Başörtüsü, Evrensellik Ve Müslümanlar (Başörtüsünün Unutulan Evrenselliği) Müfid Yüksel
Başörtüsü, Evrensellik Ve
Müslümanlar
(Başörtüsünün Unutulan
Evrenselliği)
Müfid Yüksel
Örtünme konusunda bilindiği üzere bir
çok âyet-i kerime ve hadis-i şerifler ile fıkhi hükümler mevcuttur. Genel
olarak örtünmenin şekli konusunda olduğu gibi özelde başörtüsünün şekline
ilişkin âyet, hadis ve fıkhî hükümler mevcuttur. Burada konuya ilişkin uzun
değerlendirmelerde bulunma imkânına sahip değiliz. Ancak bazı önemli noktalara,
üzerinde belki bugüne kadar kafa yorulmamış bazı hususlara özet bir şekilde
değineceğiz. ODTÜ’de öğrenci olduğum yıllarda, başörtülü bir kız öğrencinin
İnkılâp Tarihi hocası tarafından sert ve hakaretâmiz bir tutumla sınıftan
atılmasına karşı çıktığım için, bu konuda mağduriyete uğramış birisi olmama
karşın, konu üzerinde ilk defa yazı yazmak durumundayım
Ayet ve hadislerde örtünme emri açık
bir şekilde yer almasına karşın, bu emirler örtünmenin şekline aittir.
Özellikle başörtüsüne ilişkin Nur ve Ahzab suresinde yer alan ayetler ile;
Sahih-i Buharî ve Sahih-i Müslim’de yer alan hadis rivayetlerinde te’vile mahal
bırakmayacak açık hükümler yer almaktadır ki, hepimizin malumudur.
Ancak tüm bunlara karşın, insanların örtünme, avret yerlerini, başlarını örtme olayı İslâmiyetle başlamış bir hadise değildir. İslâmiyet sadece, İslâm’a uygun olan örtünme şeklini belirleyip emretmiştir. Gerek baş, gerekse vücudun ziynet olarak nitelendirilen mahallerini örtme olayı tüm medeni özellikle şehirli-yerleşik (Hazârî) topluluklarda mevcut olan bir durumdu. Başın örtülmesi olayı her nasıl bir şekilde olursa olsun, ilkel olmayan, medeniyet görmüş özellikle tüm yerleşik topluluklarda erkekler için dahi câri olan bir durumdu. Hz. Peygamber’in (SAV) İslâm’ı , evâmir-i İlâhiyyeyi ilk tebliğ ettiği Mekke ve civarındaki cahiliyye toplumunda da gerek hür kadınlar, gerekse hür erkekler başlarını bir şekilde örterlerdi. Kur’an-ı kerîm’de kadınların başörtme, tesettür şekilleri murad-ı İlahiye uygun olacak şekilde tarif edilip emredilmiştir. Zaten başlarını örten kadınların, bu örtüyü ne şekilde kullanacakları belirlenmiş ve aynı zamanda bu başörtüsü ile, diğer elbiselerin açık bıraktığı boyun ve boğazların da örtünmesi gerektiği emrolunmuştur.
