden inşâ sırasında Cami ve türbenin mermer kitâbeleri ortadan kaldırılmış, mezarlığında/haziresinde yer alan bir çok tarihi mezar taşı da kaybolmuştur.
Bugün, kesme taştan altıgen kubbeli büyükçe olan yenilenmiş türbesi şehir merkezine 8 kilometre uzakta İshak Paşa sarayının üst kısmındadır. Türbenin ön tarafında yine yeni yapılmış taş kubbeli mescidi bulunmaktadır. Türbe ilçede halen en önemli ziyaretgahtır.
Şeyh Ahmed El-Hânî kürdçe yazdığı manzum eserler ve dört dilde (Arapça, Farsça, Kürdçe, Türkçe) yazdığı beş kıt’alık şiiri ile tanınmıştır. Bilinen eserleri şunlardır:
1- Mem o Zîn (Mizânu’l-Edeb): Yusuf- Züleyha; Leyla ile Mecnun, Ferhâd ile Şirîn gibi Mesnevî tarzında kürdçe (Kurmanci lehçesinde) manzum bir eserdir. Eserde Botan emiri Emir Zeyneddin bin Abdal’ın kızı Zîn(Zinet) ile Sitti (Seyyideti)’nin Mem (Mehmed) ile Taceddin arasındaki aşkın mecâzi bir şekilde işlenmesi esas alınmış. Kitapta asıl olan, irfân ve tasavvufi anlamda İlahî aşktır. Kitap uzunca münâcat ve naatlar ile başlar. Yine sonda münâcat ve Allah’a yakarışlarla sona erer. Ahmed El-Hânî kitabı, son bölümde açıkladığı gibi 44 yaşında tamamlamış. Yine kendi ifadesiyle 1061 doğumlu olduğuna göre kitabı 1105 tarihinde tamamladığı ortaya çıkmaktadır. Kitabın birçok yazma nüshası bulunmakta, bu yazma nüshaların en akdemi Receb 1165/ Mayıs 1752 tarihli olup, Mamzîdî kabilesinden Azîz b. Şîrbâr tarafından istinsah edilmiş ve Bağdat yazma eserler kütüphanesinde bulunmaktadır. Diğer bir eski nüsha da Arvasî ailesinden Hakkari Mebusu Seyyid Taha Efendi’nin elinde bulunmaktadır. Kitap ilkin 1337-1335/1919 tarihinde İstanbul’da Bediüzzaman Said Nursi’nin talebelerinden Müküslü Hazma tarafından bir girişle birlikte basılmış.Daha sonra, Rusya, İran ve Irakta çeşitli baskıları yapılmıştır.1990 yılında Diyarbakırda Zeynelabidin adlı bir molla tarafından gerekli tashihler yapılıp bir sözlük eklenerek basılmıştır. En son ise, 1165/1752 tarihli yazma nüshaya dayanılarak, Hüseyin Şemerhî tarafından yayına hazırlanıp, 2009 yılında Nubihar yayınlarınca İstanbul’da yayınlanmıştır. Mem o Zîn 19. Yüzyıl başlarında Bitlis beylerinden, Şerefhan sülalesinden, Ahmed Faik Han ( M. Kemal Gündoğdu& Azmi Gündoğdu’ya göre Vefatı: 1238/1823; Gündoğdu, 1992:112-114) tarafından manzum olarak Osmanlı türkçesine çevrilmiştir. Bu manzum çevirinin bilinen yazma tek yazma nüshası İran’da Kütüphâne-i Meclis-i Şurâ-yı Milli No: 9385’te yer almaktadır. Ahmed Faik Han çevirinin yanı sıra Mem o Zîn’e yine manzum Türkçe bir Nazîre’de yazmıştır. Mem o Zîn’in Türkçe manzum nazîrenin iki yazma nüshası tesbit edilebilmektedir. İlki Süleymaniye Kütüphanesi yazma bağışlar bölümü No:2361’de bulunmakta, birinci varağı eksiktir. İkinci nüshası ise Ankarara Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi Yazmaları arasında (Numarasız) bulunmaktadır. Bunun dışında Mem o Zîn 20. Yüzyıl başında Elazığ-Madende Abdülazîz Hâlis adlı bir zât tarafından, ilâve ihtisârlarla yine manzum olarak Türkçe’ye çevrilmiş olup, yazma nüshası torunlarının elinde bulunmaktadır. Ahmed Faik’in gerek Mem o Zîn çevirisi gerekse, Nazîresi ile Abdülazîz Hâlis’in tercümesi, bu yazma nüshalar üzerinden, Muş Alparslan Ünüversitesinden dostumuz Ayhan Tek tarafından yayına hazırlanmaktadır.
