Mehdilik/Mehdiyet Meselesi









Mehdilik/Mehdiyet Meselesi

Mehdiyet/Mehdilikle ilgili rivâyetler Hadis kaynaklarında, “Eşrâtu's-sâ'a/Kıyâmet Alâmetleri” ile ilgili rivayetler meyanında yer almıştır. Bu hususta İbn Maceh, Ebu Davud, İmam Ahmed'in Müsned'i ve Tirmizi'deki hadis rivayetleri başta gelmektedir. Hatta, Ebu Nu'aym El-İsfahânî'nin (Vefatı: 430/1038-39) Hilye'sinde Mehdi ile ilgili birçok rivayet yer almıştır. (Ebu Nu'aym, Ahmed bin Abdillâh El-İsfahânî, Hilyetu'l-Evliyâ ve Tabakâtu'l-Asfiyâ, Cilt. 1-11, Dâru'l-Fikr, Beyrut-Lübnan, 1996) Beyhaki'nin Delâil'inde Mehdi ile ilgili bir bâb yer almaktadır. Mehdi ve şahsiyeti ile ilgili rivayetler, Hz. Peygamber'in (S.A.V) gelecek/istikbaldeki hadiselerle ve kıyâmet alâmetleri ile ilgili hususlar , Deccal ve İsa (a.s)'ın âhir zamanda zuhuru vs. meyanında zikredilmektedir. Ayrıca, bu husustaki rivayetleri havi günümüze değin birçok kitap, risâle bile kaleme alınmıştır. Bu konuda elimizde kopyası bulunan en eski yazma eser hicri 4. Yüzyıl başlarına ait Şâm Zâhiriye Kütüphanesinde bulunan yazma risâledir. (Risâletun Fi Alâmâti's-Sa'a).

Yıllar önce İmam Abdurrahman Celâleddin Es-Suyûtî'nin (Vefatı: 911/1505) bu husustaki iki risâlesini/kitabını (El-Arfu'l-Verdî Fi Ahbâri'l-Mehdî ve Kitabu'l-Keşf An Mucâvezeti Hazihi'l-Ummeti'l-Elf) Türkçe'ye çevirmiştim. İmam Es-Suyûtî El-Arfu'l-Verdî adlı eserinde, Mehdî ile ilgili Ebu Nu'aym'ın Hilyetu'l-Evliyâ'sında Mehdî ile ilgili hadis rivâyetlerini telhisan bir bir ele almış ve bir hayli ilâvelerde de bulunmuştur. Eserde bu konuda 257 rivâyet yer almıştır. ( Es-Suyûtî, Celâleddîn Abdirrahman, El-Arfu'l-Verdî Fi Ahbâri'l-Mehdî, Tahkîk: Ebu Ya'la El-Beyzâvî, Beyrut, Lübnan, 2006; Kitâbu'l-Keşf An Mucâvezeti Hazihi'l-Ummeti'l-Elf, Yazma, El-Mektebetu'l-Ezheriyye, Kahire). 16. Yüzyıl Şâfii fukahasının meşhurlarından “İbn Hacer El-Mekkî El-Heytemî (Vefatı: 973/1565-66) “El-Kavlu'l-Muhtasar Fi Alâmâti'l-Mehdiyyi'l-Muntazar” adlı eserinde Mehdiyet ile ilgili rivâyetlerin mânevi tevâtür derecesine vardığını ifade etmekte ve bunların hiçbir şekilde inkar edilemeyeceğini belirtmiştir. İbn Hacer, Mehdî'nin Hz. Fâtima (r.ah) ve Hz. Hasan (r.a) neslinden geleceğini isminin de Muhammed veya Ahmed olacağını, belli bir süre vefatına kadar dünyaya adaletle hükmedeceğini ve bu hususların tevatüre varan rivayetlerle sâbit olduğunu ifade etmiştir. (İbn Hacer El-Mekkî El-Heytemî El-Kavlu'l-Muhtasar Fi Alâmâti'l-Mehdiyyi'l-Muntazar, Yazma, El-Mektebetu'l-Ezheriyye, 4064/53323). 17. Yüzyıl Şâfiî-Kürt ulemâsından, Sâdât-ı Berzenciyye'den Muhammed bin Abdirresul Eş-Şehrezorî El-Berzencî de (Vefatı: 1103/1691) “El-İşâ'a Li Eşrâti's-Sâ'a” adlı eserinde Mehdilikle ilgili hadis rivayetlerinin Mânevi Tevâtür derecesine ulaştığını ifade etmektedir. ( Muhammed bin Abdirresûl El-Hüseynî Eş-Şehrezorî El-Berzencî, El-İşâ'a Li Eşrâti's-Sâ'a, Yazma, El-Mektebetu'l-Ezheriyye, 1667/924524; Tahkîk: Muvaffak Fevzî El-Cibr, 2. Baskı, Dâru'l-Hicre, Şam, 1995). Bu rivâyetlere göre, âhir zamanda Hz. Fatimatu'z-Zehrâ (r.ah) neslinden bir zât zuhur edip, dünyayı adaletle dolduracaktır. Bunun dışında Ali bin Sultan El-Kârî, Tefsir Sahibi Muhammed bin Ali Eş-Şevkânî gibi zatların bu hususta müstakil risâleleri mevcuttur. (Alî bin Sultan Muhammed El-Herevî El-Kârî, Risâle Fi Mehdiyyi Âl Resul, El-Mektebetu'z-Zâhiriyye; Muhammed bin Alî Eş-Şevkânî, Et-Tavzîh Fi Tevaturi Mâ Câe Fi'l-Muntazar Ve'd-Deccâl Ve'l-Mesîh) .