وَقُل لِّلْمُؤْمِنَاتِ
يَغْضُضْنَ مِنْ أَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ وَلَا يُبْدِينَ
زِينَتَهُنَّ إِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا ۖ وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلَىٰ
جُيُوبِهِنَّ ۖ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا لِبُعُولَتِهِنَّ أَوْ
آبَائِهِنَّ أَوْ آبَاءِ بُعُولَتِهِنَّ أَوْ أَبْنَائِهِنَّ أَوْ أَبْنَاءِ
بُعُولَتِهِنَّ أَوْ إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي
أَخَوَاتِهِنَّ أَوْ نِسَائِهِنَّ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُنَّ أَوِ التَّابِعِينَ
غَيْرِ أُولِي الْإِرْبَةِ مِنَ الرِّجَالِ أَوِ الطِّفْلِ الَّذِينَ لَمْ
يَظْهَرُوا عَلَىٰ عَوْرَاتِ النِّسَاءِ ۖ وَلَا يَضْرِبْنَ بِأَرْجُلِهِنَّ
لِيُعْلَمَ مَا يُخْفِينَ مِن زِينَتِهِنَّ ۚ وَتُوبُوا إِلَى اللَّهِ جَمِيعًا
أَيُّهَ الْمُؤْمِنُونَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ (سورة النور: ٣١)
“ Mü’mine kadınlara da söyle;
gözlerini (haramdan) sakınsınlar ve ırzlarını muhafaza etsinler. (el,yüz gibi)
görünen kısımları müstesna, ziynetlerini göstermesinler. Ve başörtülerini
(Humur- Himâr’ın çoğulu, başörtüsü, kadının başına örttüğü örtü) yakalarının
(Cuyûb-boyun,boğaz ve göğüsün üst kısımları) üzerine (onları örtecek şekilde)
salsınlar.İlh. “ (Nur Suresi, Ayet:31)
يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ قُل
لِّأَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَاءِ الْمُؤْمِنِينَ يُدْنِينَ عَلَيْهِنَّ مِن
جَلَابِيبِهِنَّ ۚ ذَٰلِكَ أَدْنَىٰ أَن يُعْرَفْنَ فَلَا يُؤْذَيْنَ ۗ وَكَانَ
اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا (سورة الأحزاب: ٥٩)
“ Ey Peyamber! Zevcelerine, kızlarına
ve müminlerin kadınlarına söyle, cilbâblarını (feracelerini) vücutlarınıın
üzerini kaplayacak şekilde örtsünler, indirsinler. Bu, onların tanınıp da
rahatsız edilmemeleri için daha yakındır. Allah ise gafûr ve Rahîmdir. “
(Ahzâb Suresi, Ayet:59)
Cahiliyye döneminde müşrikeler ve
diğerleri örtünse bile, bu örtünmeleri İlahi emre uygun değildi. Kur’an-ı
Kerîm’de murad-ı İlahîye uygun olan örtünme şekli tarif olunarak emredilmiştir.
Yoksa, müşrik kadınları da başlarını bir şekilde örterdi, başlarında çeşitli örtüler
bulunurdu. Ancak bu örtüleri ile boyun ve boğazlarını örtmezlerdi. Kur’an-ı
Kerim’deki emrilerle bu şekil uygun olmayan örtünme yasaklanmış olup, İlahî
emre uyguın olan örtünme şekli belirtilmişti. Kadınların gerek başlarındaki
örtüyü (Himâr) gerekse, üzerlerindeki geniş örtüyü (Cilbâb), boyun ve
boğazlarını; göğüs ve kollarının tümünü örtecek şekilde örtüp, kullanmaları
emredilmiştir. Kısacası, el ve yüz hariç dışarıda ve namahrem olan erkeklerin
karşısında tüm vücutlarını örtmeleri emrolunmuştur.
Sadece Hicaz’daki müşrik toplumunda,
değil, Bizans, İran ve Yemen toplumlarında da aynı durum sözkonusuydu. Yahudî,
Hristiyan ve Mecusî toplulukları için de aynı şekildeydi. Özellikle, tüm
Hristiyan ve Yahudî topluluklarının tüm kadınları, İslam’ın emrettiği şekle
uygun olsun veya olmasın başlarını örterlerdi. Bu durum, dönemin tüm şehirli,
medeni ve yerleşik topluluklarında geçerliydi.
Konuya ilişkin biraz inceleme ve
araştırma yapıldığında sadece o dönemde değil, modernlik-modernleşme öncesi tüm
dönemlerde ve geleneksel pre-modern tüm topluluklarda aynı şekilde
kadınların başlarını bir şekilde, şekli ne olursa olsun örttüğü görülmektedir.
Yani yüz-ikiyüz yıl önceki tüm, Müslüman, Hristiyan, Yahudî Hindu vs.
Topluluklarda kadınların bir şekilde başörtü örttükleri, başlarında bir örtü
bulunduğu bilinmektedir. Hatta erkeklerin bile, şapka, serpuş, sarık, kefye,
külah, takke, kippa, turban, fes vs. Ne olursa olsun başlarında bir örtü,
serpuş veya başlık bulunduğu görülmektedir.[1] Erkek ve Kadında baş açıklık
olayı, baş açık gezme olayı son 100-150 yıllık geç-modern döneme ait bir olgu
olduğu gözlemlenmektedir.. Bu, tümüyle son dönem modernleşme ve sekülerleşmesi
ile ilgili bir vakıadır. 19. yüzyılda Amerika’da dahi kadınların hemen
tümünün başlarında bir şapka veya örtü bulunduğu görülmektedir. Bu, o dönemi
yansıtan Western filmlerine bile yansımıştır. Avrupa’da da aynı vaziyet
söz konusuydu.. Gerek ortaçağ gerekse daha sonraki dönemlerde Avrupa’daki sosyal
hayatı irâe eden tablo ve gravürlerde de erkek ve kadında baş örtme olgusu,
hatta vücudun bile bayağı kapalı olma olgusu fark edilmektedir. 20. yüzyıl başlarında,
hatta 2. dünya savaşına kadar Avrupa’daki köylü kadınlara ait, kitap ve
arşivlerde yer alan fotoğraflarda başlarının örtülü olduğu görülmektedir.
