Ermeni Meselesi: Bir Giriş Denemesi
Ermeni Meselesi:
Bir Giriş Denemesi
Müfid Yüksel
Nerdeyse, her yıl 24 Nisan’da “Ermeni Soykırımı” karar tasarıları ve bu
yöndeki bazı uluslararası çabalar ile
Ermeni Meselesi Türkiye’nin gündemine oturur. Önceki yıllarda İtalyan, Fransız ve
Alman parlamentolarının Ermeni Meselesi ile ilgi aldığı kararlar gibi.
Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Ermeni Baş Patrikliği Vekili Aram
Ateşyan’a gönderdiği mektup ile konu yeniden gündeme geldi.
Bir yandan, Ermeni Diasporasının ABD ve Avrupa’daki gücü,
diğer yandan Batılı ülkelerin bu meseleyi Türkiye’yi sopalayıp hizaya getirmeye
matuf bir araç olarak kullanması. Her iki faktör bir araya geldiğinde
Türkiye’nin bir ölçüde kıskaca girmesine neden olmuş durumda.
Eskiden, Soğuk Savaş devrinde, Nato’nun, iki kutuplu dünyada bugünden farklı
bir işlev gördüğü dönemlerde, Türkiye’nin Ermeni Diasporası karşısında,
Nato/Batı bloku garantisi dolayısıyle eli daha bir rahattı. İkincisi, ABD’de
Temsilciler Meclisi veya Senatoya gelen her Ermeni tasarısı, o dönemlerde Türkiye’ye muzahir görünen, Musevi lobileri
marifetiyle rafa kaldırılıyordu. Üçüncüsü Ermenli lobileri günümüzde geçmişe
nazaran çok daha güçlü hale geldi.
1990’lı yıllardan itibaren yeryüzünde güç dengeleri değişti.
İki kutuplu dünya statükosunun sona ermesinin ardından Nato’nun konsepti ve bu
çerçevede Türkiye’ye biçilen roller değişti. Türkiye ise, Tek-Parti dönemi
resmi ideolojisi ve süregelen statükonun verdiği alışkanlıklarla bunu fark edemedi/fark
etmekte çok geç kaldı.
Uluslar arası siyasette, Türkiye’nin uzun yıllar açılım
yapamamış olması/bu konuda çok geç kalınması ve kendi iç sorunlarını çözme
becerisinin gittikçe zayıflaması hazırlıksız yakalanmasının ana nedenlerinden
biri. Özellikle, Kürt sorununun çözümünün gecikmiş olmasının ve tıkanmasının biriktirdiği
sorunlar yumağı olayı daha da çetrefilleştirmektedir. Resmi İdeoloji
statükosunun, Askeri vesayetin müdahaleleriyle çok uzun sürmesi, geleceğe
ilişkin sağlıklı öngörülerin oluşup, bu yönde uzun vadeli siyaset
geliştirilmesinin önünü tıkadı.
Kuzey Batı İran Bölgesi/Güney Kafkasya orijinli ve
Uratulardan sonra tarih sahnesine çıkmış kadim topluluklardan olan
Ermeniler, bu bölgedeki eski/otokton
kavimlerden birisidir. Helenistik ve Roma dönemlerinde bu imparatorlukların saldırılarına
maruz kalan Ermeniler zaman zaman irili ufaklı krallıklar da oluşturmuşlardır.
Miladi ilk yüz yıllarda Hristiyanlığa
meyleden Ermenilerin St. Thaddeus ve St. Bartholomew aracılığıyla bu dine
girdiği kabul edilmektedir. 4. Yüzyıl
başlarında kurulmuş olan Ermeni krallığı, Hristiyanlığı benimseyen ilk krallık
olarak ortaya çıkar. Miladi 451 yılındaki Doğu Roma İmparatoru Marcian
devrindeki Kalkedon/Kadıköy Konsülünün
kararlarını benimsemeyen, karşı çıkan Ermeniler yollarını ayırarak Ermeni Kilisesini
kurarlar. Kitab-ı Mıkaddes’in (Eski Ve
Yeni Ahit) Ermenice’ye çevrilmesinin ardından Ermeni Kilisesi merkeze oturur.
Miladi 405’te Mesrob Mashtots tarafından oluşturulan Alfabe bugünkü Ermeni
alfabesinin aslını oluşturmaktadır. Hristiyanlığın Ermeni nüfusla meskun
bölgelerde yayılışı ile, daha önce yaygın olan purperestlik ve Zerduştilik
bölgede iyice zayıflar. Zira Ermeniler arasında Hristiyanlık öncesinde paganizm
yaygındı.
Hz. Ömer (r.a) devrinde başlayan fetihlerle, Ermenilerin ve
Kürtlerin yaşadığı bölgeler İslam hakimiyetine geçer. (Ebu’l-Hasan Belâzûrî,
Futûhu’l-Buldân, Tahkik Ve Ta’lik: Rıdvân Muhammed Rıdvân, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye,
Beyrut, 1991, Shf. 197-214) .
Miladi 885 yılında Ani bölgesi merkezli olarak İbrani
kökenli Bagratuni/Pakraduni hanedanından Ashot
yeniden bir Ermeni krallığı kurar. 1045 yılında Bizanslılar bu krallığa
ait toprakların önemli bir bölümünü istila eder. Krallık Bizanslılarca ortadan
kaldırılır. (Pakraduni/Bagratlar ilşe ilgili bkz. Abraham Galanté, Les
Pacradounis, Une Secte Armeno-Juive, Istanbul, 1933; Avedis K. Sanjian, Colophons
Of Armenian Manuscripts, Harvard University Press, 1969; Urfalı Mateos
Vekâyinâmesi, 952-1136 Ve Papaz Grigor’un Zeyli 1136-1162, Türkçeye Çeviren:
Hrant D. Andreasyan, TTK Yayınları, Ankara, 1987) 1064 yılında ise Büyük
Selçukluların akınları başlar. 1071 Malazgirt zaferi sonrasında ise bölgede
artık Selçukluların hakimiyeti söz konusu olur.
