Mısır Kıraâtı Ve Hafızlık Geleneği Müfid Yüksel
Mısır Kıraâtı Ve Hafızlık Geleneği
Müfid Yüksel
(2010 Mayıs Ayında Özgün Duruş Gazetesinde Yayınlanmıştır)
Çocukluk dönemlerimizde, her Ramazan ayında
İstanbul’a Mısır’dan bir takım meşhur hafızların gelip Fatih ve Beyazıt
Camileri başta olmak üzere selâtîn camilerinde Kur’ân-ı Kerim tilâvet
eylediklerine şahit olurduk. İstanbul’a Mısır’dan Ramazan ayında Hâfız/Kurra
gönderilmesi âdeti geçmiş yüzyıllara
dayanmaktadır. Hatta Balıkhâne Nâzırı Ali Rıza Bey’in , 19. Yüzyıl İstanbul’unu
anlattığı “Bir Zamanlar İstanbul Hayatı” adlı eserinde buna dair şöyle bir
kayıt mevcuttur:
“ Hidiv (Mısır valisi) İsmail Paşa yetmiş dokuz (1279)/1863 senesi ramazanında İstanbul’da bulunduğu cihetle, Yeni Cami, Bayezîd ve Emirgân camilerinde Mısır’dan sûret-i mahsûsada hâfızlar celbeylediğinden herkes bu camilere şitâbân olurlardı.”
(Ali Rıza Bey, 2001:219)
Bu gelenek, aralıklı olarak da olsa 28 Şubat
sürecine kadar devam etti ancak sonradan kesildi. Yanısıra, eskiden Mısır
radyosunda, özellikle Mısır’ın Kur’ân radyosunda sıksık bu meşhur hafızların
Kur’ân-ı Kerîm kıraatini dinlerdik. Hatta bunların ses kasetleri 70’li
yıllardan itibaren piyasada bir hayli rağbet bulmuştu. Bunlar arasında, Mahmud
Rif’at, Abdülfettah Şa’şâî, Mustafa İsmail, Halil Huserî, Muhammed Sıddık
El-Minşâvî, Antârî ve tabiiki, kürt asıllı Abdülbâsıt Abdüssamed en
meşhurlarıydı.[1]
Eskiden beri gelen bir darb-ı mesel vardır,
“Kur’ân-ı Kerîm, Hicaz’da nâzil oldu, Mısır’da okundu, İstanbul’da da yazıldı”
diye. Burada Mısır kıraatinin ayrıcalığı
vurgulanmaktadır.
Tâ Firavunlar devrine dayanan bir rivâyete
göre, Mısır Firavunu, bir gün veziri Hâmân’dan; ülkemin insanlarını nasıl daha
kolay idare edip, rahatlıkla hükmederim diye sormuş. Hâmân’da Firavun’a, halkı
sürü misali daha kolay idare edebilmesi için, Mısır’da fûl (bakla) ekilip
biçilmesini ve halkın bunu çokça yiyip, tüketmeye alıştırılmasını salık vermiş.
Nihayet her tarafta fûl ekilmiş ve Mısır halkı fûl yemeğine iyice alışmış. Ve
zamanla, Mısırlılar kafatası nisbeten küçük, ama göğüs ve omuzları iri ve geniş
bir topluluk haline gelmiş. Göğüs kafesleri geniş hale geldiğinden, daha uzun
nefesli hale gelmişler, bu yüzden Mısır’dan çıkan hafızlar daha yumuşak sesli
ve daha uzun nefesli olmuşlar. Rivâyet buya, anlatılır durur. Mısır’da
günümüzde de fûl (bakla) ülkenin en başta gelen yemek çeşididir ve gerçekten
Mısır’lı hafızların bu uzun nefes özelliği dikkat çekmektedir. Kürt asıllı Merhum Hafız Abdülbâsıt
ve halen hayatta olan Muhammed Medyen bunun en çarpıcı örnekleridir. Bugün de Mısır Kıraatinde Haccac Ramazan Hindavi, Mahmud Şahhât ve ünlü Hafız Merhum Üstad Mustafa İsmail'in yetiştirdiklerinden Ahmed Nu'ayna' ön plana çıkmaktadır.