Rusya’da, Polonya’da, İtalya’da, İspanya’da köylü ve kasaba kadınlarının
başları dahil vücutlarının (İslamî tarzda olmazsa bile) bir hayli tesettür
içinde oldukları fotoğraflardan tesbit edilebilmektedir. Ayrıca, 1901 senesinde İngilizlere ait Londra'da çekilmiş bir film/videoda İngiliz kadınlarının tamamının geniş-uzun bir şal ile başlarını tümüyle örtmüş oldukları görülebilmektedir.
İslam ülkelerinde de, sadece Müslüman
kadınları değil Müslüman olmayan toplulukların kadınları da kendi dinlerine
göre baş ve vücutlarını örterlerdi. Burada, kilise ve havralardaki rahibe vs.
Kadınları kastetmiyorum; aynı uygulama bunların dışındaki tümünü de
kapsamaktaydı. Başaçıklık sadece cariyeler için geçerliydi. Tüm hür kadınlar
baş ve göğüslerini örterlerdi. Başörtme, tesettür hür kadın olmanın; köle ve
esir olmamanın simge ve nişânesiydi. Bir kadının hür olup olmadığı bununla
ölçülebilmekteydi.
Günümüzde bile, modernleşme ve
sekülerleşmenin aşırı etkisine uğramamış olan, müslüman olmayan bir çok
geleneksel toplulukların kadınlarında hala örtünme, baş örtme olgusu söz
konusudur. Türkiye’nin güneydoğusunda, Kürdistan’da ve Irak’ın kuzeyinde
yaşayan Asurî, Süryanî, Nasturî, Kildani gibi kadim hristiyan toplulukları ile
Yezidi ve Sâbiî kadınları halen başlarını örtmektedir. Bunları bizzat gözlemlemekteyiz.
Yahudilerde ise, örtünme konusunda, hassas olan, Ortodoks-Kabbalist Hasidic
yahudilerini dahi bir tarafa bırakacak olursak; Fas ve Yemen yahudileri gibi
modernlik öncesi adet ve geleneklerini korumaya devam eden yahudi
topluluklarında halen kadınlar başlarını bir şekilde örtmektedir. Günümüzde de
varlığını sürdüren bir hristiyan tarikatına bağlı olan, Amerika’daki Amiş
topluluğunda kadınların tümü, çocuklara değin başlarını örtmektedir.
Tekrar edecek olursak, Kur’an-ı
Kerim’de, İslam’da örtünme, İslami örtünme, tesettür şekilleri emirdir
Ancak, tesettür ve başörtme olayı sadece müslümanlara, müslüman kadınlarına has
bir vakıa değildir. Belirttiğim gibi, diğer geleneksel, özellikle gayr-i müslim
dini topluluklarda da örtünme vardır, hatta kuraldır.[2] Örtünmeyi, başörtmeyi
dışlayan modernlik ve buna bağlı olan aydınlanmacı (Enlightenment) seküler
yaşam tarzıdır. Bu yaşam tarzının da son yüz-yüzelli yıllık dönemidir.
Hristiyan dünyada başaçıklığın yaygın olmasının nedeni modernizm ve modernleşme
ile seküler yaşam tarzına sağladıkları uyumdur. Modernleşmenin , bu batılı
toplumlarda doğup gelişmesidir. Sadece Müslüman olmama değildir. Modernliğe
teslim oluşlarıdır. Dahası, seküler-modern yaşam tarzının, seküler-moderniliğin
militanlaşarak kendi hayat tarzını; bu şekil yaşam anlayışını bütün uzanım ve
araçlarıyla dayatmasıdır.
Osmanlı’nın son dönemlerine kadar,
modern Avrupa’nın daha tam etkili olmadığı döneme kadar İstanbul’daki gayr-i
müslim kadınların tümü başını örtmekteydi. Hatta, çocukluk dönemlerimizde bile,
İstanbul’da Kumkapı ve Samatya gibi semtlerde başları örtülü birçok Ermeni
kadınını görürdük.
1982’den itibaren, o dönemde yönetimi
elinde bulunduran Kenan Evren liderliğindeki askeri idarenin Üniversitelerde
başörtülü kızların okumasını yasaklamasıyla Yüksek öğrenimde çok ciddi bir
sorun haline gelen başörtü sorununun Türban sorunu olarak algılanma ve
yansıtılması da bir yanılsamadır. Turban, İngilizce ve Fransızca’da sarık, Müslüman, Hindu ve sihlerin kullandıkları sarık anlamına gelmekte. Aynı zamanda
kadınların, boyun ve boğazları dışında sadece saçlarını örten sarık biçimindeki
başlık ve örtü için de kullanılmaktadır. 1982’de Üniversitelerdeki bu yasak
başladığında, buna karşı tepkiler ve çözüm yolları aranması sözkonusu oldu. Bir
süre sonra Askeri idarenin lideri olan Kenan Evren, İlahiyat fakültelerinde
kızların, boyun ve boğazı örtmeyen sadece saçı kavrayan Turban’ı
kullanabileceklerini belirtmişti. Başörtüsünün Turban adıyla nitelendirilmesi o
dönemden kalan bir adlandırmadır. Türban başörtüsünü, tesettürü karşılayan bir
kavram ve örtme şekli değildir. Bu yüzden sorunun Türban olarak adlandırılması,
nitelendirilmesi yanlış sonuçlara yol açmaktadır. Sorunun asıl başlangıcı ise,
jakoben-tepeden inmeci modernleşme-sekülerleşme ve batılılaşmanın dayatmasıyle;
kırsal kesimlere, varoşlara ve taşraya çekilen dindarlık 60’lı yıllardan
itibaren aşırı nüfus hareketliliği, kentleşme ve göç olgusunun artışı nedeniyle
kentlere ve periferiden merkeze taşınmaya başladı. Bu süreçte, daha önce okula
gitmeyen dindar ailelerin kızları modernleşmenin, modern kent yaşamının
dayatmasıyle okullara gitmeye başladılar. Tam da bu noktada modernleşme ile
birebir yüzleşmekten, dahası modernleşmenin dayatmasıyla karşılaşan bu dindar
aile kızları için sorunlar baş gösterdi. Bu sorunların en önemlisi, başörtme
sorunu idi. Tarihin eski dönemlerinden beri başaçıklık olayıyla karşılaşmamış,
başaçılık olayını görmemilş olan bu aileler ve kızları ciddi bir dayatma iler
karşı karşıya kaldılar. Çarşaf, cilbab, abaye, fistan, yemeni, yaşmak, yazma,
tülbend, şalpe vs. Geleneksel tarzda tesettüre ve giyinmeye, başını örtmeye
alışmış olan bu kimseler; gerek kent ortamında gerekse, okul ve bazı kamu
yerleri gibi laik-seküler devletin modern dayatmasının engelleme ve zorluklarıyle
karşılaşan bu aileler; ara çözümler bulma yoluna gittiler. Bir yandan tesettürü
korumak , diğer yandan ise devletin modern kıyafet dayatmasının arasında kalan
bu dindar aileler, manto, pardesü, modern tarz başörtüsü gibi çözümler
oluşturmaya çalıştılar. Çünkü, devletin modern kıyafet dayatmaları
bunların,yöresel farklılıklar da içerse tesettüre uygun kılık ve kıyafetlerine
müsaade etmemekte; dünyayı dar etmekteydi. Örneğin kasabalarda bile geleneksel
kıyafetlere sahip bir köylü her hangi bir resmi daireye rahatlıkla
girememekteydi. Bu durum sadece kadınlar için değil erkekler için de söz
konusuydu. Şapka dışında geleneksel ve İslâmî başlıkları giymiş olan bir erkek
kent ve kasabalarda hiçbir kamu kurumuna, devlet kurumuna vergi ödemek için de
olsa girememekteydi. Hatta kırsal kesimlerde, sarık veya takkesi yüzünden
jandarma baskısına maruz kalabiliyor. Şapka kanununun sıkı bir biçimde
uygulandığı dönemlerde idam cezasıyla bile karşılaşmaktaydı. Özellikle, 60’lı
yıllardan itibaren erkekler dahi kıyafetlerinde ara çözümlere başvurmak zorunda
kaldı. Sarık ve takke ile şapka arasında ara çözüm olarak bereyi seçtiler.
Kadınlar da çarşaf, fistan ve cilbab gibi geleneksel kıyafetler yerine,
pardesü, manto ve modern tarz başörtü giymeye başladılar. Devletin tesettüre uygun
geleneksel kıyafetlere yönelik amansız yasakları, kadın ve kızlarımızı böyle
bir arayışa ve ara çözüme yöneltti. Yoksa başörtüsü, manto ve pardesü hiçibir
zaman siyasal bir simge olarak ortaya çıkmadı. Devletin geleneksel tesettür
kıyafetleriine yönelik amansız yasaklarına, dayatmalarına karşı bir çare
arayışının ürünüydü. Bunun üniversitelere yansıması da bu şekilde olmuştu.
Manto-pardesü ve modern tarz başörtüsü
devletin baskı ve amansız yasakları yüzünden geleneksel tesettür kıyafetlerini
kasaba ve kentlerde giyebilme imkanı bulamayanların ara çözümüydü.[3] Burada,
“ninemin, anne veya teyzemin geleneksel yöresel başörtüsüne kim karışır”
diyenler kesinlikle doğruyu söylememektedir. Aynı çevreler on yıllarca bu geleneksel kıyafetlere
karşı en acımasız uygulamaları sergileyenlerdi. Onların bu acımasız, dayatmacı,
tepeden inmeci militan-modernist uygulama ve tutumları neticesinde bu
geleneksel tarz örtü ve giyinmenin imkanı bırakılmadığı için; manto-pardesü ve
siyasal simge diye nitelendirdikleri modern tarz başörtüsü doğdu.
Sorun, modernliğin-sekülerliğin
tüm dünyaya tesettürsüzlüğü, başaçıklığı; kendi tek tip seküler-din karşıtı
hayat tarzını tüm araçlarıyle acımasız bir şekilde dayatmasından
kaynaklanmaktadır. Geçmişte Evrensel olan inanca dayalı geleneksel olandı. Hoşgörü
geleneğin kendisinde mündemiçti. Bir zamanlar, Rusya’da, Avrupa’da, İtalya’da,
hatta Amerika’da kadınlar , yahudi toplulukları, Hindular başlarını bir şekilde
örterken bunu onlara müslümanlar mı dayatmıştı.?
AIHM’in kararına gelince, bu karar,
insan hak ve hukuku açısından, dinlerin özgürlüğü açısından değil, başaçıklığı
getiren ve yaygınlaştıran modern yaşam tarzının, tek geçerli yaşam tarzı olarak
görülüp referans olarak alınmasına dayanmıştır. Bu kararla modern-seküler yaşam
tarzı dışındaki tüm geleneksel vs. yaşam tarzları geçersiz ve kanunsuz
sayılarak, tek tip dayatmacı bir tutum sergilenmiştir. AIHM tek referans olarak
gördüğü modern-seküler yaşam biçimine uygun olarak görmediği her türlü yaşam
unsurunu hukuk ve yasa dışı olarak görme eğilimi sergilemiştir.
Notlar:
[1] Bu topluluklarda, başında bu tür
örtü veya başlık bulunmmayan, kısacası başaçık gezen erkekler ayıplanırdı.
Özellikle, son 20-30 yıl öncesine kadar gerek Türkiye gerekse komşu ülkelerdeki
kürt topluluklarında, Kürdistan’da başaçık gezme diye bir durum sözkonusu
değidi. Agâl, peç, kefye, kasket, bere gibi yöresel özelliklere ve yasal
yaptırımlara göre değişen başklıklar kullanılırdı. Son 20-25 yıl da ise
modernleşme ve sekülerleşmenin, modern-laik ve Stalinist Kürt
örgütlerinin etkisiyle kürtlerin genç kuşaklarında başaçık dolaşma
yaygınlaşmaktadır.
[2] Tüm bunlara karşın Türkiyede
yapılan birçok dini-tarihi sinema filmlerinde gayr-i müslim kadınlar
başaçık olarak gösterilerek tarihi bir yanılsama (Anachronizm) sergilenmiştir.
[3] Çocukluk dönemlerimizde, kırsal
kökenli aile kadınlarının önceleri çarşaflı, ya da yöresel testtürlü oldukları
halde İstanbul’da kent ortamında zamanla, pardesü-manto ve modern tarz
başörtüye döndüklerini sürekli gözlemlerdik.
Yorumlar
Yorum Gönder