Milattan Önce ve İslam öncesi devirlerde komşu topluluklar haline
gelen Ermenilerle Kürtler arasındaki ilişkiler tarihte genellikle olumsuz yönde
seyreder. Xenophon, Anabasis’te, Dicle’nin kolu olan Kentrites/bugünkü Batman
Çayı’nın Karduklularla Armenialılar arasında doğu batı-sınırını teşkil
ettiğini, iki taraf arasında ilişkilerin düşmanca olması hasebiyle nehir
sahillerinde yerleşim yeri bulunmadığını kaydeder.
Gerçekten de Gregory Ebu’l-Ferec’in Tarihi, Urfalı Mateos’un
Vekâyinâmesine bakıldığında Kürtlerle Ermeniler arasında pek hayrhah bir
ilişkinin bulunmadığı gözlenebilmektedir.
(Gregory Ebu’l-Ferec , Abu’l-Farac Tarihi, Süryaniceden İngilizceye
Çeviren: Ernest A. Wallis Budge, Türkçeye Çeviren Ömer Rıza Doğrul, TTK
Yayınları, Ankara, 1987; Urfalı Mateos Vekâyinâmesi, 952-1136 Ve Papaz
Grigor’un Zeyli 1136-1162, Türkçeye Çeviren: Hrant D. Andreasyan, TTK
Yayınları, Ankara, 1987) Hatta, Paganizmin yaygın olduğu Ermeni toplulukları
Hristiyanlığı kabul edereken, Kürtler arasında Hristiyanlık yayılmamış, rağbet bulmamıştır. İslâmiyetin yayılış döneminde Kürtler topluca
Müslümanlığı kabul ederken, Ermeni Kilisesi’nin
oluşturduğu şemsiye/inhisar ile Ermeniler Hristiyan inancı üzere kalmışlardır.
İslam tarihi boyunca Kürtler, Kuzeye ve Batıya doğru ilerleme/yayılma
gösterirken çoğu zaman Ermenilerle karşı karşıya gelmişlerdir.
Hz. Peygamber (S.A.V) zamanından beri, Gayr-i Müslim Zımmî
topluluklara yönelik İslâm hukuku kaynaklı ahidname/emannâmeler onların Müslümanlarla olan münasebetlerini
düzenleyen hukuku da belirlemiş olup Ermeni topluluklarına da bu tarz
ahidnameler verilmiştir. Bu çerçevede, Ermeniler dini müesseseleri ile,
ictimâî, ve ticâri sahada faaliyet ve varlıklarını İslâm âleminde
sürdürmüşlerdir. Gerek Hz. Peygamber’in (S.A.V), gerekse Hz. Ömer’in (r.a)
Mesihi/Hristiyan topluluklara verdiği ahidnâmeler esas alınmış ve bu
ahidnâmelerin suretleri Ermeni kiliselerine de verilmiştir. Bu ahidnâmelerin
suretleri/kopyaları halen Kumkapı’daki Ermeni Patrikhânesi ve diğer bir kısım
Ermeni kiliselerinde bulunmaktadır.
Sanat/zanaatkârlık/mimari ve ticarette ön plana çıkan Ermeniler
içinde tarihimiz boyunca önemli şahsiyetler de yetişmiştir. Bir zaman, Isfahan,
Şam, Bağdat, Kahire ve Konya saraylarında bir kısmı Müslüman olan bazı Ermeni
vezirler bile bulunurdu. Hatta Müslümanlığı seçen Ermeni aileler içinden
tarihte bazı ünlü din âlimleri, Şafii-Hanefi fakihleri dahi çıkmıştır. Yanısıra,
Anadolu’da bazı Ermeni asıllı Müslüman Emirler/Beyler de ortaya çıkmıştır. Hatta, bazı Ermeni toplulukları arasında az da olsa topluca Müslümanlığı kabul edenler de oldu. Nitekim bunlardan bazıları halen Müslüman olup Ermenice konuşmaktadır.
Sanat ve mimaride ciddi bir gelişme gösteren Ermeni mimar ve
ustaların mimari eserlerimizde de önemli katkıları olmuştur. Anadolu ve
Azerbaycan’da Medrese, Külliye,
Keyvansaray vs. birçok önemli tarihi yapı Ermeni taş ustaları ve mimarların
elinden çıkmıştır. 16. Yüzyılda klasik Osmanlı mimarisinin zirvede olduğu
dönemde de bu bariz bir şekilde göze çarpmaktadır. Mimar Sinan, Kayseri
Ağırnaslı Ermeni asıllı bir devşirmeydi.
19. Yüzyılda ünlü Balyan ailesi Dolmabahçe Sarayı, Ortaköy Camii,
Beylerbeyi sarayı gibi birçok esere damgasını vurmuştur.
18. ve 19. Yüzyıllarda Ermeniler arasından önemli tarihçiler
ve kültür-sanat adamları da yetişmiştir. 7 ciltlik Osmanlı Tarihi yazmış olan
İsveç Kralının İstanbul sefiri Mouradja D’ohsson bunların en önde geleniydi.