Mehdiyet/mehdilik konusu günümüze değin çok fazla tartışıla gelmiş. Özellike, Şia/İsna Aşeriye mezhebinin temel akaidini teşkil etmektedir. 12. İmam, İmam Muhammed Mehdi bin Hasan El-Askeri'nin vefat etmediği, Gaybubet-i Kübra'da olup, âhir zamanda zuhur edeceği hususu İsna Aşeriyenin temel akideleri arasındadır. Ehl-i Sünnet'e göreyse, Mehdilik hususu akideye/imana taalluk eden bir husus olmayıp, âhir zamanda zuhur edecek ve dünyayı adaletle dolduracak, Ehl-i Beyt neslinden bir zat olacağının hadislerde haber verilmesi suretinde olduğu kabul edilir. Bu haseble, Ehl-i Sünnet inancında ve fıkhında Mehdi'yi beklemekle alakalı bir vazife-i/farize-i diniye mevzu-i bahis değildir.

Mehdiyet meselesi ile ilgili rivayetlerde, Ehl-i Sünnetin ekserinin kavline göre, sahih ve hasen-sahih rivayetler de mevcut olduğu kabul edilmektedir. Ancak, asıl itibarıyla ahir zamana ait, müstakbele ilişkin bu haberler akâide, kelâma taalluk eden bir husus olmayıp, aslında istismara da açık olmamasına rağmen, tarihte çok fazla istismara maruz kalmıştır. Çeşitli zamanlarda, İslam dünyasında Mehdiyet hareketleri/ayaklanmaları eksik olmamıştır. Tarih kitaplarımız sahte mehdi hareketleriyle doludur. İbnu'l-Esîr'in “El-Kâmil Fi't-Târih”, Sıbt İbnu'l-Cevzî'nin “Mir'âtu'z-Zamân Fi Târihi'l-A'yân” adlı tarihlerinde bunun bir çok örneğine rastlanmaktadır. Osmanlı döneminde Osmanlı idaresi zaman zaman bu tür gailelerle uğraşmak durumunda kalmışlardır. Özellikle, Mühimme Defterlerine bakıldığında bunun ilginç örneklerine rastlamamak mümkün değil.

