20. Yüzyılda Kürt kimliği ve Komünizm
20. Yüzyılda Kürt kimliği ve Komünizm
1514 Çaldıran Seferi ile başlayan süreçte, Safevilere karşı Osmanlı Devletine mütabaat gösteren Kürt beylik ve emirlikleri , Tanzimat dönemine kadar geçen süreçte, Şah Abbas devrindeki inkıta hariç, şu veya bu şekilde hayatiyetlerini sürdürürler. Hatta Kürt Beyliklerinin Osmanlı ile yakın ilişkisi ilkin Fatih Sultan Mehmed devrinde başlar. Dönemin Hasankeyf Emiri/Hakimi Emir Ahmed ile Bitlis Emiri Hacı Şeref bin Şah Muhammed'in Fatih Sultan Mehmed’e gönderdikleri mektuplar bunu göstermektedir.
Sultan II. Mahmud döneminde başlayan batılılaşma ve merkeziyetçileşme süreci Tanzimat ile birlikte daha da billurlaşma eğilimi gösterir. 1238/1823 ve 1263/1847 İran Kacar Devleti ile akd olunan Erzurum Antlaşmaları ile tesbit edilen sınırlar müvacehesinde 1847-1856 aralığında görev yapan sınır tesbit komisyonlarının faaliyetlerinin de sonucu olarak Kürdistan’ın, Hemedan’ın güney batısında kalan bölgeleri, Hakkari ve Başkale ve Bayezid sancaklarının doğusu İran Kacar Devleti hudutları içerisinde bırakılır.
Kürt mirlik ve beylikleri ise birbiri ardına ortadan kaldırılıp, merkezden atanan valilerce yönetilecek olan Kürdistan valiliği ihdas olunur. Bu sınırlar Sultan II. Abdülhamid devri ve 1913’teki son sınır protokolleri ile de te’kid olunur. Tüm bunlara karşın, İran Devleti sınırları dahilinde kalan Kürt Bölgelerinin Osmanlı Devleti ile olan bağı tümü ile kesilmez. 1263/1847 II. Erzurum Antlaşması İran Hududu dahilindeki Ehl-i Sünnet-Şâfii mezhebine bağlı aşâir-i Ekrad üzerinde Osmanlı Devletinin himaye/garantörlük haklarını ibkâ etmekteydi. 1880 yılında Nakşibendi Şeyh Ubeydullah El-Hakkari En-Nehri’nin İran Kacar Devleti aleyhindeki ayaklanması , bu ayaklanmanın, Düvel-i Muazzama’nın İran lehinde tavır alması hasebiyle, Osmanlı idaresince desteklenememesi sonrasında İran Kürtlerinin durumunda ciddi sıkıntılar baş gösterir.
"Mevlâna Hâlid-i Bağdâdî Şehrezorî Hazretlerinin ecille-i hulefâsından Hakkari-Şemdinan Nehrili Şeyh/Seyyid Taha (Vefatı:1269/1853) Efendizâde A'yân Hey'eti a'zâsından Seyyid Abdülkâdir Efendi'nin pederi Şeyh/Seyyid Ubeydullah Efendi zamanında devrin İran hükümeti tarafından gasp olunan karye ve arazilerinin istirdadı hususunda Sadâret makâmına arz ettiği 25 haziran 1325/8 Temmuz 1909 Tarihli kendi mührüyle bir arîzası."
Birinci Dünya Harbi'nde, İran Kürt bölgesindeki Kürt aşâir ve topluluklarının ekserisi, Şikakili Simko (İsmail) Ağa dahil, Devlet-i Aliye-i Osmaniye yanında yer alır. Birinci Cihan Harbi akabinde ise, İran Kürtleri tümü ile sahipsiz kalır. Osmanlı hududunda kalan Kürt bölgeleri ise, savaşın galip devletlerince Osmanlı Devleti'nin parçalanması neticesinde üçe bölünür. Osmanlı coğrafyasındaki Kürtler, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Suriye ve Irak Manda yönetimleri arasında bölünür. Osmanlı Devleti’ne bağlılık gösteren Suriye ve Irak’ta kalan Kürtler Ankara hükümeti ile de ilişki kurarlar. Suriye’de Kürd Dağı/Cebelu’l-Ekrad bölgesindeki Kürtler 1922’de Ankara hükümetinden Fransızlara karşı himâye talebinde bulunurlar.
"Ekim 1921'de Fransa ile Ankara-TBMM Hükümeti arasında akdedilen, Suriye sınırını belirleyen Ankara Antlaşmasından sonra Ankara'ya gelip taleplerde bulunan Suriye-Kürd Dağlıların (Türkmen Ve Kürt) taleplerini içeren 1922'de Ankara'da basılan kitapçık (Kürt Dağlıların Mutâlebâtı)"
Irak’ta ise Süleymaniyeli Şeyh Mahmud Berzenci 1925 Şubatına kadar Ankara ile ilişkisini sürdürür.
"Türkiye Cumhuriyeti
Başvekâlet
Kalem-i Mahsus Müdiriyeti
Aded: 1772
Kararnâme
Süleymaniye’de mücâhedâtda bulunan Şeyh Mahmud’a muâvenet-i lâzime icrâsı hakkında erkân-ı harbiye-i umûmiyye riyâset-i celîlesinden mevrûd tezkirelerle merbûtâtı icrâ vekilleri hey’etinin 25/3/1341 tarihli ictimâında kıraât ve mütalaâ olunmuş ve cereyan eden müzâkere neticesinde riyâset-i müşarunilyha tarafından Şeyh Mahmud içün lüzum gösterilen muâvenetin müdafaâ-i milliye vekâlet-i celîlesince ifâsı tensîb kılınarak muâmele-i lâzimenin tâkib ve intâcı hususunun vekâlet-i müşarunileyhaya ve keyfiyetin berây-ı mâlûmât dâhiliyye vekâlet ve erkân-ı harbiye-i umûmiyye riyâset-i celîlesine iblâğı takarrur etmişdir. 25/3/1341
Türkiye Reis-i Cumhuru:
Gâzi Mustafa Kemâl
Başvekil: İsmet Müdafaâ-i Milliye Vekili:…. Adliye Vekili:…. Bahriyye Vekili:…. Dahiliyye Vekili: …
Hâriciyye Vekili: Dr.Tevfik Rüşdi Mâliye Vekili:…. Maârif Vekili: Hamdullah Suphi Nâfi’a Vekili: Süleyman Sırrı Ziraât Vekili:… Ticâret Vekili: … Sıhhiye Ve Muâvenet-i İctimâiyye Vekili: Dr. Refik"
Ancak, yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin, bir yandan hilâfet başta olmak üzere ortak değerleri ifade eden tüm dini müesseseleri peş peşe tasfiye etmesi, diğer yandan seküler-ulusalcı bir Türk kimliği zemininin benimsemesi ile, Kürt kimliği yeni siyasal yapılanmanın tümü ile dışında bırakılır. Özellikle 1925’teki Şeyh Said hadisesi sonrasında bu yeni politika iyice kök salar.
Kürtler, 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde, modern-ulus-devlet sürecinin kurbanı olarak tümüyle sahipsiz ve desteksiz konuma gelirler. Irak’ta İngilizlerin Şeyh Kâk Ahmed’in torunu olan Şeyh Mahmud Berzenci’yi askeri harekat sonucu derdest edip, Hindistan’a sürgün etmesi, İran’da Simko (İsmail) Ağa’nın idamı, 1930’da Zilan Deresi/Ağrı hadisesinde İran ve Türkiye’de Kürtlerin ağır baskı altına alınması ve Dersim katliamları söz konusu oldu. Modern/Batılı ulus-devlet tecrübesi, Kürtler için zincirleme felaketler/trajediler/katliamlar dönemi olarak tarihe geçti.
İkinci Dünya harbi esnasında 1941’de, Almanya’nın nüfuzunu bahane ederek, Kuzeyden Sovyetler Birliği, Güney’den/Basra Körfezinden İngilizler İran’a asker çıkarmak suretiyle, İran’ın bir bölümünü işgal ederler. Sovyet güçleri İran’ın Azerbaycan eyaletinin büyük bölümünü ele geçirir. Savaşın Almanya karşısında müttefikleri haline gelen Sovyetler ve İngiltere’den bağımsız politikalar izlemeye çalışan İran Şahı Rıza Han-ı Kebir 1941’de tahtından edilerek Mısır’a sürgüne gönderilir. Rıza Han 1925’te yine bu iki devletin desteği ile, devrilen Kacar hânedanı yerine tahta geçirilmişti. Yerine 21 yaşındaki oğlu Muhammed Rıza Pehlevi (Muhammed Şahpur) tahta geçirilir.
Bu dönemde İran Kürtleri ile Sovyetler arasında, ilk ilişkiler oluşur. Sovyetler, İran Azerbaycan bölgesinde özerk bir Azeri Cumhuriyeti kurdururlar. Kürtlerin de Bu Azeri Cumhuriyeti bünyesinde bir alt özerk yapı içinde olmasını isterler. Bu yönde bazı Kürt örgütlerine küçük çaplı silah yardımında bile bulunurlar. Sovyetlerin ve Komünizmin Kürt Meselesine ve Kürt siyasi örgütlenmelerine ilk müdahale sızmaları bu şekilde başlar. Osmanlı Devleti’nin çökmesi; Modern/Batılı Ulus-Devlet tecrübesinin yol açtığı trajediler Kürt siyasal örgütlenmelerini Sovyetlerin ve Komünizmin kucağına düşürür.
İran’ın bir bölümünün Sovyetler ve İngilizler tarafından işgali üzerine uzun zaman sahipsiz kalmış olup, bir hayli hırpalanmış olan İran Kürtleri, Mahabad (Savcbulak)’ta Kadı Muhammed’in öncülüğünde örgütlenir. Şâfii ulemasından tanınmış bir aileden gelen ve kuvvetli bir medrese tahsiline sahip olan Kadı Muhammed babasının halefi olarak genç yaşta Mahabad’ta Şâfii mezhebi kadılığına getirilir.
,
Aralık 1945’te İran’ın Sovyet işgalinde bulunan Azerbaycan eyâletinde Özerk Azeri Cumhuriyeti kurulur. Kadı Muhammed önderliğindeki Kürt örgütlenmesi de böyle bir Kürt Cumhuriyeti teşkiline karar verip Sovyetlerin desteğini isterler ancak Sovyetler, Kürtlerin Azeri özerk bölgesine bağlı bir siyasi birim oluşturmalarını isteyerek ayrı bir özerk cumhuriyete karşı çıkar. Buna rağmen Kadı Muhammed Irak Kürdistanı’ndan gelen Molla Mustafa Barzani’nin desteği ile 22 Ocak 1946’da Mahabad’ta Çarçıra meydanında Özerk/Bölgesel Kürt Cumhuriyetini ilan eder. Kısa sürede hükümet ve meclis teşkil edilir. Kadı Muhammed Cumhurbaşkanı ilan edilir. Molla Mustafa Barzani ise seraskerliğe getirilir. Kadı Muhammed ve Molla Mustafa Barzani Kur’an-ı Kerim üzerine yemin ederek merasimle vazifelerine başlarlar. Bu yeni özerk cumhuriyet için Kanun-i Esasi hazırlanır. Kürtçe Radyo ve gazete yayınlarına başlanır. Mayıs ayında Özerk Azerbaycan Cumhuriyeti ile de anlaşma yapılır. Ancak bu dönemde, Almanya’nın teslim olması akabinde, Sovyetler ve İngilizler anlaşmalı olarak İran’daki işgallerine son vermeye karar verirler. İki ülke İran’dan askerlerini çekerek bu bölgeleri yeni İran Şahına bırakırlar. İran Şahı M. Rıza Pehlevi idaresi önce Azerbaycan bölgesine hakim olur. Kasım 1946’da Azerbaycan bölgesi tamamen teslim olur. Şah Rıza Pehlevi’nin askerleri bu sefer Kürdistan’a yönelir. Kadı Muhammed idaresindeki Özerk Kürdistan Cumhuriyeti bu büyük güç karşısında direnç gösteremez. Sovyetlerden de beklediği yardımı hiç alamaz. Çaresiz teslim olur. 17 Aralık 1946’da Şah’ın askerleri Mahabad’a girer. Birkaç ay süren Mahkeme sonunda Kadı Muhammed ve arkadaşları idama mahkum edilip, 31 Mart 1947’de Mahabad’ta idam edilir.
Mahabad’ın teslim olması üzerine Irak’a dönen Molla Mustafa Barzani, ağabeyi Şeyh Ahmed’in Irak’taki Şerifler idaresince Tevkif edilmesi üzerine, Azerbaycan Bakü’ye giderek Sovyetlere sığınır.
İkinci Dünya Harbi ve Mahabad’ta Kürt idaresi kurma tecrübesi esnasında, Sovyetlerin yardımını umut eden Kürt siyasi hareketi, bu umutlarının gerçekleşmemesine rağmen Barzani’nin çaresiz kalarak Sovyetlere sığınmak zorunda kalması üzerine yeni bir dönüm noktasına gelir. Sovyetler bu tarihten itibaren Kürt Siyasi hareketlerine iyice sızarak nüfuz eder. Soğuk Savaş döneminin baş göstermesi iki bloklu dünya sisteminin ortaya çıkması ile, dünyanın birçok yerindeki muhalif siyasi oluşumları ve gerilla hareketleri Sovyet yanlısı sosyalist bir renge bürünür. Soğuk Savaş döneminde zamanla Sovyetlerin ve Komünizmin bu etkisinde ciddi artış söz konusu olur. Sadece muhalif siyasal oluşum ve gerilla hareketlerinde değil, ulusalcı askeri darbe idarelerinde de bu etki hissedilir. Arap âleminde, Mısır’daki Cemal Abdünnâsır Darbesi akabinde oluşan idare sosyalizm soslu seküler Arap milliyetçiliğini benimsemiş bir idareydi. Kısa zamanda Arap âlemini saran Nasırcı kasırga ile askeri darbelerle işbaşına gelen Sovyet yanlısı yönetimler ortaya çıkar. Suriye ve Irak’taki askeri darbeler bu neticeyi hasıl eder.
Kürt siyasi hareketlerinde 1960’lı yıllara gelindiğinde artık Sosyalizm’i/Komünizm’i benimsemiş seküler milliyetçi bir renge bürünmüştü. 60’ların sonu ve 70’lerin başlarına gelindiğinde Kürt siyasi hareketleri üzerinde katı bir Komünizm tekeli oluşur. Sovyetlerde on bir yıl kalan Molla Mustafa Barzani 1958’de Irak’a döner. Molla Mustafa’nın kendisi Komünizmi benimsememiş olup, namaz ve oruç gibi ibadetlerini muhafaza etmiş olmasına karşın, çevresi iyice Komünist ideolojinin etkisine girer. 60’lı ve 70’li yıllarda peş peşe oluşturulan Kürt siyasi örgütlenmelerinin tümü çeşitli Marxist/Leninist hatta Maocu fraksiyonların içinde yer alırlar. Kürt kimliği üzerinde oluşan Komünizm nüfuzu öyle bir noktaya ulaşır ki, kısa zamanda Kürt kimliği vurgusu yapmak Komünist/sosyalist olmakla özdeş hale gelir. Hatta, 70'li yıllar boyunca Kürt siyasi hareketleri/örgütlerinin Sosyalist/Marxist çizgide ve Maocu bazı gruplar hariç, tamamına yakını Sovyet yanlısıydı. Irak'taki Baas, Hasan El-Bekr&Saddam rejimi de aynı şekilde Sosyalist çizgide ve açıkça Sovyet yanlısıydı. Baas rejiminin Kürtlere, Sosyalist çizgideki Kürt örgütlerine yönelik askeri harekatlarında Kürtler Sovyet silahlarıyla vurulup öldürülüyorlardı.
Oysaki, 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde dahi Kürtlerin, Kürt siyasi örgütlenmelerinin tüm lider/öncü kadrosu Şeyh/Molla/Müftü/Kadı gibi din adamlarından veya dindar şahsiyetlerden oluşurdu. Seyyid Abdülkâdir, Seyyid Şefik El-Arvasi, Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, Şeyh Said,Şeyhülislâm Haydarizâde İbrahim Efendi, Abdürrahim Zapsu, Mehmed Mihri bunların önde gelenleriydi.
1946’da Mahabad’ta oluşturulan Özerk Kürt Cumhuriyetinin başında bile bir Kadı ve Molla bulunuyordu. Bu trajik dönüşüm Kürt siyasi hareketlerinde temel kırılma noktasını teşkil etti.
1920’li yıllardan başlayarak, özellikle Türkiye’de, Kürtlerin Dini müesseseleri ve Dindar öncüleri (Dergâhlar-Medreseler ve İstanbul’daki Dindar Kürt Münevverleri) yeni Cumhuriyetin radikal-sert müdahaleleriyle acımasız bir şekilde tasfiye edilip sindirilince, Kürtler arasında ciddi bir önderlik boşluğunun oluşmasına yol açtı. 1950’li yıllardan itibaren Kürtler arasında modern yüksek tahsil gören seküler şahsiyetler çoğalır. Eski Cizre Mütesellimi ünlü merhum Bedirhan Paşa’nın torunları Celâdet ve Kamrân Bedirhan kardeşler ise 30’lu yıllarda Batıcı-Seküler kürt şahsiyetlerin öncüleriydi. Bu Batıcı-Seküler şahsiyetler 60’lı yıllara gelindiğinde Kürt Siyasi hareketlerinin omurgasını oluşturmaya başladı. Sovyetlerin 50’li yılların başlarından itibaren Kürt Siyasi hareketleri üzerinde baş gösteren etkisi 60’lı yıllarda iyice zirveye çıkar. Soğuk savaş döneminde, Marxizm/Sosyalizm uluslararası arenada etnik hareketler ve topluluklar üzerinden kendini ifade etme yöntemine/stratejisine başvurur. Marxizm, teorik düzlemde “Ulusların Kendi Kaderini Belirleme Hakkı” ilkesi üzerinden etnik hareketlere ve topluluklara iyice sızar. Özellikle, 20. Yüzyılda üzerinde tesis edilen ulus devletlerin ve ideolojilerinin baskılarına/şiddetine maruz kalan Kürt siyasi hareketlerinde, Dini hareket ve yapıların yeni Türkiye Cumhuriyeti tarafından tasfiye edilmiş olmasının doğurduğu boşluktan da faydalanarak, oldukça fazla yer bulur. Kürt kimliğinin siyasal zemin üzerinden ifadesi/vurgulanması Marxizm’le bitiştirilir. Siyasal Kürt kimliği vurgusu yapan çevre ve şahsiyetler Marxist/Sosyalist çizgiye yönelim gösterirler. Bu totaliter ideolojik etki o kadar ağır bir atmosfer oluşturur ki, Siyasal zemin üzerinden Kürt kimliği vurgusu yapan birçok medrese mollasını dahi içine alır. Bunların en başında Aslen Gercüş-Hisar'lı, Suriye Kürt bölgesinde, İslâmi ilimler ve Şâfii fıkhındaki yetkinliği ile ön plana çıkmış olan Molla Şeyhmus gelir. Kürtçe şiirlerinde Cigerxwin (Ciğeri/yüreği Kanlı) mahlasını kullanan Molla Şeyhmus Hasan İslâm’ı tamamen bırakarak zamanla Marxist ideolojiye yönelir. Hatta, “Lenin Şafağı” adıyla kitaplar bile yayınlar.
Zaman içerisinde siyasal Kürt kimliği vurgusu yapan Türkiye’deki Kürt Medrese Mollaları arasında da Marxist ideoloji revaç bulur. 60’lı ve 70’li yıllar, hatta 80’li yıllar Marxist/Sosyalist ideolojinin Kürt siyasal hareketleri üzerinde adeta saltanat/hakimiyet kurduğu/tesis ettiği yıllar oldu. 60’lı yıllardan itibaren büyük kentlerde üniversitelerde tahsil gören bir kısım Kürt öğrenci grupları Marxist ideolojiye yönelerek bu ideoloji doğrultusunda yayınlanan Türkçe tercüme literatürü okuyup benimserler. Bunlar, 68 kuşağı Marxist-Kürt öğrenci gruplarının temelini oluştururlar.
Ayrıca, 50’li yıllardan itibaren Türkiye’de yeniden yapılanmaya başlayan dini/dindar gruplar, 1920’li yıllardan farklı olarak, artık Milliyetçi_Muhafazakar-Türkçü bir çizgi ile bitişen bir zemin üzerinden hareket etme eğilimi gösterirler. Tek-Parti dönemindeki Resmi İdeolojinin, devletin Din’e, dindar kesimlere yönelik ağır baskılarını, sert müdahalelerini, uygulanan şiddeti hafifletmeye yönelik stratejik bir tutumla Milliyetçi-Türkçü bir tutum sergileyen dindar grup ve şahsiyetler zamanla Resmi İdeolojinin Türkçülüğünü neredeyse iyice içselleştirirler. Dindar cemaat ve şahsiyetlerin milliyetçi-Türkçü tutumu zamanla Kürt Meselesini asla görememelerine yol açar. Dahası Kürt meselesi ile dindar/Dini hareketler birbirini iten/dışlayan bir konuma gelirler. Üstelik Türkiye’deki Dini/dindar hareket ve yapıların, cemaatlerin büyük çoğunluğu kesinlikle Kürt kökenli olmasına karşın böyle bir çelişkili/travmatik bir sonuç ortaya çıkar. İslâmi/Dini cemaatler üzerinde Milliyetçi-Türkçü-Muhafazakar anlayışın etkisi, Kürt siyasi hareketleri üzerindeki Marxist/sosyalist ideolojinin nüfuzu bu anlamda bir yol ayırımına yol açar. Mevlâna Hâlid, Seyyid Taha El-Hakkârî, Seyyid Fehim El-Arvâsî, Şeyh Abdurrahman Hâlis Et-Tâlebânî, Bediüzzaman Said En-Nursî, Şeyh Abdurrahman Et-Tâhî, Şeyh Muhammed Ziyauddin, Şeyh Osman Siracuddin Et-Tavîlî hazerâtı gibi Kürt şahsiyetlere dayanmalarına rağmen İslâmi/Dindar grupların/cemaatlerin Milliyetçi-Muhafazakar etki ile Kürt kimliğini neredeyse dışlayarak Kürt Meselesini çok geç farketmeleri Marxist/Sosyalist ideolojinin Kürt Siyasi yapılanmaları içinde artık iyice kökleşmesine yol açar.
70’li yıllar artık Kürt kimliğini vurgulamanın Marxist ideolojiye bağlılık göstermekle adeta eşitlendiği/özdeşleştiği yıllar olur.
80’li yıllarda Marxist ideoloji Afganistan işgali ve Sovyetlerin çöküşe geçmesiyle zayıflamaya yüz tutar, 1990-91’de Sovyet-Doğu blokunun çökmesi ile Marxist ideolojinin etkisi iyice azalır. Ancak, Kürt siyasal hareketleri üzerinde bir nebze de olsa etkisini sürdürmeye devam eder. 50’li yıllardan itibaren Kürtler içinde sayıları artan seküler şahsiyetler ve örgütlenmeler, Marxist ideolojinin etkisi ile daha da militan-seküler bir çizgiye kayma gösterirler. Totaliter Marxist ideolojinin ve Stalinist örgütlenmenin etkisi ile bu siyasal yapılar silahlı örgütlenmenin de desteği ile Kürdistan’da Dini/Dindar yapılara baskı/zulüm uygulayan, zorla tasfiye eden bir rol oynarlar. 68 kuşağı Sol/Marxist Kürt öğrenci gruplarının oluşturduğu siyasal/silahlı hareket Stalinist örgütlenme ; Kemalizme öykünen stratejisi ile Dindar Kürtler üzerinde tasfiye edici bir role bürünür. Son dönemlerde dindar Kürtlere açılmayı stratejik olarak benimseyen bu hareket, buna rağmen, Marxist ideolojiden gelen katı-seküler tutumundan asla taviz vermemektedir. Yukarıda söz ettiğim nedenlerin de etkisi ile Komünizm Kürt toplulukları arasında Sekülerleşmeyi ve Batıcılaşmayı yaygınlaştıran; Dini yapıyı çözen bir işlev gördü. Nitekim, Kürtler içindeki eski Marxist/Leninist Kürt siyasal hareketlerinin önemli bir bölümü son dönemde iyice ABD/Batı- İsrail bandına/hattına yanaşır. Kısacası, Marxist/Sosyalist, ideolojinin Kürt Siyasi hareketleri üzerindeki etkisi/nüfuzu zamanla Kürtlerin geleneksel Dini ve örfi yapılarının seküler/laikçi dayatma ile önemli oranda tasfiye edilip, son dönemlerde Küresel güçlere ve Küresel Kapitalizme eklemlenmelerinin zeminini oluşturmuştur.
cok begendim ellerinize saglik.
YanıtlaSilİran Kacar Devleti Farsça mi yoksa Türkmen ?
YanıtlaSilTürk hanedanı
Silİran Kacar Devleti Türklerindir mi oluşmuş?
YanıtlaSilGüzel bir makaleyi Allah razı olsun Seyda.
YanıtlaSilÇok güzel, önemli olan bir yazı. Kaynaklı ve tarafsız.
YanıtlaSil