Bunun yanısıra, Mahzenu’l-Ulûm adlı tek cildi basılmış eserin müellifi Serkis Orpilyan,
kitapçı-gazeteci Mihran bunlardan ilk akla gelenidir.
Tanzimat sonrasında ise,
Osmanlı’da Ermeni idareciler ve nâzırlar (Maliye Nâzırı Agop, Posta ve Telgraf
Nâzırı Kirkor gibi) da bulunmuştur
Bizans devrinde şehre girme yasağı olan Ermeniler İstanbul’a
Osmanlı devrinde gelebilme iznine sahip olmuşlardır. Kanuni Sultan Süleyman
döneminde İstanbul’da Ermeni Patrikliği kurulmuş, Zeytinburnu tarafında Balıklı
Rum mezarlığı bitişiğindeki arazi Ermeni mezarlığı olarak tahsis edilmiş,
Samatya’daki ünlü Sulu Manastır da Rum cemaatinin elinden alınarak Ermenilere
tahsis edilmiştir. Halen de Ermeni Manastırı ve okulu (Surp Kevork Kilisesi ve
Sarakhan Nunyan Lisesi) olarak faaliyet göstermektedir.
Ermeniler Sadece Anadolu’nun doğusunda değil, Kilikya,
Yozgat/Boğazlıyan ve Konya gibi bölgelerde de yerleşikti. 16. Yüzyılda Celâli
isyanları dolayısıyla yerini yurdunu terk etmek zorunda kalmış olan bir kısım
Ermeniler Sakarya, Kütahya Eskişehir yörelerine yerleştirilirler. İstanbul’da
Kumkapı, Samatya gibi semtlerde Ermeni mahalleleri oluşmuştu. Ayrıca, daha Bizans devrinde Balkanlara/Doğu
Avrupa’ya yerleşmiş Ermeniler vardı. Bu durum Osmanlı zamanında artış
göstermişti. Seyahatnâmesiyle ünlü
Polonyalı Simeon Ve Tarih yazarı/diplomat Mouradja d’ohsson -Ignatius Mouradgea
D'ohsson- (31 Temmuz 1740 - 27 Ağustos 1807) bunlar arasında en ünlüleriydi.
(M. De Mouradja D’ohsson, Oriental
Antiquities And General View Of Ottoman Costoms, Laws And Ceremonies,
Translated From The French, Philadelphia, 1878; Historie Des Mongols; Ermeni
Seyyah Polonyalı Simeon’un Seyahatnâmesi 1608-1619, Hazırlayan: Hrand D. Andreasyan, İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Yayınları, Baha Matbaası, İstanbul, 1964)
1700'lerin başlarında gelindiğinde Rus İmparatorluğunu güçlendiren Çar Deli Petro Hem Kafkaslardan hem de Balkanlardan Rus nüfuz alanını Güneye doğru genişletmeye karar verir ve bu yönden bu bölgelerdeki Osmanlı tebaası Gayr-i Müslim topluluklarla ilişkiye geçerek bunları Osmanlı'ya karşı baş kaldırmaları ve bu hususta birlikte hareket etmeleri yönünde propaganda faaliyetleri sürdürerek nüfuz eder. Hatta Osmanlı'nın/Baltacı Mehmed Paşa'nın Prut Seferinin sebebini teşkil eder
Büyük oranda Osmanlı coğrafyasında yaşayan Ermenilerin Batı
Avrupa ile temasları 18. Yüzyılda bir hayli artış gösterir. Bu yüzyılda Katolik
kilisesinin Ermeniler üzerinde bir hayli misyonerlik faaliyetleri göze çarpar.
Zaman içerisinde birçok Ermeni, Katolik misyonerlerin faaliyetlerinin etkisi
Katolikliği benimser. Katolikliğin Ermeniler arasında yayılması Ermeni
topluluklarında büyük gerginliklere yol açar. Ermeni Ortodoks/Gregoryen
Patrikliği ile Katolikleşen Ermeni toplulukları arasında sert sürtüşmeler olur.
Ermeniler içindeki bu mezhep çatışması Osmanlı Arşiv belgelerine de bir hayli
yansımıştır. Ermeni nüfus içinde katolikliğe geçenlerin sayılarının 18. Yüzyıl
sonlarında hızlı bir artış göstermesi Ortodoks Ermeni Patrikliği’ni bir hayli
rahatsız etmiş, sürtüşmeler zamanla Osmanlı hükümetine intikal etmişti. Hatta,
Ortodoks Ermeni Patrikliğinin isteği doğrultusunda, bir kısım Katolik Ermeniler
İstanbul’dan sürgüne gönderilir. Katolik nüfustaki bu çoğalma ve düvel-i
muazzamanın (Batılı büyük devletrlerin) baskısı sonucunda, Osmanlı hükümeti,
Ermeni Katolik Kilisesinin ve Cemaatinin varlığını 1830’da resmen kabul eder.
(Beydilli, Kemal, Recognition of The Armenian Catholic Community And The Church
In The Reign of Mahmud II., Harvard
University Press,1995; J. Tcholakian, Mgr. Hovhannes, L’Eglise Armenienne
Catholique En Turquie, Istanbul 1998)
19. yüzyılda da Ermeniler ve diğer Gayr-i müslim
topluluklara yönelik Protestan misyonerlerinin yoğun faaliyetleri görülür.
Yabancı misyonlara ait okullar bu faaliyetlerin merkezleri konumunda olur.