Bir kısım şahsiyetler, zaman zaman Mehdiyet ile ilgili rivayetleri kendi şahıslarına hamlederek Mehdiyet hatta Mesihlik davasında bulunmuşlardır. Bazıları gerçekten buna inanarak bu davada bulunmuşken, bazıları da art niyetle bu rivayetler üzerinden dinde tahrip hareketleri oluşturmuşlardır. Bu konuda hüsn-i zann ile başlayan Mehdiyet/Mesihlik hareketleri de sonradan büyük zararlara yol açmış, hüsranla neticelenmiştir.

 Mehdiyet hareketine kalkışanların ve toplumda karşılık bulanların bir kısmı bu husustaki rivayetleri kendine hamletmek ile yetinirken, diğer bir kısmı bu hususta bir neticeye ulaşmaya matuf güç elde etmek/devşirmek için gizli ilimlere/havas ilimlerine sarılmışlardır. Hatta bu konuda Şeyh Ahmed El-Bûnî'nin Şemsu'l-Maârif kitabındaki Vefkleri bu yönde kullanmaya kalkışmışlardır. Bu konuda Gizli ilimlere/havas ilmine sarılanların çoğu zamanla ezoterizme, sihir/büyüye kayarak Dinin esas dairesinin, Şer'-i Şerif'in dışına çıkarak farklı zeminlere, İslâm'dan farklı inançlara kaymışlardır. Kendini Mehdi zannetme zaafı bazen o kadar uç noktalara vardırılır ki, bir kısım akıl hastalarında da bu vâkıa sıkça görülmektedir. Bir zaman Medine-i Münevvere'de mukim 20'yi aşkın Mehdi adayı/namzeti bulunmaktaydı. Hatta kendisinin Mehdiliğine bir şekilde kâil olup zuhur edeceklerine inanan bazıları, bu Mehdi adayları, Mehdî'nin Medine-i Münevvere'de zuhur edeceğine ilişkin rivayetleri esas alarak, ileride zuhur etmek için Medine-i Münevvere'ye hicret ederek orada mücâvir olurlardı.


Çağımızda da Mehdilik/Mesihlik meselesi çok fazla tartışıla gelmiş, buna dair kitap ve makaleler kaleme alınmıştır. Özellikle, Mesihlik, yani Hz. İsa (a.s)'nın âhir zamanda dünyaya nüzul edeceği ile alakalı ahbâr-ı Nebeviyeyi hâvi hadis rivayetleri üzerinde yoğunlaşmıştır. Ehl-i Sünnet'e göre: Hz. İsa (a.s) âyetlerde de belirtildiği üzere, idam edilmemiş, çarmıha gerilmemiş, Allah'ın (C.C) lütfu ile göğe/semâya kaldırılmış olup, sahih hadis rivayetlerinde haber verildiği üzere âhir zamanda, yeryüzüne nüzul edecek, Bu rivayetlere göre Deccalı katledecek ve Hz. Muhammed Mustafa'nın (S.A.V) şeriatı ile amel edecek. Hatta bazı rivayetlerde Hz. İsa (r.a)'nın Şam'da beyaz minareye nüzul edeceği yönünde ifadeler bile yer almıştır. Bugün dahi Şam'da Beni Ümmeyye Camii yakınında bunun için yapılmış bir beyaz minare halen mevcuttur. Hz. İsa'nın âhir zamanda nüzulu ile ilgili rivayetler de, Mehdilikle ilgili rivâyetler gibi, Eşrâtu's-Sa'a/Kıyâmet alâmetleri, âhir zamanda vukû bulacak hadiselerin haber verilmesi ile alakalı rivayetler meyanında zikredilmiştir. Bazı kimseler, âhir zaman Mehdisinin Hz. İsa'dan başka bir kimse olmadığını da ileri sürüp, her ikisinin de aynı şahsiyet olduklarını söylemişlerdir. (Muhammed bin Abdirresûl El-Hüseynî Eş-Şehrezorî El-Berzencî, El-İşâ'a Li Eşrâti's-Sâ'a, Yazma, El-Mektebetu'l-Ezheriyye, 1667/924524; Tahkîk: Muvaffak Fevzî El-Cibr, 2. Baskı, Dâru'l-Hicre, Şam, 1995; Muhammed Zahid El-Kevserî, Nazratun Abire: Fi Mezâimi Men Yunkiru Nuzûli İsa Aleyhisselâm Kable'l-Âhire, İkinci Baskı, Kahire 1987. Bu kitap Allâme M. Zahid El-kevserî tarafından, Şeyh Mahmud Şeltût'un Hz. İsa (a.s) nüzulü meselesi ile ilgili fetvasına reddiye niteliğinde yazılmıştır. Eserin başında Şeyh Şeltût'un bu yöndeki fetvası da yer almaktadır.) Hatta bu yüzden, tarihimizde Mehdilik iddiasında bulunan bazı kimseler aynı zamanda Mesihlik iddiasında da bulunmuşlardır.