Mısır kıraatı İslâm tarihinde sürekli şöhretini korumuştur. Örneğin, ünlü Mağripli seyyah İbn Batûta, seyahatnâmesinde ( Tuhfetu’n-Nuzzâr Fi Garâib-i’l-Emsâr Ve ‘Acâibi’l-Esfâr; تحفة النظّار في غرائب امصار و عجائب الأسفار )
Kırım-Altınordu hanını xanlattığı bölümde şöyle bir anekdot kaydeder:
و كان في جملة اصحابی قارئ يقرأ
القرآن علی طبقة المصريين بطريقة حسنة و صوت طيّب. فقرأ
“Arkadaşlarım arasında, tıpkı Mısırlılar gibi
güzel bir ses ve kıraat usulü üzere
Kur’ân-ı Kerîm okuyan bir hâfız vardı. Burada (Altınordu Han’ının sarayında)
Kur’ân okudu.”
(İbn Batûta, Rihle/Tuhfetu’n-Nuzzâr, 1996:342)
Yüzyıllara dayanan Mısır kıraat ve usulü ile Kur’ân-ı Kerîm okuma şekli ve Mısırlı hafızlar günümüze değin şöhretini korumuştu.
Ancak bu köklü geleneğin son yıllarda ortadan
kalkmaya başladığı gözlenmektedir. Mısır’da Muhammed Abduh’un, Ezher Şeyhliği
devrinden başlayarak, modernleşme temayülü ile Ezher başta olmak üzere köklü
dini müesseseleri modernleştirmeye, modern yaşama uyumlu hale getirmeye yönelik
çabalar zaman içerisinde Mısır’da birçok dini müessese gibi kıraat/hâfızlık
gelenek ve müessesesini önemli ölçüde darbeleyerek budamıştır. Özellikle, 1950’lerde Cemal
Abdünnâsır ile başlayan diktatör/despot yönetimler ve bu yönetimlerin
seküler-milliyetçi ve ideolojik idare sistem ve politikaları (Nâsırcılık ve
Baasçılık) bu tür geleneksel/köklü dinî müesseseleri günümüze gelinceye kadar
bir hayli zayıflatıp, bîtâb hale getirmiştir.
Bunu yanı sıra, Mısır’da bu müesseselerin
zayıflamasıyla birlikte, aynı zamanda; Mekke-i Mükerreme’deki Mescid-i Hârâm’ın
marjinal akideye mensup imamlarının, bu akide ekolü doğrultusunda, kıraat
ilimleri hatta tecvid’ten, ruh ve estetikten
uzak Kur’ân-ı Kerîm okuma biçimleri İslâm dünyasında, kısmen yaygınlık
kazanarak; Mısır kıraati/okuyuşu dediğimiz bu şaheser tarz ve geleneği geri
plana itmeye çalışmıştır.[2]
Aynı şekilde, İslâm dünyasında tüm dinî
müesseseler gibi hâfızlık/Kıraat-ı Ku’rân müessese ve geleneği zayıflamaya
hatta bazı yerlerde kaybolmaya yüz tutmaktadır. Oysaki, İslâmi âlet ilimlerinin
yanı sıra, hâfızlık ve kıraat ilimleri
(Tecvid, aşere, takrib-kıraat-i sab’a, kıraat-ı ‘aşere) önemli yer tutmaktaydı.
Bu daha Asr-ı Saâdet’de de böyleydi. Hz. Ebubekir’in (r.a.) hilâfeti sırasında
vukû bulan Yermuk muhârebesinde, yetmiş hâfızın birden şehit düşmesi üzerine
Hz. Ebubekir, hayatta kalan diğer hafızları toplayarak Kur’ân-ı Kerîm’in
cem’ine mübaşeret etmiştir.[3]
Kıraat ilimleri İslâm dünyasında tedris edilmiş
ve birçok ünlü Kıraat alimi yetişmiştir. Bunların en başta geleni, Cizreli Kürt
asıllı, mukaddime ve sırf kıraat ilminde dahi 30’u aşkın eseri ile şöhretyâb olan Ebu’l-Hayr Muhammed
El-Cezerî (Vefatı: Şirâz-833/1429) idi.