Önceleri İtalyan, Venedik, Ceneviz, Fransız ve
İngiliz sonraları ise Amerikan okulları misyoner faaliyetlerinin üssü
haline gelir. (Frank Andrews Stone, Academies For Anatolia, A study of the
Rationale Program and Impact of the Educational Institutions Sponsored by the
American board in Turkey: 1830-1890, University Press Of America, 1984) İlk
dönemlerde, Osmanlı sınırları içinde yaşayan, Ermeni, Sırp, Bulgar, Rum,
,Süryani, Asurî, Kıbtî gibi kadim hristiyan azınlık toplululukları üzerinde faaliyet gösteren bu okullar ve
misyonerler zamanla 19. yüzyıl sonunda, Anadolu’daki Alevi- Bektaşî
kardeşlerimize yönelik Protestanlaştırma faaliyetlerine dahi girişirler.
Anadolu’daki Amerikan okullarını üs edinen Protestan misyonerlerinin Sivas ve
civarında Alevî-Bektaşîleri Protestanlaştırmaya yönelik faaliyetlerine ilişkin
olarak Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’nde H. 1305 ve 1312 tarihli iki önemli vesika
bulunmaktadır: (BOA: Y.PRK. ASK. 43/104, 27 R. 1305; Y.PRK. UM. 30/85, 10 R.
1312)
Seyyah/Gezgin ve araştırmacı kılığında Osmanlı topraklarını
dolaşan özellikle İngiliz, Hollandalı ve ABD’li Protestan misyonerler, Rum,
Ermeni ve Asurî-Süryanî toplulukları üzerinde yoğun çalışmalar sergilerler. Bu
çalışmalar onların o dönemlerde yayınladıkları eserlerinde de göze çarpar:
(Kinneir, John Macdonald, Journey Through Asia Minor, Armenia And Koordistan,
London 1818; Smith, Eli, Researches in Armenia Including A journey hrough Asia
Minor, And into Georgia And Persia With A visit To The Nestorian And Chaldean
Christians of Oormiah And Salmas, Boston, New York 1833 ;Curzon, Robert,
Armenia, A Year At Erzeroom And The Frontiers of Russia, Turkey And Persia, New
York 1854; Southgate,Horatio, Narrative of A Tour Through Armenia, Kurdistan,
Persia And Mesopotamia, vol. I-II, New York 1840;Ainsworth, William Francis,
Travels And Researches In Asia Minor, Mesopotamia, Chaldea And Armenia,
Vol.I-II, London 1842;Henry C. Barkley, A Ride Through Asia Minor And Armenia,
London, 1891; H. F.B. Lynch, Armenia Travels And Studies, Vol.1-2, Longmans,
1901)
18. ve 19. Yüzyıllarda, Ermeni topluluklarının batılı
ülkelerle artan ilişkisi, Önce Katolik misyonerlerin, sonra ise Protestan
misyonerleri, Amerikan okulları, İngiltere ve çarlık Rusyasının etkisi ile
Ermeni toplulukları içinde siyasal örgütlenmelerin gelişmesine yol açtı.
Katolik misyonerlerin etkisi ile Katolikleşen Ermeni nüfusa
Fransa başta olmak üzere bazı batı devletler muzaheret göstererek, Ermeni
toplumu içinde eğitimli elit bir sınıf oluşturmalarına fırsat verir.
Merzifon’dan, Harput, Maraş, Antep ve Bitlis’e kadar uzanan
Amerikan okullarının birinci derecede hedef kitlesi Gayr-i Müslim nüfus ve
tabiiki Ermenilerdi. Sadece Bitlis’te 1870’te kurulan kız ve erkek ayrı iki
Amerikan okulu bulunmaktaydı. ABD’li iki kız kardeşin kurduğu Ermeni kızlarına
yönelik okul dört yıllıktı. Bitlis’te
erkek çocuklar için açılan “Akademi” ise 1895’teki Bitlis-Ermeni olaylarına
kadar faaliyetlerini sürdürmüştü. (Frank Andrews Stone, Academies For Anatolia,
A study of the Rationale Program and Impact of the Educational Institutions
Sponsored by the American board in Turkey: 1830-1890, University Press Of America,
1984, shf. 121-122)
1828-29 Osmanlı-Rusya Kırım Harbi sonrasında, imzalanan Türkmençayı Anlaşması ile Rusya, Kuzey
Azerbaycan bölgesini İran’dan kopararak topraklarına katar. Tarihte
Şirvanşahların ülkesi olan bölge artık Çarlık Rusya’sı sınırlarına dahil olmuş
olur. Bu meyanda Doğu Ermenistan da artık Rusya’ya verilmiş olur. Bu tarihten
sonra Çarlık Rusya’sı Ermeni toplulukları ile daha yakın/doğrudan temas sağlama
imkânına kavuşur. 1856’daki, Islahat Fermanı’nın Osmanlı coğrafyasındaki Gayr-i
Müslimlere ilişkin maddeleri, bu toplulukları fiilen Batılı Düvdel-i
Muazzama’nın vesayeti altına sokar. Bu tarihten itibaren Fransa ve İngiltere
başta olmak üzere Batılı devletler ve misyonları Ermeni toplulukları üzerindeki
etkinlikleri/nüfuzları bir hayli artış gösterir.
1877-78/1293 Osmanlı-Rus harbi Osmanlı devleti için büyük
bir yıkım olur. Rus orduları Ayestefanos/Yeşilköy’e kadar ilerler. İmzalanan
Ayestofanos anlaşması Osmanlı’nın Rumeli’deki varlığına neredeyse son verir.