Geçen asırda, Mehdilik konusunda Risâle-i Nur'da birçok kısım yer almaktadır. Bazı çevreler bundan, Bediüzzaman Hazretlerinin kendisini Mehdi olarak gösterdiği şeklinde yanlış bir zanna kapılmış, hatta Bediüzzaman'ın kendisinden sonra belirli bir şahsa işaret ettiği şeklinde olmayacak yorumlar dahi sergilenmiştir. Bediüzzaman'ın Mehdilik meselesine uzun uzadıya değinmesinin ana nedeni her tarafta mağlubiyet ve işgallere uğramış ve zillete düşmüş İslâm dünyasına/Ümmete umut aşılamaya matuftu.

Bediüzzaman bu hususta kendi şahsını hiç bir şekilde imâ etmediği gibi açıkça bunun tersi yönde ifadelerde bulunmuştur. Bediüzzamanın Münâzarât'ında: “İhlâs-ı niyyeti ihlâl eden anâsır-ı garez olan neseb ve nesil ve tamâ ve havf beni bilmiyorlar. Ben de onları tanımıyorum veya tanımak istemiyorum. Zira meşhur bir nesebim yok ki, mâzisini muhafaza edeyim. Ben Ebu Lâşey” olduğumdan bir neslim de yokdur ki, istikbâlini temin edeyim.” (Münâzarât, Matbaa-i Ebu”z-Ziyâ, İstanbul, 1329; Sahife: 158) şeklinde bir ifade açıkça yer almaktadır.


1337/1919''da ise, Daru''l-Hikmeti''l-İslâmiyye âzası iken Meşihat makamına verdiği resmî evrak suretindeki Terceme-i Hâl Varakasında, “Bir sülâle-i ma'rufeye mensub ise, keyfiyet-i nisbeti” şeklindeki suâle “Bir Sülâle-i Ma''rûfeye Nisbetim Yoktur” şeklinde sarih cevap vermiştir. (Terceme-i Hâl Varakası'nın orijinali için bkz. Sadık Albayrak, Son Devrin İslâm Akademisi: Dâru”l-Hikmeti”l-İslâmiye, İz Yayıncılık, İstanbul, 1998, Sahife: 232)


Üstad Bediüzzaman Ondördüncü Şuâ”da da bu konuda şu ifadeye yer vermiştir:

“İddiânâmede benim hakkımda dört esas var:

Birinci Esas: Güya bende tefahur ve hodfüruşluk var ve kendimi müceddid biliyorum.