Hafızlık ve kıraat ilimleri, tarihimizde
“Dâru’l-Kurra” dediğimiz müessese ve
binalarda talim ve tedris olunurdu.Konya’da Hasbey Dâru’l-Huffâzı, İstanbul’un sur içinde, Vefa’da Mimar Sinan
yapısı Hüsrev Kethüdâ, Fatih-Malta’da, Şeyhülislâm Sadullah Çelebî ve
Şeyhülislâm Es’ad Efendi Dâru’l-Kurraları gibi onlarca Dâru’l-Kurra binaları
bulunurdu.[4] Modernleşme ve sekülerleşme süreç ve politikaları bu kurumları da
zamanla kaldırdı. Son dönemlere kadar bile Türkiye’de özellikle bazı bölgelerde
yaygın olan hafızlık geleneği tükenme aşamasına gelmiştir. Bütün eksik, sancılı
ve tenkit edilebilecek yönlerine rağmen bu müessese ve geleneklerin devamı son
derece önem arz etmekteydi. 2009 yılı yazında, Trabzon’un Of ilçesine yaptığım
ziyarette, ilçenin Merkez camiinde bir hafızlık cemiyeti ile karşılaşmıştım.
Koca camideki hafızlık icâzet merasiminde 50 kişi bile yoktu. Yani, Türkiye’de
bu meslek ve müessesenin en yaygın olarak devam ettiği doğu Karadeniz’de dahi
bu anlamda herşey adeta bitip tükenmişti.
Batıcı-Laikçi-baskıcı, ideolojik yönetimlerin yanı sıra, birtakım
Siyasal İslamcı çevrelerin, İslam medeniyetinin parlak göstergeleri olan bu tür
müessese ve gelenekleri, sekülerlik ve modernliğin lehine olacak şekilde, “Atalar dini âdeti, cahiliyye kırıntıları”
parantezinde budayıp, boğmaya çalışmaları da aynı şekilde bu meş’um amaca
hizmet etmiştir.
Notlar:
[1] İstanbul’da da zaman zaman Mısır kıraâti
üzere Kur’ân-ı Kerîm okuyabilen meşhur kâri’ler vardı. Nuruosmaniye camii imamı
Hafız Hasan Akkuş, Kâni Karaca ve Siirtli İsmail Danış bunların başta
gelenleriydi.
[2] Buna karşın, Mısır kıraatine ve tarzına
ilginç bir şekilde İran’daki hafızlar ve İran televizyon kanalları sahip
çıkmaktadır.
[3] İslam tarih ve medeniyetinde, Kur’ân-ı
Kerim hafızlarının yanınsıra hadîs-i şerîf hafızlığı da yaygındı. Tarihimizde
en meşhur hadis hafızları; Müsned sahibi İmam Ahmed bin Hanbel,
Meşâriku’l-Envâr müellifi, Radiyuddîn Hasan Es-Sağânî, Hâfız Şemseddîn
Ez-Zehebî, İbn Hacer El-Askalânî, Kenzu’l-Ummâl sahibi Alâaddîn El-Hindî
El-Burhanpûrî ve geçtiğimiz asırda ise İ’lâu’s-Sünen sahibi Eşref Ali
Et-Tehânevî’dir.
[4] Dâru’l-Kurraların yanısıra, Hadis
mecmuâlarının ve hadis ilimlerinin talim ve tedris olunduğu Dâru’l-Hadîsler de
bulunurdu. İstanbul’da Eyüp, Baba Haydar mahallesinde, Dârussaâde ağası Habeşî
Hacı Beşîr Ağa Dâru’l-Hadîsi, Şehzâdebaşında Nevşehirli sadrâzam Damad İbrahim
Paşa Dâru’l-Hadîsi, Çarşamba’da Vişnezâde İzzet Mehmed Efendi, Şeyhü’l-İslâm
Sâmânizâde Ömer Hulûsî Efendi Dâru’l-Hadîsleri gibi.
Yorumlar
Yorum Gönder