Kars ve Ardahan Rus işgaline maruz kalır. 1881’deki Berlin Konferansı ile
Rumeli’deki durum nisbeten İngilizlerin marifetiyle Osmanlı Devleti lehine
düzeltilse dahi Şark cephesinde durum değişmez. Kars ve Ardahan Rusya’nın
elinde kalır. Erzurum sınır vilayeti haline gelir.
93 Harbinin Osnanlı ülkesindeki sonuçlarından biri olarak,
Ermeni meselesinin 1830’lardaki Sırp meselesi gibi kronik bir soruna dönüşmesi
olur. Batılı Devletler ve Çarlık Rusya’sının muzaheretine sahip siyasal hatta
silahlı örgütlenmeler ortaya çıkar. Bunların en başta geleni de Hınçak
Komiteleriydi. Hınçaklar Hem Batılı ülkelerde hem de, Rusya ve Osmanlı
ülkesinde faaliyet gösterebiliyordu. Londra’da dahi büroları olup, buradan
neşriyat yapabilmekteydiler. Oysa ki, o dönemlere kadar Ermeniler Osmanlı
Ülkesinde Tebaa-yı/Millet-i Sâdıka vasfını taşımaktaydılar.
Bu tarihlerden itibaren artık İngiltere başta olmak üzere
batılı devletler Osmanlı’nın parçalanarak, üzerinde kurulacak uydu devletlere
dönüşme siyasetini benimsediklerinden, Ermenilerin de Osmanlı idaresinden koparılması
projeleri devreye sokulmuştur. Berlin Kongresinin , Osmanlı idaresi altındaki
Gayr-i Müslim toplulukları ile alakalı maddesine dayanılarak Osmanlı
devletinden Gayr-i Müslim ahâlinin statülerine ilişkin yeni ıslahat planları
devreye sokulup Osmanlı idaresine kabul ettirilir. Böylelikle Düvel-i Muzaama
Gayr-i Müslim topluluklar üzerinden Osmanlı Devletinin dâhili umuruna çok daha
müdahil hale gelmişlerdir.
Asırlardır Osmanlı coğrafyasında yaşayan ve
Tebaa-yı/Millet-i Sâdıka olarak bilinen Ermenilerin Osmanlı’dan kopmalarına
ilişkin faaliyetler iyice örgütlü hale getirilir. Hınçak Komitesi 1887’de ,
Kafkasyalı Ermenilerden, Avedis Nazarbek ve Marian Vardaniyan tarafından
kurulur, Osmanlı coğrafyasında Ermeni devleti kurup, Rusya ‘daki Ermenilerle de
birleşmesini amaçlayan komite daha sonra ikiye bölünse de faaliyetlerini
hızlandırarak sürdürür.
Hınçak Komitesi 1889’da Osmanlı Ermenilerini Osmanlı
idaresine karşı ayaklanmaya teşvik maksadı ile Londra’da bir bildiri kitapçığı
neşreder. Osmanlı Ermenilerinin Osmanlı idaresinden ayrılması için
ayaklanmasını öngören iki bölümden oluşan beyannâmede Komitenin yöntem olarak
anarşizmi, ideoloji olarak sosyalizmi benimsediğini ve Paris Komününü örnek
aldıklarını ilan ederler. Hınçak Komitesinin en ilgi çeken yönü, bu kadar erken
bir dönemde Sosyalizmi ideoloji olarak benimsemeleriydi. O dönemde
Sosyalist/Marxist ideolojiye sahip henüz bir tek devlet ortaya çıkmamış
olmasına karşın, Ermeni Komitesinin İngiltere’nin himayesinde Anarşizm ve
Sosyalizmi benimsemeleri, Anglo-Saxon iradenin daha o dönemlerde, bir kısım
siyasal proje ve ayrılıkçı hareketlerde diyalektik Materyalizm ve conflict
Theory/çatışma teorisine dayalı Sosyalist
ideolojiyi bir araç olarak istihdam ettiğini göstermesi açısından bu belgeler
önem arzetmektedir. (Hüseyin Nazım Paşa, Ermeni Olayları Tarihi, BOA, Y.EE,
36/31; Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları, Cilt. 1-2,
Ankara, 1994)
Ermenileri Osmanlı idaresine karşı topluca ayaklandırmayı
hedef olarak belirleyen Hınçak komitesi, Ermeni toplulukları içinde yoğun bir
faaliyet ağı geliştirir. Yine benzeri amaçlar doğrultusunda 1890 yılında
Kafkasya’da Taşnaksutyun Komitesi kurulur.
Her iki komitenin faaliyetleri neticesinde 1890-96 yılları
arasında çeşitli hadiselere ve ayaklanmalar cereyan eder. Erzurum, İstanbul,
Kayseri, Yozgat, Merzifon gibi merkezlerde ayaklanmalar ve çatışmalar vuku
bulur. Zeytun ve Sason ayaklanmaları ise daha büyük çapta cereyan eder. 1894’te
Bitlis ve Muş civarındaki hadiselerle olaylar iyice kontrolden çıkar.
Muş-Bulanık-Kop çevresindeki hadiseler Ermenilerle Kürtler arasında ciddi
çatışmaların olduğu vakalardı. Muş Bulanık-Kop çevresinde Hınçak komitelerinin
Kürtlere yönelik saldırılarında büyük artış görülür. Hınçak çeteleri, Kürt
köylerinde Kürtlerin namuslarına el atarlar. Kürt kadın/kızlarını hedef alan
seri tecavüz vakaları husule gelir. Bu saldırılara karşı Kürtlerin, özellikle
bölgede etkin olan Kürt Hacı Musa Beğ ve çevresinin tepkisi maalesef çok sert
olur. Bulanık-Kop bölgesindeki Ermeni köyleri büyük zulümlere maruz kalır. (Kürt
Musa Bey Olayı, Musa Şaşmaz, Kitabevi, 2004; 1311-12 / 1894-1895 tarihlerinde
Talori, Muş, Bitlis civarlarında çıkan Ermeni olayları ile ilgili yazışma
suretlerini havi defter (Muş Mutasarrıfı Arifi Paşa’nın Yazışmalarının
Suretleri, İBB, Taksim Atatürk Kitaplığı, Bel_Yz_K.001014 )
1896 yılında Sultan II. Abdülhamid ayaklanmaların
bastırılması sonrasında bir ıslahat planı uygular. Ermeni tebaanın ahvalinin
iyileştirilmesine yönelik bir dizi tedbirler alınır. Bu tedbirler ve hatta
vükelâ hey’etinde Ermeni nâzırların olması, Hıncak ve Taşnak Komitelerinin
faaliyetlerini durduramaz. Yine bu tarihlerde bir kısım Kürt Aşiret ağalarına paşalık
rütbesi verilmek suretiyle Hamîdiye alayları tesis edilir. Paşalık unvanı alan
Kürt aşiret konfederasyonları ağaları ile aşiret kaymakamlarının uhdesinde
silahlı aşiret milislerinden oluşan bu alaylar, Kürtlerin yanı sıra Karapapak
ve bir kısım Arap aşiretleri içinde de oluşturulur. Urfa ve civarındaki Tayy
aşiret konfederasyonu içinde oluşturulan Hamidiye alayları içerisinde en başta
gelen Arap aşiretiydi. Kürtler arasında oluşturulan Hamidiye alayları içinde,
Kör Hüseyin Paşa, Hacı Timur Paşa, M. Sadık Paşa idaresindeki Haydaranlılar,
Mehmed Emin Paşa idaresindeki Hasenanlılar, Süleyman Paşa idaresindeki Cibranlılar, Ertuşililer, Takori,
İbrahim Paşa idaresindeki Milli aşiretleri ve Hacı Fettah Paşa idaresindeki
Garzan aşiretleri başı çekmekteydi. Hınçak ve Taşnak komiteleri faaliyet ve
eylemlerinde bu sefer Hamidiye alaylarına ait birlikleri ve köyleri hedef
alırlar. Zaman zaman Kürt aşiret birlikleri ile Ermeni Hınçak ve Taşnak
mensupları arasında çok şiddetli çatışmalar vuku bulur. ( Vladimir Mayéwski,
Statistique des Provinces de Van Et de Bitlis, L’Imprimeire Militaire,
Pétersbourg; Tercümesi: Van-Bitlis Vilâyetleri, Askeri İstatistiki, Terc.
Süvari Binbaşısı Mehmed Sadık, Matbaa-i Askeriye, İstanbul, 1330)
Bu olaylar Rus ve Batılı vazifeli ve gözlemciler tarafından
Ermenilerin lehine olarak Batılı ülkelere rapor edilir. ( J. Rendel
Harris&Helen B. Harris, Letters From The Scenes Of The Recent Massacres In
Armenia, London 1897)
Osmanlı coğrafyasında Ermeni olayları, Batılı devletler ve
Rusya’nın faaliyetleri ve Hıncak/Taşnak komitelerinin eylemleri ile daha da
kronik bir hal alır. Sultan II. Abdülhamid’i hedefe alan Yıldız Cam iinde Cuma
namazı sonrasındaki süikast girişimi bu eylemlerin zirvesini teşkil eder.
Sultan II. Abdülhamid’e karşı çok sert bir muhalefet
sergileyen örgütlü Ermeni grupları, 19. Yüzyıl sonu ile 20. Yüzyıl başında
Sultan II. Abdülhamid’in devrilmesi için oluşan muhalif teşkilat ve gruplara
tam destek verirler. Özellikle İttihad-Terakki ve Hareket Ordusu Ermeni
örgütlerinin tam desteğini alır.
Jön-Türklerin 1908 ve 1909’da idareyi ele almalarının
akabinde ise Jön-Türk idaresi ile Ermeni teşkilatları arasında ilkin özellikle
bazı perde arkası mahfillerin çatısı altında ciddi bir işbirliği göze çarpar.
Ancak Jön-Türk idaresinin merkeziyetçi ulus-devlet anlayışına yönelmiş olması,
hatta Fırka hakimiyetine dayalı bir müstebitlik sergilemeleri ve İngilizler,
Fransızlar ve Rusların iyice devreye girmesiyle, bu dengelerin tümü bozulur.
Sultan II. Abdülhamid Han’ı Müstebid ve dengeleri bozmakla suçlayan Jön-Türk kadroları
asıl kendileri müstebid ve tekçi bir sistem oluşturmaya heves ederek
imparatorluktaki tüm siyasi ve toplumsal dengeleri iyice bozup kaosa yol
açarlar . Tüm bu olanlar felaketler zincirine yol açan I. Cihan Harbi
arefesinde cereyan eder.
Birinci Dünya Savaşı arifesinde, Ermeni-Batı ve Ermeni-Rus
ilişkileri bir hayli gelişmiş durumdaydı. Kafkasyalı Ermeni grupları tarafından
kurulan Hınçak ve Taşnaksutyun komiteleri Rusya ve Rusya’daki Ermeni grupları
ile Osmanlı’ya karşı her türlü işbirliğine/ittifaka karar vermişlerdi. Bu
komiteler Ermeni nüfusla meskun bölgeleri Osmanlı’dan koparıp bağımsız bir
devlet oluşturmayı hedeflerken Çarlık Rusyası’da bu bölgelere uzanıp tasallutu
altına almayı planlamaktaydı. Zaten daha önce Kafkasya’yı denetimine alan
Rusya, 1878’de Kars ve Ardahan’ı da işgal edip topraklarına katmıştı.
Bir hayli erken sayılabilecek bir devirde, 1244-45/1828-29
Osmanlı-Rus Harbi’nde ilk kez bir kısım Ermeni gönüllü birlikleri Rus ordusu
saflarında yer almışlardı. (Ahmed Muhtar Paşa, 1244-45 Türkiye-Rusya Seferi Ve
Edirne Muâhedesi, Erkân-ı Harbiye Reisliği Matbaası, Ankara, 1928)
1914 Haziranında toplanan 8. Taşnaksutyun Kongresinde, savaş
ilanı durumunda, Rus ordusuna katılma ve Osmanlı ordusundaki Ermenilerin firar
ettirilerek Rus tarafına katılmalarının sağlanması kararı alınır. ( Askeri
Tarih Belgeleri Dergisi, Genelkurmay Başkanlığı Yayınları, Sayı: 83, Mart
1983). Aralık 1914’te Hınçak komiteleri de Paris’te bir bildiri neşreder. Buna
göre savaşta müttefik devletlerle, bilhassa Rusya ile ittifak içinde hareket
edileceği ve Ermenilerin yoğunluklu yaşadığı yerlerde Müttefik devletler
kuvvetlerine her türlü yardımın yapılacağı vaad ediliyordu.
Osmanlıların savaşa dahil olması akabinde, bir çok Ermeni
Osmanlı ordusuna katılmak yerine firar ederek, Rusya tarafına kaçmışlardı.
Ruslar, Erzurum hududunu tecavüzle Osmanlı topraklarına
girince buradan itibaren Taşnaksutyun ve Hınçakların örgütlediği Ermeni
gönüllüler hem lojistik destek vermekte
hem de, bölgede klavuzluk yapmaktaydılar. Ayrıca Müslüman köylerine
girerek katliamlara da kalkışırlar. Özellikle Doğu Bayezid çevresindeki
köylerde bir hayli kürt nüfus katlederler. Binlerce Ermeni Taşnak/Hınçak
gönüllüsü Rusların işgal hareketinde birlikte yer alarak Müslüman ahaliyi,
Kürtleri bölgeden tasfiyeye yönelerek göçe zorlarlar. Erzurum, Bayezid, Muş,
Bitlis, Van gibi vilayet ve sancaklarda Müslüman köylerinde, Kürt köylerinde
etnik temizlik harekatına girişirler. Rus orduları ile birlikte girişilen bu etnik
temizlik harekatlarında 350.000’i aşkın Müslümanın katledildiği resmi
kayıtlarda yer almaktadır. (Ermeniler Tarafından Yapılan Katliâm Belgeleri,
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara). Bu katliam ve
göçe zorlamalar Muş, Adilcevaz, Bitlis, Ahlat, Erciş, Van ve Başkale yörelerinde yoğunlaşır. Ruslar ve Ermeni
komitacılarının tasallut ve katliamlarından kaçan yüzbinlerce kişi, bir kısım
büyük Kürt aşiretleri ve aileleri (Arvasiler ve Haydaranlı Aşiret konfederasyonu gibi, Arvasiler, Şeyh Abdülhakim Arvasi ve kardeşi Taha Arvasi başta olmak üzere, Başkale'den Süleymaniye, Musul, Kerkük taraflarına iltica etmek durumunda kalmışlar. Yolda aileden çok fazla kayıp vermişlerdir.) başta
olmak üzere daha, güvenli bölgelere
iltica etmeye mecbur bırakılmışlardı. (Tuncay Öğün, Unutulmuş Bir Göç
Trajedisi, Vilayât-ı Şarkiye Mültecileri, Babil Yayıncılık, 2004, Ankara) .
Katliamlar ve bu göçe zorlanmadan ailemiz ve mensup olduğu aşiretler de nasibini
alır. O dönemde aile ve akrabalarımızdan çok kimse katledilir. Bunlardan Haydaranlı
Aşiret Kaymakamı büyük dedemiz Ali Ağa en başta geleniydi. (Haydaranlı Aşiret
Kaymakamı Ali Ağa’nın şehid edilmesi ile ilgili bakınız: Başbakanlık Osmanlı
Arşivi/BOA, DH. E.UM, 93/37).
Diğerleri ise Hamidiye Kürt Süvari Alayları
reislerinden Haydaranlı Mirliva Kör Hüseyin Paşa’nın riyasetinde memleketlerini
terk ederek Konya, Seydişehir ve Sarayönü çevresine iltica etmek durumunda
kalmışlardı., Konya vilâyetinde müteferrik vaziyette Vilayât-ı Şarkiyye
mültecileri olan Haydaranlı Aşiret mensupları yine Mirliva Kör Hüseyin Paşa ile
birlikte Konya merkezde toplanarak1919 sonu ve 1920’ de peyderpey
memleketlerine geri gönderilmişlerdi. (Bakınız. Belgeler: BOA, DH. KMS,
55-2/12; DH. ŞFR. 77/50; 91/227; 92/278;102/43;102/60;102/94;102/253).
Rahmetli
babam da bu esnada Konya’nın Sarayönü kazasında dünyaya gelmişti. Ermeni
Taşnaksutyun çeteleri, Süphan Dağı eteklerindeki, Hırbesor, Arin, Koçeri,
Pargat gibi tüm Kürt köylerini istila etmişti. Bitlis, Van ve Başkale gibi
şehir merkezlerini işgal etmişlerdi. Bitlis ve Van’da Müslüman ahalinin birçoğu
katledilmiş Kale çevresindeki Van şehri tamamıyle yakılıp yıkılarak harabeye
çevrilmişti.
Zeytun, Maraş civarından başlanarak tehcir faaliyetlerine
başlanır. (BOA, DH. ŞFR, 52/51; 52/102; 52/235; 52/286). Van Ve Bitlis
vilâyetlerindeki Ermenilerin de bu vilayetlerden ihracına karar verilir. (DH.
ŞFR, 52/282)
Nihayet 16 B. 1333/30 mayıs 1915 tarihinde toplanan vükelâ Meclisi,
Ermenilere ilişkin, yüz yıldır tartışılan ünlü Tehcir kararını alır. (BOA,
MV.198/163). Tehcir kararı, belirtilen bölgelerden Urfa’nın güneyi ve Haleb’in
doğu ve güney doğu cihetleriyle, Suriye vilâyetinin doğusuna ve Haleb’e sevk
edilecek Ermenilerin güvenliğinin sağlanması, iaşe ve ibatelerine ilişkin
tedbirlerin alınmasına ilişkin açık ifadeler/maddeler barındırmasına rağmen, tehcir sırasında, yol
boyunca cereyan eden çok acı hadiseler, çok sayıdaki insan kaybı, (The
Horrors Of Aleppo, Seen By A German Eyewittness, T. Fisher, Unwin LTD. London,
1916) karşımıza yüzyıllık bir Ermeni meselesini çıkarmıştır.
Savaş esnasında, Bolşevik İhtilâli dolayısıyla Ruslar
savaştan çekilerek, Rus Ordusu Kuzey Kafkasya’ya kadar tüm Osmanlı coğrafyasını
boşaltmış. 1920’de o dönemde Erivan ve çevresinde kurulmuş olan Ermenistan
hükümeti ile Gümrü Anlaşması imzalanmış, 1921’de Ankara Hükümeti Muhatap
alınarak Moskova ve Kars Anlaşması da imzalanmıştır. İttihat-Terakki idaresinin
tamamen sukutu ve Talat Paşa başta olmak üzere kadrosunun ülkeyi terk etmesinin
ardından işbaşına gelen yeni idarenin Mütareke döneminde kurduğu Divan-ı
Örfi’de muhakemeler yapılır. Özellikle, Tehcir hadisesi cürmünden dolayı birçok
kimse gıyabında veya vicahen yargılanarak cezalara çarptırılırlar. (Bakınız.
BOA, HR. HMŞ. İŞO. 108/2)
Ermeni meselesi, Lozan’dan sonra uzun süre pek gündeme pek
gelmez, 1950’lerden itibaren güçlenmeye başlayan Ermeni Diasporasının çabaları
görülür. 1970’li yıllara gelindiğinde ise Asala örgütünün Türkiye’nin
diplomatlarına yönelik süikastleri baş gösterir ve 1980’li yıllara kadar
süikastler zinciri birbirini takip eder.
90’lı yıllarda ise Avrupa ve ABD’de Ermeni Soykırımı Tasarıları gündeme getirilir.
Bu tasarılar son yıllarda Avrupa ülkeleri parlamentolarına birbir kabul
edilerek, Türkiye’ye Batılı ülkeler tarafından yöneltilen bir sopa haline
gelir.
Türkiye’nin ise, nerdeyse yüzyıla yakındır uzun vadeli
projelere sahip olmaması, Ermeni Meselesinin gündeme geldiği, güçlenen Ermeni
Diasporası karşısında, Batı kamuoyunda etkili bir lobiye sahip olamaması zor
bir dönemece sevk etmektedir. Türkiye’nin Suriye ve Kürt meselesi başta olmak
üzere boğuştuğu sorunların yanı sıra Almanya’nın da artık muzaheretiyle Ermeni
Meselesinde daha da köşeye sıkıştırılması söz konusu. İki asra yakındır oluşan
vesayet ve Mora ve Sırp Meselesinden beri, kendi sorunlarını içeriden çözebilme
yeteneğini zaten büyük oranda kaybetmiş olması Türkiye’yi çok daha çetrefilli
bir sürece sevk etmektedir. Bu çerçevede, Türkiye’nin Kürt sorunu başta olmak
üzere, kendi iç ve bölgesel sorunlarını barışçı bir zeminde çözmede daha uzun
vadeli soğukkanlı projelerle çözme kabiliyetine sahip olması için sağlıklı bir
yatırımın yapılıp, çaba gösterilmesi
elzemdir.
Değerli hocam öncelikle bu aydınlatıcı yazı için çok teşekkür ederim. Sizin gibi nice, batıda doğmuş büyümüş kürt şuan avrupada diasporalarda islama ve kürtlere düşmanlık ediyor .Allah razı olsun ki siz kendinize bu meseleleri dert edinmiş ve bizi aydınlatıyorsunuz. Mervanilerle selçuklular arasındaki ilişki ye yönelik yazılarınızı bekliyorum.Yazılarınızın devamını diler sizi allaha emanet ediyorum.vesselam...
YanıtlaSilDestê te sax be
YanıtlaSil