“Ben bütün kuvvetimle bunu reddederim. Hem Mehdilik isnadını hiç kabul etmediğime bütün kardeşlerim şehâdet ederler. Hatta Denizli”deki ehl-i vukuf, “Eğer Said mehdiliğini ortaya atsa bütün şâkirdleri kabul edecek” dediklerine mukabil, Said itiraznamesinde demiş ki, “Ben seyyid değilim. Mehdi, seyyid olacak” diye onları reddetmiş.” (Bediüzzaman, Şuâlar, Ondördüncü Şuâ, Teksir Mecmuâ)


Yine Emirdağ Lahikası”nda yer alan bir mektubunda şöyle demiştir:

“Ben de onlara demiştim: “Ben, kendimi seyyid bilemiyorum. Bu zamanda nesiller bilinmiyor. Halbuki âhir zamanın o büyük şahıs, Âl-i Beytten olacaktır. Gerçi, mânen ben Hazret-i Ali''nin (r.a.) bir veled-i mânevîsi hükmünde ondan hakikat dersini aldım ve Âl-i Muhammed Aleyhisselâm bir mânâda hakikî Nur şakirtlerine şâmil olmasından, ben de Âl-i Beytten sayılabilirim. Fakat bu zaman şahs-ı mânevî zamanı olmasından ve Nurun mesleğinde hiçbir cihette benlik ve şahsiyet ve şahsî makamları arzu etmek ve şan şeref kazanmak olmaz; ve sırr-ı ihlâsa tam muhalif olmasından, Cenab-ı Hakka hadsiz şükür ediyorum ki, beni kendime beğendirmemesinden, ben öyle şahsî ve haddimden hadsiz derece fazla makâmâta gözümü dikmem. Ve Nurdaki ihlâsı bozmamak için, uhrevî makâmat dahi bana verilse, bırakmaya kendimi mecbur biliyorum” dedim, o ehl-i vukuf sustu.” (bk. Emirdağ Lâhikası-1, 206. Mektup)

Talebelerinden Ceylan Çalışkan'ın Afyon Mahkemesindeki müdafaasında şu sözler yer almıştır:

“Onun ağzından bir defa olsun, mehdîliğine ve müceddidliğine dair bir kelime duymadım. “ (Şuâlar)


Yine Şuâlar'da Mehdiyetin şahs-ı manevi olarak vazifeleri ve Risale-i Nur'un bundaki rolü hususunda şu ifadeler yer almaktadır:

“Tekbirâtü'l-Huccac fî Arafat” başlıklı mektupta, “Nurun ehemmiyetli bir kısım şakirtleri pek musırrâne olarak âhir zamanda gelen Âl-i Beytin büyük bir mürşidi seni zannediyorlar. Sen de onların fikirlerini musırrâne kabul etmiyorsun, çekiniyorsun. Bu bir tezattır. Hallini isteriz” diye sormaları sebebiyle, onlara cevap olmak üzere, bundan sonra gelecek Mehdî-i Resulün temsil ettiği kudsî cemaatin şahs-ı mânevîsinin üç vazifesi olduğu, bunların imanı kurtarmak, hilâfet-i Muhammediye (a.s.m.) ünvanıyla şeâir-i İslâmiyeyi ihyâ etmek ve inkılâbât-ı zamaniye ile çok ahkâm-ı Kur'âniyenin ve şeriat-ı Muhammediyenin (a.s.m.) kanunlarının bir derece tâdile uğramasıyla o zât bu vazife-i uzmâyı yapmaya çalışır. Nur şakirtleri birinci vazifeyi tamamıyla Risale-i Nur'da gördüklerinden, ikinci, üçüncü vazifeleri de, buna nisbeten ikinci, üçüncü derecededir diye, Risale-i Nur'un şahs-ı mânevîsini haklı olarak bir nevi mehdi telâkki ediyorlar. Bir kısmı, o şahs-ı mânevînin bir mümessili olan bîçare tercümanını zannettiklerinden, bazan o ismi ona da veriyorlar. Hattâ, evliyanın bir kısmı, keramet-i gaybiyelerinde Risale-i Nur'u aynı o âhirzamanın hidâyet edicisi olduğu, bu tahkikatla teville anlaşılır diyorlar. İki noktada bir iltibas var; tevil lâzımdır.
Birincisi: âhirde iki vazife, gerçi hakikat noktasında birinci vazife derecesinde değiller. Fakat hilâfet-i Muhammediye (a.s.m.) ve ittihad-ı İslâm avamda ve ehl-i siyasette, hususan bu asrın efkârında o birinci vazifeden bin derece geniş görünüyor. Gerçi her asırda hidayet edici bir nevi mehdî ve müceddid geliyor ve gelmiş. Fakat her biri üç vazifeden birisini bir cihette yapması itibarıyla, âhir zamanın büyük mehdîsi ünvanını almamışlar.
İkincisi: âhirzamanın o büyük şahsı, âl-i Beytten olacak. Gerçi mânen ben Hazret-i Ali'nin (r.a.) bir veled-i mânevîsi hükmündeyim. Ondan hakikat dersini aldım. Ve âl-i Muhammed (a.s.m.) bir mânâda hakikî Nur şakirtlerine şâmil olmasından, ben de âl-i Beytten sayılabilirim. Fakat Nurun mesleğinde hiçbir cihette benlik, şahsiyet, şahsî makamları arzu etmek, şan ve şeref kazanmak olmaz.” (Şuâlar)