2-Akîda İmanê : Bu yine manzum olarak yazılmış kürdçe Eş’arî İslam akaididir. 70 beyit olarak yazılmış. Ehl-i Sünnet-Eş’arî akaidine göre temel İslam inançları izah edilmiştir. Tarz olarak yine manzum ve Arapça olan Siracuddin Ali bin Osman El-Uşî (Vefatı:H.569)’nin Emâli adlı ünlü akaid kitabı ile İstanbul’un ilk kadısı Hızır Çelebî (Vefatı: İstanbul, H. 863)’nin Nûniye Kasidesi’ne ve kendi çağdaşlarından Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Kaside-i İ’tikâdiyye’sine benzemektedir.[2] Bu manzum akaid kitabı kürt medreselerinde okunagelmiş. Hala da kürt medreselerinde Ahmed El-Hanî’nin bu akaidi okutulmakta ve ezberletilmektedir. Manzumenin üç eski yazma nüshası tesbit edilebilmiştir. İlki, Kahire Daru’l-Kütubi’l-Mısriyye’de, (The Egyptian National Library), El-Hizanetu’t-Timuriyye, No: 46’da kayıtlı olup, Nubar (Nubihar) ile beraber yer almaktadır. Kataloglarda müellif hattıyla olduğu kaydedilse de nüshada istinsah ve tarih kaydı yer almamaktadır. Yazının özelliklerinden bir 18. Yüzyıl yazması olduğu ortaya çıkmaktadır. Diğer bir nüsha Diyarbakır İl Halk Kütüphanesi yazmaları içindeki 751 numarada kayıtlı mecmua’nın 55-59 varakları arasında bulunmakta istinsah kaydı olarak 1148 (Miladi 1735-36) tarihi yer almaktadır. Başka bir nüsha ise yine Diyarbakır İl Halk kütüphanesi yazmaları meyanında 961 numaralı mecmuanın 65-68. Varakları arasında bulunmaktadır. İstinsah tarihi olarak da, 1166 (Miladi 1752-53) tarihi yer almaktadır. Bu manzum akaid kitabına Diyarbakır’lı Molla Ahmed Hilmî El-Kuğî tarafından yine Kürtçe olarak geniş bir şerh yazılıp 1984 yılında basılmıştır.
3-Nubihar (Nevbahara Piçukan-Çocukların Turfandası) : Medresedeki kürt çocuklarına yönelik, onları Arapça’ya alıştırmak için 1094 tarihinde yazdığı manzum Arapça-Kürtçe çocuk sözlüğüdür. Manzum sözlüğün başında :
ڤیك ایخستن احمدی خانی
ناڤی نوبهارا بچوكان لی دانی
نه ژبو صاحب رواجان
بلكه ژبو بچوكیت كرمانجان
وگی ژ قرآنی خلاص بن
لازمه لسوادی چاڤ ناس بن
Vîk ixıstın Ahmedê Xanî
Nâvê Nubara Biçukân dâni
Ne ji bo Sahibê revâcân
Belki ji bo biçukid kirmancân
Weki ji Qur’anê xilâs bin
Lâzime lisevâdiyê çâv-nâs bin
(Ahmed El-Hânî, Nubihar, Yazma, Diyarbakır Nüshaları, 1148:751-38a; 1166: 961-52b; Kahire Nüshası, v.2)
ڤیك ایخستن احمدی خانی
ناڤی نوبارا بچوكان دانی
نه ژبو صاحب رواجان
بلكه ژبو بچوكید كرمانجان
وكی ژ قرآنی خلاص بن
لازمه لسوادی چاڤ ناس بن
Vîk ixıstın Ahmedê Xanî
Nâvê Nubihara Biçukân lê dâni
Ne ji bo Sahibê revâcân
Belki ji bo biçukit kurmancân
Wegi ji Qur’anê xilâs bin
Lâzime li sevâdiyê çâv-nâs bin
(Ahmed El-Hânî, 1332:3)
Demektedir. Burada kitaba Nubihara Biçukân (The Spring of The Kids) adını verdiğini, ilimde ilerlemiş olanlar için değil, Kur’an-ı Kerim’i hatmeden mübtedi çocukların okuma yazma ve Arapçaya aşinalık kesbetmeleri için yazdığını söylemektedir. Bu manzum eserin çeşitli yazma nüshaları bulunmaktadır. İlki, Kahire Daru’l-Kütubi’l-Mısriyye’de, (The Egyptian National Library), El-Hizanetu’l-Timuriyye, No: 46’da kayıtlı olup, Akîda İmanê ile beraber yer almaktadır. Kataloglarda müellif hattıyla olduğu kaydedilse de nüshada istinsah ve tarih kaydı yer almamaktadır. Yazının özelliklerinden bir 18. Yüzyıl yazması olduğu ortaya çıkmaktadır. Diğer bir nüsha Diyarbakır İl Halk Kütüphanesi yazmaları içindeki 751 numarada kayıtlı mecmua’nın 38-49. varakları arasında bulunmakta istinsah kaydı olarak H.1148 tarihi yer almaktadır. Başka bir nüsha ise yine Diyarbakır İl Halk kütüphanesi yazmları meyanında 961 numaralı mecmuanın 52-64. Varakları arasında bulunmaktadır. İstinsah tarihi olarak da, H. 1166 tarihi yer almaktadır.Kitap ilkin 1332 tarihinde İstanbul’da Ahmed Kamil matbaasında basılmıştır. Kitaba 1990’lı yıllarda Arapça bir girişle birlikte Ahmed Hilmî El-Koğî tarafından Kürtçe bir şerh yapılıp basılmıştır. Halen kürt medreselerinde çocuklara okutulmaktadır.
4-Çâr Kûşe: Ahmed-i Hânî’in Arapça-Farsça-Kürtçe-Türkçe mısraları içeren beş kıt’alık şiiridir. Basılmıştır. Şiirde her bir kıt’ada Mısralar sırayla Arapça-Farsça-Türkçe ve Kürtçe yazılmıştır:
فات عمری فی هواك یا حبیبی كل حال
آه و نالم همدمم شد در فراقت ماه و سال
گر بنم قانم دیلرسن چوقدن اولمشدر حلال
دین و ابتر بوم ژعشق من نما عقل و كمال[1]
انت فكری فی فؤادى انت روحی فی الجسد
لشكر غمهای تو ملك دلم ویرانی كرد
داده گلدم عشق الندن ایسترم سندن مدد
وا تاتاران برنه یغما عقل و دین و ملك و مال
طال غمی ذاد همی شاع سری فی الملا
تشنه جام وصالم چون شهید كربلا
یوقسه سن دیوانه اولدڭ نیچه حالم ای دل
یا ژ نوه اشوه یك دا من حبیبا چاڤ غزال
مت هجرانا حبیبی لست منی اعلما
Çârkûşe
Fâte umrî fi hewake yâ habîbî kulli hâl
Ah u nâlem hemdeme şûd der firakat mâh u sâl
Ger benim kanım dilersen çokdan olmışdır helâl
Dîn o ebter bûm ji aşqê min nema aql u kemâl
Ente fikrî fi fuâdî ente rûhî fi’l-Cesed
Leşker-i ğamhâ-yı tû milk-i dilem wîrânî kerd
Dade geldim aşk elinden isterim senden meded
Wâ tatârân birne yaxma aql o dîn o milk o mâl
Tâle ğammî zâde hemmî şâ’e sirrî fi’l-Mela
Teşne-i câm-ı wisâlem çûn şehîd-i Kerbela
Yoksa sen divâne oldun, nice hâlim ey dila
Ya ji nuh îşweyek da min habîba çâv-xazal
Mittu hicranen habîbî leste minni a’limen
Nâlem ez derd-i firakat ğâfil-i ez hâl-i men
Cân u dilden ‘arz kıldım hâlimi cânâna ben
Arzuhâlên min tu xâfil qet napirsi arzuhâl
Hel lena min ni’me waslu’l-Habîbi min nasîb
Uftâdem ber dâret bîçâre sergerdân-ı ğarîb
Derdimiz çok , lîk senden önce yok hiçbir tabîb
Ey tabîbê min dewayê derdê xânî her roj o sâl
(Nûbihar Dergisi, Sayı:45, Haziran 1996; Nubihar, Hüseyin Şemrehî Yayını. 2009:6)
Açıklamalar
[1] Lingua Franca veya Sabir, tarihte İtalyanca’nın Arapça, Farsça, Fransızca, Portekizce ve İspanyolca ile karışmış halinden oluşan lisan, Frenk dili. Istılahi olarak ve günümüzde ise, çok farklı dillere sahip bir halklar topluluğunun, insanların birbirini anlamaya matuf kullandığı, birleştirici ortak anlaşma/yazışma lisanı. Eskiden Batı’da Latince , günümüzde ise İngilizce için kullanılır.
Önceki çağlarda, dillerin yaygınlaşması veya ortak yazı dili halinde gelişip yaygınlık arzetmesi, LinguaFranca haline gelmesi iki ana nedene dayanmaktaydı. Kutsal-Dinî metinlerin dili, güçlü hanedanların dili.
Edyân-ı semâviyyeye ait Kutsal-Dinî metinler ya vahyedildikleri ya da yazıya geçirildikleri dillerde olurdu. Musevilikte Dinî-Tarihi metinler İbranice olduğundan ve bu din Beni İsrail/Yahudî kavmine mahsus olması hasebiyle lisan bu kavimle mahdud kalmıştır. Hristiyan topluluklara gelince,Hz. İsa’nın (a.s) ana dili ve Vahiy İncilinin dili o dönemde Suriye ve Filistin’de yaygın konuşma ve yazı dili olarak kullanılan Arâmca’ydı. Ancak daha sonraki asırlarda Hristiyanlığı kabul eden topluluklarda, Hz. İsa’ya, Rabb/İlâh veya Rabb’ın Oğlu (Uknûm-ı Selâse) olarak inanıldığından Hristiyanlığı kabul eden Constantin zamanında Romalılarca İznik konsüllerinin akabinde Kitâb-ı Mukaddes (Bible) olarak belirlenen kanonikinciller/Yeni Ahit (Matta, Yuhanna, Luka, Markos) bu inanç çerçevesinde Hz. İsa’nın hayatı ve sözlerini içermekte olup ve bunları kaleme alanların dili ile yazıya geçirilmişlerdir.
Roma imparatorlunun dili Latinceydi ancak Doğuda Helenistik devirden gelen Eski Yunanca da yaygındı. M.S 395’te Roma İmparatorluğu, Roma ve İstanbul merkezli olmak üzere, Doğu ve Batı olarak ikiye ayrılınca, Batı’da Latince yazı dili olarak kullanılmaya devam ederken doğuda, daha doğrusu artık Bizans’ta Yunanca/Rumca yazı dili olarak yaygınlık kazanır. Her iki merkezin kiliseleri Katolik ve Ortodoks olarak ayrıştığında kutsal metinlerin/kanonik incillerin dili de bu bağlamda ayrıştı. Kanonik inciller Hristiyan toplulukların bağlı oldukları kiliselerin benimsediği dillerde yazılıp okundu. Rum Ortodokslar, Kutsal metinleri Yunanca’dan okuyup yazarken, diğerleri Ermenice yahut Süryanice, Latince vs. dillerde okuyup yazmakta, ibadetlerini bu dillerde gerçekleştirmekteydiler. Bu bağlamda, Hristiyan topluluklarda kutsal metinler tek ve ortak bir dilden okunmamaktadır. Hatta Hristiyan topluluklar Kutsal olarak kabul edip Kitab-ı Mukaddes’e (Bible) dahil ettikleri Eski Ahit (Tevrat, Zebur/Mezâmîr vs..) metinlerini de kendi kiliselerinin dillerine çevirdiler.
Helenistik dönemde Balkanlar ve Anadolu’da Yunanca, Batı’da Roma imparatorluğunun egemen olduğu dönemde Anadolu ve Akdeniz havzasında dahi Latince ortak yazışma dili olmuştur. Hatta Anadolu’da antik çağdaki kitabelere bakıldığında Helenistik dönemde Antik Yunanca’nın, Roma dönemine ait eserlerin kitabelerinde Latincenin kullanılmış olduğunu görürüz. Ortaçağda ise, Bizans İmparatorluğu hinterlandında Yunanca/Rumcanın, daha batıda, Batı Avrupa’da ise Latince’nin ortak yazışma dili olarak kullanılmış olduğu müşahede edilir.
Müslümanlıkta ise Kur''an-ı Kerîm Arapça olup, kutsal metin olarak sadece bu dilde okunup yazıldığı ve Arapça dışında farklı bir ibadet dili olmadığından bu şekil bir ayırım ve tasnif söz konusu olmamıştır. Bundan dolayı Arapça İslam dünyasında ortak yazı/yazışma dili olarak geliştiği gibi, Farsça başta olmak üzere müslüman toplululkların dilleri Arabi harflerle yazılıp okundu.İslam aleminin ilim dili Arapça olup, bu anlamda metinler Arapça yazılıp okunmuştur. İslam dünyasının Mağribinden, Orta Asya ve Güneydoğu Asya''ya kadar bu şekilde olmuştur. Yanısıra, Farsça gibi önceki medeniyetlere ait yaygın diller de kendi konumlarını korumuş ve daha da yaygınlaşıp, yazı dili olarak da gücünü korumuştur. Çünkü, Arapça''nın ortak yazı/yazışma dili, Lingua Franca olarak gelişmesi herhangi bir dayatma veya yasaklara dayanmamaktaydı. Başta Kur''ân-ı Kerîm''in Arapça lisanı üzere olması, buna istinaden Hadis-i Şerif metinleri ve diğer dinî/ilmî metinlerin Arapça olması hasebiyle bu şekilde yaygınlık sözkonusu olmuştur.
Diğer yandan, bir kısım güçlü hanedanların dilleri de kendi etki/nüfuz alanlarında yaygınlaşıp, zamanla yazı dili haline gelmişlerdir. Osmanlıca denen Batı Anadolu Türkçesi ile Çağatayca denen Doğu Türkçesinin yaygın kullanım ve yazı/yazışma dili haline gelmesi bu şekilde olmuştur.Çağatay Türkçesi İran ötesinde, nerdeyse tüm Orta Asya''da zamanla yaygın yazı/yazışma dili haline gelirken, Adriyatikten Doğu Akdeniz''e kadar Osmanlı Türkçesi yazı/yazışma dili, dahası imparatorluk dili halini alır. Osmanlı türkçesi zamanla adeta Lingua Franca haline de gelir.Bir zamanlar Irak''tan, Batı Anadolu''ya, Hindistan''a kadar geniş bir coğrafyada Farsça yazı/yazışma dili olarak kullanılagelmekteydi. Hatta 13. Yüzyılda (1 Cemaziyelâhir 644/14 Ekim 1246 Tarihli Mektup) Moğol hükümdarı Güyük Han Roma''daki Papa''ya mektubunu Farsça olarak göndermişti. Aynı dönemlerde, Orta Çağ''da Batı dünyasında ortak yazı/yazışma dili Latinceydi neredeyse 17. Yüzyıla kadar Fransa, İngiltere, Bavyera ve Polonya dahil bu şekildeydi.Latince başlıca ilim diliydi. Fransızca, İngilizce vs. dillerin yazı dili olarak yaygınlaşması bu tarihlerden sonradır.18. ve 19 yüzyıllarda Fransızca bilim/kültür ve literatür/edebiyat dili olarak yaygınlaşıp ön plana çıkmışken, 20. Yüzyıldan itibaren İngiliz sömürgeciliği ve ABD''nin de etkisi ile İngilizce neredeyse tüm dünya da ön plana çıkıp günümüzün Lingua Franca''sı olmuştur.
Diğer bazı diller bağlamında ise, eski dönemlerde yasaklar sözkonusu olmamasına rağmen, Kürtçe, Belucça ve Peştunca örneğinde olduğu gibi bölgesel anlamda yaygın konuşma/anlaşma dili haline gelirken, sözlü kültürü büyük gelişme gösterirken, yazı dili anlamında önemli gelişme kaydetmemişlerdir. Bu da o dilleri konuşanlar arasında güçlü ve uzun süreli hanedanların çıkmamış olmasından kaynaklanmıştır. Daha açıkçası, saray dili haline gelip, gelmemeleri ile alakalı olmuştur.
Kürtçe, Kürt lisanı Ön Asya'nın Kadim dillerinden biridir. Eski Pro-Aryen Kafkas ve İran dilleri ile akraba bir lisan.. Kürtçe'nin tarihte Akad ve Elam lisanları ve eski Pehlevice ile de bağlantısı sözkonusu. Tarih sahnesine ilk çıkış yerleri Zagros dağ silsilesi ve çevresi olan, Kürtlerin Kassitlerle, hatta Çeçenlerle akraba bir kavim olduğu çeşitli kaynaklarda zikredilmektedir. (Kafkas kavimleriyle ilgili bkz. İsmail Berkok, Tarihte Kafkasya, 1958; Ahmed Cevdet Paşa, Kırım Ve Kafkas Tarihçesi, Matbaa-i Ebuzziyâ, 1307) Bölgedeki diğer diller ile karşılaştırıldığında, Farsça'ya nazaran çok daha kadim/antik dil özelliklerini barındırdığı görülebilmektedir. Bugün Farsça'da Feminine /Masculine (Müennes-Müzekker) ayırımı bulunmazken Kürtçede-özellikle izâfet terkiplerinde- bulunması, V, B sesleri değişimi bunun açık göstergeleridir. Kürtçe'deki âv'ın Farsça'da âb'a, xav'ın hâm'a dönüşmesi gibi.
Kürtçe, kadim bir lisan olmakla beraber, zaman içerisinde daha çok dağlık arazilerde göçebe ve yarı göçebe hayatı yaşayan Kürtlerin içinden tarihte büyük ve uzun süreli hanedanlar çıkmadığı için, saray dili/yazışma dili olarak gelişme gösterememiş. Kürtlerde, İslâm tarihinde Bâd bin Dostik ve Hasan bin Mervan'ın kurduğu Mervânî devleti(984-1085) ile Necmeddin Eyyub Ve Selahaddin Eyyubî'nin kurduğu Eyyubî devleti (1171-1348) dışında büyük çapta, geniş bir coğrafyaya yayılan hanedanlıklar kurulamadı. Bu iki hanedan da uzun süre devam etmediği için sarayda, özellikle Mervânî sarayında, konuşulan Kürt dili, yazışma dili haline gelemedi. Her iki büyük hanedanın zeval bulmasının ardından Kürtler arasında, Anadolu Selçuklu devletinin yıkılışı akabinde oluşan Anadolu beylikleri gibi, irili-ufaklı beylikler oluştu. Kürtler arasında daha sonra bu beylikleri bir araya toplayacak büyüklükte bir hanedan tarih sahnesine çıkmadı.
Kürtçe, Belucça ve Peştunca örneğinde olduğu gibi bölgesel anlamda yaygın konuşma/anlaşma dili haline gelirken, sözlü kültürü büyük bir gelişme gösterirken, yaygın yazı/yazışma dili anlamında önemli gelişme kaydetmemiştir. Kürtçe, Belucça ve Peştunca gibi diller, neredeyse bu neviden diller olarak aynı zamanda coğrafi anlamda çeşitli kültür ve medeniyetlerin kesişme ve çakışma noktalarında bulunduklarından, sözlü kültür ve gelenek bağlamında bir hayli gelişme göstermişlerdir. O yüzden bu dillerde şiirsel özellikte kâfiyeli deyimler çoklukla bulunmakta ve kullanılmaktadır. Anılan diller şiir, fesahat ve belağat sözlü gelenekte gelişkin ve zengin olmasına karşın, saray dili anlamında yazı/yazışma dili olamamışlardır. Bu yüzden Kürtler başta olmak üzere bu topluluklardan yetişen ilim kültür ve irfan mensupları yazılı eserlerini, şahsi mektupları dahil olmak üzere, İslam dünyasının Lingua Francası olan Arapça veya Farsça olarak kaleme almışlardır.70'li 80'li yıllarda dahi Kürt mollaları mektuplarını Arapça kaleme almaktaydılar. Bugün bile bir kısım Kürt mollaları eserlerini Arapça olarak kaleme almaktadır. Mezar taşlarındaki kitabeler büyük oranda Arapça olarak yazılmaktadır. Hatta Hint Müslümanları da 20. Yüzyılın ilk yarısına kadar eserlerini Arapça ve Farsça olarak kaleme almışlardır.
Kürtçe'de bugün elimize geçen ilk kaynaklar, Büyük Selçuklu hükümdarı Tuğrul Bey ile çağdaş olan Baba Tahir’in Kürtçe’nin eski Râcî diyeleğindeki rubâileri ile yine Büyük Selçuklular devri Azerbaycan şairlerinden Mücir-i Beylekani’nin Kürtçe’nin Râcî diyeleğindeki bir kısım şiirlerini hariç tutarsak, 15. Yüzyıla aittir. 16. Yüzyılda Bağdat Kerbela civarında yaşamış olan ünlü Şair Fuzûlî’nin Arapça, Farsça ve Türkçe’nin yanı sıra, Kürtçe kasideler de kaleme almış olduğu, Kerbela’daki mezar kitabesinde yazmaktadır. Abdurrahman Kasımlo, Cemşid Bender gibi akademik disiplinleri olmayan yazarlar sadece ideolojik-ulusalcı bir tutumla Hz. Ömer dönemine ilişkin tabletlerden söz ediyorlarsa, elde hiçbir veri ve kanıt bulunmamaktadır. Konuşma dili olarak Cahiliyye devri Arapçası gibi çok zengin bir dil haline gelen Kürtçe'de daha çok sözlü gelenek, şiir, ve halk ve tasavvuf edebiyatı ön plana çıkmıştır. Nitekim Kürtçe'de elimizdeki ilk kaynaklar da bu yöndedir. Molla Ahmed el-Cezeri ve Feqiyê Teyran (Asıl Adı Muhammed/Mehmed Beğ1041/1631-32 vefat tarihli Orijinal mezar taşı son yıllarda dostumuz Veysel Bozkurt tarafından bulunmuştur. Mezar taşı üzerindeki Arapça kitabeyi şu şekilde tercüme ettik: 'Bu 'kabir' mutlu, merhûm ve mağfur, Allahu Taâla'nın Rahmetine muhtaç, Feka/Feqe Teyran olarak meşhur olan, Muhammed Beğindir. Fi Sene 1041” gibi zâtlara ait Kürtçe metinler Tasavvufi içerikli manzum eserlerdir. 1061/1650-51 doğumlu olan Şeyh Ahmed bin İlyas El-Hânî'nin eserleri de yine manzum eserlerdir. Yanısıra, İslam tarihi boyunca Kürtler arasında muhtemelen bu tür Kürtçe eserler kaleme alan Molla ve mutasavvıflar çok olmuşsa da maalesef eserleri yazılı olarak günümüze gelmemiştir. Özellikle son yüzyılda Kürtler arasında tarihi, tarihi eserleri ve eski yazma eserleri koruma konusunda bir bilincin gelişmemiş olmasının da bunda etkisi büyük. Yanı sıra Kürt siyasal örgütlenmeleri arasında, Tek-Parti dönemi Resmi ideolojisine ve ulusalcılığına öykünme şeklinde yaygınlaşan modern totaliter ulusalcı anlayış, Arap-İslâm harfi karşıtlığı, mâzi karşıtlığı, toptancı/sloganik yaklaşım Kürtler arasında tarihe önem verilmesini engellemekte, gelenek ve geçmişle bağlarını koparmaktadır. Bu yüzden Arap-İslâm harfli Kürtçe yazma/yazılı eserler, 12 Eylül ihtilali akabinde askeri rejimin bazı kütüphanelerden aldıklarını hariç tutarsak, gün geçtikçe kaybolup sanki bilinçli ve sistematik bir şekilde ortadan kaldırılmaktadır.
2 Manzum akâid kitabı kaleme almak, İslam âleminde gelenek haline gelmiştir. Çeşitli dillerde kaleme alınabilen bu manzum akâid risâlelerinin örnekleri çoktur. Boşnakça, Arnavutça hatta Rumca yazılanları bile olmuştur.
3 مست سرخوشم ز عشقي من نما عقل و كمال. نسخة
Allah razı olsun hocam.
YanıtlaSilWey Xwedê ji we razî.
YanıtlaSilMüfid hocam, Şeddadiler, Mervaniler gibi Kürt hanedanlıkları hakkında çalışmalarınız var mıdır? Özellikle Menuçehr Camii ile çalışmanız varsa yönlendirebilir mmisiniz? Teşekkür ederim.
YanıtlaSil