Yine Bediüzzaman, Hz. Peygamber'in (S.A.V) Mehdi/Mehdilik ile ilgili haberlerini havi rivayetler konusunda şunu söylemektedir:

“Dördüncü Esas: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın istikbalden haber verdiği bazı hadiseler, cüz'î birer hadise değil, belki tekerrür eden birer hadise-i külliyeyi, cüz'î bir surette haber verir. Halbuki o hadisenin müteaddit vecihleri var. Her defa bir veçhini beyan eder. Sonra râvi-i hadis o vecihleri birleştirir. Hilâf-ı vaki gibi görünür.
Meselâ, Hazret-i Mehdîye dair muhtelif rivayetler var. Tafsilât ve tasvirat başka başkadır. Halbuki, Yirmi Dördüncü Sözün bir dalında ispat edildiği gibi, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, vahye istinaden, herbir asırda kuvve-i mâneviye-i ehl-i imanı muhafaza etmek için, hem dehşetli hadiselerde ye'se düşmemek için, hem âlem-i İslâmiyetin bir silsile-i nuraniyesi olan Âl-i Beytine ehl-i imanı mânevî raptetmek için Mehdîyi haber vermiş. Âhirzamanda gelen Mehdî gibi herbir asır, Âl-i Beytten bir nevi mehdî, belki mehdîler bulmuş. Hattâ, Âl-i Beytten mâdud olan Abbasiye hulefasından, Büyük Mehdînin çok evsâfına câmi bir mehdî bulmuş. İşte, büyük Mehdîden evvel gelen emsalleri, numuneleri olan hulefa-i mehdiyyîn ve aktâb-ı mehdiyyîn evsafları, asıl Mehdînin evsâfına karışmış ve ondan rivayetler ihtilâfa düşmüş.” (Mektubât)

Tüm bu ifadelerden, Bediüzzaman'ın gerek kendi şahsına, gerekse başka belirli bir şahsa Mehdiyet hususunda hiçbir işaret ve imâda bulunmadığı anlaşılmaktadır. Buna rağmen, bazı şahıs ve grupların Bediüzzaman'ın Mehdiyet ile ilgili yazıp söylediklerini zemininden saptırarak belli şahıslara Mehdiyet vb. manevi/yüce makamlar/mertebeler atfetme gayesiyle istismarda bulundukları açıkça anlaşılmaktadır.Bediüzzaman Mehdiyete giden kademeleri şahs-ı manevi olarak nitelendirmiş, şahıslara atıfta bulunmamıştır.


Gerek hadis rivayetlerinde, gerek Mehdilikle ilgili yazılan eserlerde, gerekse Bediüzzaman'ın bu hususta yazdıkları istismara mahal bırakmayacak surette açık/sarih olmasına rağmen, istismarların önü alınamamıştır. Eskiden, izâfi de olsa, hilâfet müessesesi başta olmak üzere, Şeyhülislâmlık, Nakibu'l-eşraflık gibi Dini müesseselerin ayakta olduğu dönemlerde bu konudaki istismarların önü daha kolaylıkla alınabiliyordu.

Ancak 19. Ve 20. Yüzyıllarda İslâm dünyasının iyice çöküşe geçmesi, Osmanlı devletinin dağılması, son olarak Osmanlı İmparatorluğu bakiyesi üzerinde kurulan yeni cumhuriyetin neredeyse tüm dini kurumları tasfiye etmesi/yasaklaması büyük bir boşluğun doğmasına yol açar. Tüm Dini faaliyetler, tarikatlar ve cemaatler amansız bir yasak ve takibe maruz bırakılır. Bu da cemaat ve tarikatların yer altına çekilmesine ve zamanla büyük bir kısmının ehliyetsiz/liyakatsiz odakların eline geçmesine neden olur.


Devlet, sadece bununla kalmaz, amansız yasaklarla yer altına çekilmeye mecbur bıraktığı cemaatleri/dini grupları zaman içinde, özellikle 50'li yıllardan itibaren, istihbaratı aracılığı ile kontrol ve manipule etme yöntemine başvurur. Cemaatler ve dini gruplara sızdırdığı istihbarat elemanları vasıtasıyla çeşitli siyasi gayeler doğrultusunda istihdam eder. Özellikle Mehdilik meselesinin ön planda, merkezde olduğu şahıs kıbleli bir kısım cemaat ve dini gruplar bunun başını çeker.

Mehdilik/mücedditlik gibi gibi meselelerin istismarı, güç devşirmeye yönelik kullanılması, İslâm tarihinde ve günümüzde âlem-i İslam'ı/Ümmeti büyük zararlara uğratmış ve uğratmaktadır.  Zira, Din hizmetinde, Din'e hizmette gözetilmesi gereken Rızâ-yı Bârî'yi kazanmaktır. Mehdiyet makamına göz dikilmesi ise enaniyet, sapkınlık ve zulüm getirir. 


Günümüzde , Mehdi bekleyen bir kısım İslâmi çevreler, Suriye’de gelinen nokta, yaşanan felaketler, katliamlar üzerinden,  Evangelistler gibi Melhame-i Kübracılık/ Armageddonculuk yaparak, basiretimizi,  elimizi kolumuzu bağlamakta, adeta bukağılamaktadır. "Nasıl olsa Mehdi gelecek, Mehdi'nin gelmesi için önce herşeyin son derece kötüleşip iyice dibe vurması lazım" itikadı/anlayışı asla sâlim ve müstakim bir itikad/anlayış değil. 

Eşrâtu’s-Sa’a ile alakalı Sahih hadislere göre, elbette Mehdi gelecek. Bu rivayetler Hz. Resul-i Ekrem’in kıyâmet alâmetlerine ilişkin ifade ettiği gaybi haberlerdir.  Ancak bizim Mehdi’yi  bekleme, Mehdi'nin zuhurunu çabuklaştırma, acele ettirme diye asla bir dini bir mükellefiyet/vazife getirmiyor. Böyle bir Dini vazife ve mükellefiyetimiz olamaz.  Böyle bir vazife/mükellefiyet telakkisi sadece İslâm’a ve Ümmete zarar verir. Heleki, Mehdi bir an evvel zuhur etsin diye ortalığa, ateş, fitne ve kaos salmaya hiç kimsenin  yok. Mehdi zuhur etsin diye Evangelistler gibi, kaosçuluk yapmak İslam'a açıkça savaş açmaktır.

Yorumlar

  1. "Eşrâtu’s-Sa’a ile alakalı Sahih hadislere göre, elbette Mehdi gelecek." yanlış inancı haliyle istismarı da beraberinde getirir.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar