ÖRFİ HUKUK VE SİYASETEN KATL BAĞLAMINDA ŞEYH BEDREDDİN’İN KATLİ Müfid Yüksel










Örfi Hukuk ve Siyaseten Katl Bağlamında Şeyh Bedreddin'in Katli


MÜFİD YÜKSEL




Örfi Hukuk ya da Örf-i Sultânî “hükümdar ya da emirin sırf kendi iradesine dayanarak Şeri’atın kapsamına girmeyen sahalarda kanun yapabilme selâhiyetine sahip olması” diye açıklanmaktadır. Daha ilerisi, padişahın , hükümdar veya emirin kendi iradesine dayanarak ,şeri’at dışında kanunlar vaz’etmesidir. Bu kanunlara Yasağ-ı Sultanî de denmektedir. ( Anhegger, İnalcık, 1956: IX-X; 1996:319-320;Mumcu,1963:28-30; Beldiceanu,1967:9-10)[1]

Örf-i Sultanî’ye ait ilk örneklere, kısmen Abbasi belgelerinde, belirgin olarak Kutadgu Biligde rastlanmaktadır. ( Hilâl Al-Sabî, Rusûmu Dari’l-Hilâfe, English Translation, 1977; İnalcık, 1966: 259-271)

Bunlar dışında, diğer örnekler Timur’un Tüzükâtı ve müslümanlaşan moğol emirleri tarafından kullanılmaya devam eden Cengiz Yasasıdır. (Timur Ve Tüzükâtı, Terc. Mustafa Rahmi, 1339)

Osmanlı devletinde de, Yıldırım Bayezid’den başlayarak Örfi Hukuka başvurulmuş, Padişah, kendi iradesine dayanarak, şer’i kurallar dışında bazı kurallar vaz’etmiştir. Örneğin Kadılara bağlanan maaş ve onların hukukuna dair konan kurallar gibi.

Sultan Yıldırım Bayezid, kendi idaresindeki kadılar arasında rüşvetin yaygınlaştığını öğrenir. Anadoludan seksen kadar kadıyı toplar ve haksız elde ettikleri malları onlardan geri alır. Ve hepsinin ateşte yakılarak katledilmesi emrini verir. Bunu gören Vezir-i A’zam Ali Paşa,sultanın öfkesini dindirip bunları kurtarmak için padişah’ın nedimlerinden bir Habeşi’yi devreye sokar o da bir yolunu bularak padişahla konuşur ve öfkesini dindirir. Kadıların gelirlerinin olmaması dolayısıyle rüşvete tevessül ettiklerini anlayan padişah hususi bir kanunla onlara gelir tahsis eder:

“ Sultan Ali Paşa’nın teklifi ile , kadıların senedler için yirmi beş dirhem, tesciller için yedi dirhem, akidler ve nikah için de oniki dirhem, miras taksimi için binde yirmi dirhem almalarını kanunlaştırdı “
( Müneccimbaşı, Ahmed Bin Lütfullah, Camiu’d-Duvel, Haz. Ahmed Ağırakça, 1995)

Osmanlı Devletinde Örf-i Sultanî en fazla Fatih döneminde kurumsallaşmış ve bu şekilde süregelmiştir. Fatih Sultan Mehmed kanunnâmeler çıkarmış, ardından gelen padişahlar bunu daha da belirgin bir şekilde kurumsallaştırmışlardır. I. Selim’in kanunnâmeleri de bu konuda kaynak oluşturmaktadır. ( I. Selim Kanunnâmeleri, Haz. Yaşar Yücel-Selâmî Pulaha, TTK. Yay. 1995)

Örf-i Sultanî içerisinde en fazla ön plana çıkan Siyaseten Katl Kurumu olmuştur. Siyaseten Katl,  “bir İslam hükümdar, emir veya Valisinin kendi mutlak otoritesine dayanarak, şer’i hüküm dışında ölüm cezası vermesidir”, şeklinde tanımlanmıştır. ( Mumcu, 1963: 2 ) Siyaseten Katl Olayı, Emeviler ve Abbasilerde çok kez vuku bulmuş, ancak Osmanlı Döneminde hukuki ve kurumsal bir nitelik kazanmıştır. Aslında İslam Şeri’atında Kur’an ve Sünnetin belirlediği ölüm cezaları dışında ölüm cezası verilmesi yasaklanmıştır. Bu konuda halife veya emirlere ek bir yetki verilmemiştir. Hatta zaman zaman Osmanlı Döneminde Padişah ile Şeyhülislamlık kurumu arasında bu hususta ihtilâf da vuku bulmuştur.

Yavuz Sultan Selim bir gün iç oğlanlarına fena halde kızar, kırk kadarının öldürülmesini emreder. Bunun üzerine saray erkânı telaşa düşer, ancak kimse aksi bir şey yapmaya cesaret edemez. Nihayet Şeyhülislam Zenbilli Ali Efendi’ye haber verilir. Şeyhülislâm  o gece Sultanın yanına gelir. Zenbilli Ali Efendi, Padişaha:
“ Katledilmelerine ferman buyurulan kırk kadar adamınızın affı için geldim” der.
Sultan da: “ Hoca, sen artık dünya işlerine de karışır oldun. İstersen sana bir vezaret vereyim. Zenbilli Ali Efendi ise: “ Hayır, dünyanıza karışmağa değil, ahiretinizi kurtarmağa geldim” diyerek cevap verir. Aralarında geçen uzun muhaverelerden sonra, Sultan I. Selim emrini geri almış ve kırk kişi ölümden kurtulmuş.

Osmanlı Devletinde ‘Siyaseten Katl Olayı’, padişahların kardeşlerini katlettirmeleri, Osmanlı yönetim kademelerinde yer alan birçok kimsenin -malları da müsadere edilmek suretiyle[2]- katledilmeleri başta olmak üzere bir çok alanda yaygın bir şekilde uygulanmıştır. Siyaseten Katl Olayı çoğu zaman keyfi uygulanmış; bazı zamanlar ise padişah kanunnameleriyle hukuki veche kazanmış; zaman zaman da fetvalarla teyid edilmeye çalışılmıştır. İslam Şeri’atında, örfe göre verilen katl cezasının fetvası olmamasına karşın, bir kısım Osmanlı Şeyhülislâmları bu meşru olmayan fetvaları vermekten çekinmemişlerdir. Bir kısım padişah kardeşlerinin katledilmelerinde şeyhülislâmlardan fetvalar alınmıştır. Osmanlılarda bu uygulama 19’uncu yüzyıla kadar süregelmiş. 1254/1838 tarihli yeni ceza kanunu ile bu uygulamaya ve servetlerin müsaderesi usulüne son verilmiştir:
“ Ezman-ı sâlifede câri olan müsadere-i gayr-i icâbiyye ile beraber siyaset-i örfiyye bi’l-Külliye terk ve ilga ve şer’an kısas ve hudûd icrası lâzım gelenlerden ma’ada sair erbab-ı cürm ve kabahatincerâim ve kabahatlerine göre âhar gûna te’dib olunmak üzere, i’dam ve itlâf-ı nefslerinden sarf-ı enzâr-ı âtıfet-âsâr-ı hazret-i cihan-bâni şâyân ve sezâ buyurulmuş olduğuna binaen gerek Der-i saadet ve gerek Memâlik-i Mahrusatu’l-Mesâlik-i hazret-i hilâfet-penâhide bulunan şerif ve vazi’, kâffe-i me’murîn haklarında erzan buyurulmuştur” (Mumcu, 1963:173)

Siyaseten Katl Olayına şer’i delil olarak, Hz. Peygamber’in ( SAV) Ka’b Bin Eşref, İbn Ebi’l-Hukayk başta olmak üzere bazı yahudi önde gelenlerini katlettirmesi örnek gösterilmiştir. (Mumcu, 1963:10-11). Bu şekilde Hz. Peygamber’in (SAV) Kur’an ve vahyin dışında, indi bir karar aldığı zımnen ileri sürülmüştür. Oysaki, Hz. Peygamber, nebi ve resul olması hasebiyle vahye bağlı olarak sünneti vaz’edendir. Yani şari’dir. Şeri’atın kaynağıdır. Ehl-i Sünnet nazarında Edille-i Şer’iyyeyi teşkil eden dört unsurdan ikincisini, yine birincisine dayanarak vaz’edendir.  Sultan veya Hükümdarın ise böyle konumu sözkonusu olamaz. Böyle bir kıyas, Şer’i Hukuka göre batıl olur. Ka’b bin Eşref, İbn Ebi’l-Hukayk ve diğerlerinin katledilmeleri tamamen şari’in emri olması dolayısıyle, şer’i çerçevededir. İslâm’a göre Halife, Hükümdar ya da Emirler Peygamberler gibi ‘şari’ olamaz. Ve şer’i kurallar dışında ölüm cezası verilemez.

Bu açıklamadan sonra asıl konuya gelecek olursak, Siyaseten Katl Olayı mutad olan kardeş katli ile, idari mekanizmada olanlar dışına da zaman zaman teşmil edilmiştir. Ulemaya yönelik olarak mutad olmamasına karışın zaman zaman şeyhülislâm ve kadılar da siyaseten katledilmiştir.[3] Katledilen ilk Şeyhülislâm Ahizâde Mehmed Hüseyin Efendi olmuştur. (Katli: Ocak, 1634) . Katledilen ilk kadı ise Simavna Kadısı- oğlu Şeyh Bedreddin’dir.

Osmalıların Simavna (Edirne’nin 25 kilometre batısında, bugünkü Yunanistan topraklarında yer alan eski bir kale ve yerleşim merkezi ) kadısı ve Selçuklu hanedan sülalesinden olduğu söylenen Kadı İsrail’in oğlu olan Bedreddin Mahmud, Hicri 760 ( 1359 ) yılında burada doğar. Çcukluğundan itibaren babası gibi ilmiye mesleğini seçen Bedreddin Mahmud ilk derslerini babasından alır. Daha sonra Mevlana Şahidi, Konya’da Saadüddin-i Taftazani’nin talebesi Mevlana Feyzullah gibi alimlerden ders alır. Bilahare, Amcazadesi Müeyyedle birlikte Mısır’a gider, Orada Hidaye şerhi İnâye sahibi Şeyh Ekmeluddin Babürtî (Vefatı: 786) , Mübarekşah el-Mantıkî ve Kutbuddin Er-Razî gibi alimlerden ders alır. Seyyid Şerif-i Cürcanî ve Mevlana Abdüllatif, Hacı Paşa, Molla Fenarî  gibi ünlü kimselerle ders arkadaşlığı yapar. Bir ara Mekke’ye giderek Şeyh Zeyla’î den fıkıh ve usul dersleri alır. Mısır’da kaldığı dönemlerde o sıralarda Mısır’a yerleşmiş olan Seyyid Hüseyin Ahlatî ile tanışan Bedreddin Mahmud, onun cezbesine kapılarak, Ahlatî’ye mürid olarak, daha önce karşı olduğu Tasavvuf mesleğine süluk eder. Bir süre sonra, şeyhi tarafından irşad göreviyle Tebriz’e yollanan Bedreddin, burada, ünlü kıraat âlimi Mevlana Muhammed El-Cezerî’nin (750-833) aracılığıyla, Ankara savaşından dönmüş olan Timur’la görüştürülür. Timur tarafından engin fıkıh bilgisi nedeniyle takdir edilen Şeyh Bedreddin Semerkand’a götürülmek istenir. Ancak bunu kabul etmeyen Şeyh Bedreddin gizlice Timur’dan kaçarak, Bitlis yolu ile Mısır’a, şeyhinin yanına döner. Bir süre sonra şeyhinin vefatıyla, yerine dergâhında postnişîn olan Şeyh Bedreddin, altı ay sonra bazı müridlerin onu çekememesi dolayısıyle postunu terk eder. Mısır’dan ayrılarak Halep, Konya ve Bursa yoluyla memleketi Simavna’ya döner. Babası ve annesini burada sağ bulan Şeyh Bedreddin yedi yıllık bir uzlet hayatına çekilir. 1402’deki Ankara Savaşında Osmanlıların Timur’a yenilip, Yıldırım Bayezid’in, esir düşüp 1403’te ölmesinin ardından Anadolu’daki topraklarını kaybedip, fetret dönemine giren Osmanlı Devleti, Yıldırım Bayezid’in oğulları arasındaki kardeş çatışmalarına sahne olur. Bir ara, Edirne’ye hakim olup, hükümdarlığını ilan eden kardeşlerden, Musa Çelebî, Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin’i kadıasker yapar. Musa Çelebî 3,5 yıl süren saltanatı boyunca kadıaskerliği sürdüren Şeyh Bedredddin, bu arada 10 ay zarfında Cami’u’l-Fusûleyn adlı ünlü fıkıh kitabını yazarak hükümdara takdim eder. Sonunda, Musa Çelebî kardeşi Mehmed Çelebî’ye mağlup olarak saltanatını ve hayatını kaybeder. Şeyh Bedreddin ise ayda bin akçe ulûfe tayin edilerek , Çelebî Mehmed tarafından İznik’e sürgün edilip, kal’abendliğe tabi tutulur. Şeyh Bedreddin İznik’te iken, daha önce 816 yılında Edirne’de yazmağa başladığı, Letaifu’l-İşarât Şerhi Teshil’i 27 cemaziyelahir 818’de tamamlar. Bir süre sonra, daha önce Edirne’de kadıaskerken kethüdası olan Börklüce Mustafa’nın İzmir-Karaburun civarında ayaklanma çıkardığını duyan Şeyh Bedreddin, kendi durumunun da bu yüzden tehlikeye gireceği endişesiyle, gizlice İznik’i terk ederek İsfendiyar Beyinin yanına gider.  Bir süre sonra burada duramayarak Kırım taraflarına gitmek üzere, bir gemiye biner. Ancak, yolda Ceneviz gemilerinin tehdidi yüzünden gemi Eflak kıyılarına yanaşarak, şeyhi burada karaya çıkarır. Önce Eflak’a giden Şeyh Bedreddin ardından Ağaçdenizi’ne ( Deliorman ) gider. Burada, birçok eski müridi başına toplanır. Bunu duyan Çelebî Mehmed Kapıcıbaşı Elvan Bey öncülüğünde bir miktar asker göndererek bir hile ile Şeyhi yakalatır. Yakalanan Şeyh o sırada, Padişahın Selanik fethi için bulunduğu Siroz’a getirlerek bir evde haps edilir.
( Taşköprîzâde, Eş-Şekaik En-Nu’maniyye, 1985:49-51; Hafız Halîl Bin İsmaîl, Menâkıb-ı Şeyh Bedreddin, Atatürk Kitaplığı, Muallim Cevdet Yazmaları, No: K 157 ; Yüksel, 2002 )
Siroz’da Padişahla da görüştürülen Şeyh Bedreddin, Padişahın azarlarına maruz kalır. Şeyh Bedreddin’i ortadan kaldırmaya kararlı olan Çelebî Mehmed bunun hukuki yollarını arar. O sırada Acem diyarından yeni gelmiş olan ve Şerhu’l-‘Akaid sahibi Saaduddin-i Taftazânî’nin talebelerinden, Mevlâna Burhanuddin Haydar El-Acemî ‘den fetva istenir. Osmanlı tarih kaynaklarına göre, Haydar El-acemî  “ Kanı Helâl, Malı Haram “ diye fetva verir. Ve bu fetva ile Serez Çarşısında bir dükkan önünde darağacında çıplak vaziyette idam edilir. Aşıkpaşazâde, fetvanın Mevlana Haydar el-Acemi tarafından verildiğini ifade etmektedir:

“Simavna Kadısıoğlı'nıu tutdular; Siroz'a Sultan Mehmed'e gönderdiler. “Mevlâna Haydar” dirlerdi. Acemden yenile bir danişmend kişi gelmişdi.  Ana sordular: “Bunın hali nedür? bu bir danişmend kişidir.” dediler. Mevlana Haydar eydür. “Kanı helaldir ve malı haramdır” didi. iletdiler, Pazar içinde bir dükkan önüne asakodular (astılar).” (Aşıkpaşazade, Ali Beğ neşri,1332:93; Atsız neşri, 1947:154).
Oryantalist Giese tarafından neşredilen, Anonim Tevarih-i Al-i Osman'da  da Aşıkpaşazade ile aynı doğrultuda ifadeler yer almaktadır.

“(Onu) Siroz'a Sultan Mehmed'e iletdiler, Andan Sultan Mehmed sordı kim, “bunu nice idelüm” Bunı öldürmenün günâhı var mıdur? didi. Ol zamânun padişahları şöyle müslüman idi kim, şunculayın (şunun gibi) fesâd idüp âsi olanları öldürmeğe kıyamazlardı. Meğer ol zamanda, Mevlâna Haydar dirlerdi bir ulu dânişmend vardı. Acem'den gelmişdi, Ol fetva virdi kim, “Kanı helal, Malı haramdır” didi. Anun söziyile Siroz içinde bir çarşuda, bir dükkan önünde ber-dâr ettiler (astılar). Mezarın anda (orda) kazdılar.” (Anonim Tevarih; Giese Neşri, 1922: 54-55;N. Azamat yayını,1992:58-59).

Lütfi Paşa tarihinde de, bu konuda tamamen, Anonim Tevarihteki ifadeler tekrarlanmaktadır (Lütfi Paşa, Tevarih, Ali Beğ neşri;1341:74).

 Neşrî ve Oruç Beğ’in tarihlerinde ise, Şeyhin kendisinin de kendisi hakkındaki, Mevlana Haydar’ın fetvasını tasdik ettiğini yazmaktadır:

 “Heman Simavna Kadısıoğlu'nu tutup, Serez’de, Sultan Mehmed'e getirdiler. Acem'den yenile gelmiş bir danişmend (alim, bilgin) var idi, Mevlana Haydar derlerdi. Sultan Mehmed yanında olurdu. Ana Sultan Mehmed sordu kim, “Bunun gibi iş edenin şer’an hali nicedir? bu dahi aslında bir danişmend kişidir” dedi. Mevlana Haydar etti: “Şer'an bunun katli helâl,ama malı harâmdır.” dedi ve kendi dahi öyle fetva verdi. Andan, Simavna Kadısıoğlu'nu pazara iledip, bir dükkan önünde ber-dâr ettiler (astılar).” (Neşri,Cihannüma, TTK yayını ,1987:2/546-547; Taeschner yayını, 1951:146; 1955:218-219)

“Sirozda Sultan Mehmed’e iletdiler.Mevlana Haydar dirlerdi ulu dânişmend idi. Vilâyet-i Acem’den gelmişdi. Şeyhle hayli cidâl etdiler.Arada çok suâl ve cevâb olındı. Âkibet, Mevlânâ Haydar’ın sözi ileru geldi, fetva virdi kim,’kanı helâl, emma mâlı harâm’ dedi. Şeyh  sonra kendü dahı fetva virdi. Siroz’da bir yerde asdılar. Mezarını dahı anda itdiler. Hicretin 820'si (18 Şubat 1417-7 Şubat 1418 arası) idi.” (Oruç Beğ, Tevârîh-i Al-i Osman, Babinger yayını,1925:45,111; Atsız neşri, 1972:76-77).

Şeyh Bedreddin’in torunu Hafız Halil Bin İsmail tarafından Şeyh hakkında manzum olarak yazılan Menakıbnâme’de ise bu konuda çok farklı bilgiler bulunmaktadır. Torunu Hafız Halîl’e göre, Şeyh Bedreddin ile konuşmasında suçsuzluğunu anlayan ve insaf ehli olan Mevlâna Haydar El-Acemi bu konuda fetva vermekten imtina etmiş. Fetva daha önce şeyhi sevenlerden geçinen Fener sahibi Molla Fahreddin tarafından, şer’an değil örfen verilmiş. Şeriata göre katline fetva bulamamışlar.

Buna karşın, Çelebi Sultan Mehmed'in Şeyh'in vücudunu ortadan kaldırmağa kararlı olduğunu gördüklerinden onun idamına şeriat ile değil, örf ile karar veriyorlar. Yani, Menakıbnâme Şeyh için Şer'i hukukun değil, örfî hukukun uygulandığını belirtiyor:


   İrtesi oldu kamu Cem' oldılar
   Cümle şah’un katına dirildiler
   Molla Haydar hâzır oldu anda pes.
   Padişah’a olmağiçün vakt -res
   Bahse girdiler iki ankaay-ı vakt
  Tâ ki ire Şeyh içün vakt-ı makt
   İki deryâ gibi ikisi dahı
   Cûşa gelib bahse girdi iy ahi
                    °  °  °  °
   Gördiler Şer' (şeriat) ile çâre yok ana
   Kaldılar hayret (hayrette) olmaz bir yana
   Bildiler müftî (M.Haydar) ana mağlûbdur
   Hem katında ismeti matlûbdur.
   Kendüden fazlını şeyh’ün bildi ol
   Unfile söyleyüb olmadı fuzûl.
   Sadra teklîf itdi bî bâk iy ahî
   Ehl-i insâf idi gayet ol sahî
   Munla Sa’düddîn’e irmişdür ol er
                    °  °  °  °
   Bulmadılar müftîde Şer' ile yol
   Meclis-i hasmı kesâda virdi ol
   Bildiler Şâh'un murâdını bular
   Şeyh'i nâ-hak yire katlitmek diler
   Şâh murâdın anlayub mîr u vezîr
   Her birisi didi Saddak yâ emîr
   Didiler elbette gitmekdür seza
   Katli bunun örfile oldı gazâ
   Girü hasm olan kamu derildiler               
   Herbiri Müftî-i Mâcin oldılar
   Bilmeyüben kadrini ol gevherün
   ..........
   Geldiler Dîvâna ashâb-ı nifâk
   Katl içün itdiler anda ittifak
   Şâh rızâ gösterdi genlü gensüzin[4]
   Mekrile girdi vebâle ansuzın
   Hâsılı örfile olmuşdur helâk
   Kim helâkine son oldılar helâk. (Menakıbnâme, 52a-52b;1967:121-122)

Bu ifadelerden anlaşıldığı kadarıyla, Mevlâna Haydar el-Acemî onun katli yolunda fetva vermekten çekinmiş, Şeriata göre sabit bir suç görmeyip, Şeyh'e hürmet gösterip, kanına girilmemesini istemişse de sözü dinlenmemiş. Hatta bu yüzden, Menâkıbnâme yazarı olan Şeyh'in torunu Molla Haydar'ı ehl-i insaf diye övmekte, fetvanın diğer ulemaca şeriata değil, örfe dayanılarak verildiğini söylemektedir. Ancak, Padişah'ın Şeyh'i her ne şekilde olursa olsun öldürmek istediğini bilen bir çok kimse, divana gelip öldürülmesi için elbirliği ederler. Onlardan ikisi, ünlü Bayezid Paşa'yla, daha önce şeyhi sevenlerden, Fahreddin Fenâri'dir. Bunlar Şeyh'i bazı garip sorularla zor durumda bırakmağa çalışır
Şeyh de bunlara cevap vermez. Şeyh Bedreddin'in idam kararı kesinleşince, Şeyh herşeyden yüz çevirip kendisine haksızlık edenlere karşı Allah'a (CC) münacatta bulunup beddua eder. Beddua ettikleri arasında Bayezid Paşa ile Şehzade hocası Fahreddin Fenari de vardır. Menâkıbnâme'de Şeyh'in Bedduasına maruz kalanların, Bayezid Paşa ve Fahreddin Fenari de dahil çeşitli belâlara düçar oldukları, bedduanın etkisini gösterdiği iddia edilmektedir. Buna göre, herbiri bir yerde helâk olmuş, birini yıldırım çarpmış, biri soğuk suda boğulmuş, Bayezid Paşa Düzmece Mustafa tarafından öldürülmüş, Fahreddin Fenarî gözlerini kaybetmiş.
(Menakıbnâme,53b-54b;1967:124-127) Hoca Fahreddin ise; Menâkıbnâme, ondan Sahib-i Fener diye bahsedip sonradan gözlerini kaybettiğini bildiriyor. Bunun ünlü Molla Fenari olup olmadığını bilememekteyiz. Ünlü Şeyhulislâm Molla Fenari'nin ( 751/1350-834/1431)sonradan gözlerini kaybedip âma olduğu doğrudur. Ancak, tüm tarihi kayıtlarda Molla Fenari'nin adı Fahreddin olarak geçmemekte, Şemseddin Muhammed olarak geçmektedir (Eş-Şekaik; 1985.28; Müstakîmzâde, Devhatu’l-Meşâyih:3-5; İlmiye Salnâmesi,1334:322-326; Altunsu, Osmanlı Şeyhülislamları,1972:1). İsmet Sungurbey ve Abdülbâki Gölpınarlı ise, Menakıbnâme’nin kaydına dayanarak, örfe dayalı bu fetvanın Mevlâna Haydar el-Herevî tarafından değil belki, Molla Fenârî’den sonra ikinci Osmanlı Şeyhülislâmı olup, Edirne’de hurufîleri yaktırmakla ünlenen Mevlâna Fahreddin el-Acemî (Ölümü:865/1460) tarafından verilmiş olabileceğini kaydetmektedirler.
(Sungurbey-Gölpınarlı, 1966:IV, n7-XXXIV)
İdam kararı kesinleşen Şeyh Bedreddin, Sultan'ın izni ile arkadaşları ile görüşür, bunlara vasiyetini yaptıktan sonra herşeyden yüz çevirerek Allah'a tevbe ve münacatta bulunur:

Günler içre bir Çarşenbe güni
İstedi Şah’dan göre ashâbını
Şâh dahı sözin o dem redditmedi
Gelene bâbın önün sedditmedi
İzniyle ashâbını cem’ itdi o
Ne ise anda vasiyyet itdi o
Hâzır iken  ahbâb iy ahî[5]
Hakk’a münâcât idübdür ol sahî (Menakıbnâme, 56b;1967:132)

 Menâkıbnâme'ye göre 27 Şevval Cum'a günü hapsedildiği evden yaya olarak asılacak meydana getirilir:

Salbolunması mukarrer oldı çün
Girdiler dîvânına Şah’un o gün
Her ne ise anda söylendi cevâb
Didiler kim İnnehû şahsun ucâb
Geçdi yigirmi yidi gün iy hâcem
Şehr-i Şevvâl’den ki Cum’a gündi hem

-----
Halk kamu meclis önüne geldiler
Gördiler halkı cemi’-i câzi’un
Didi pes İnna ileyhi râci’ûn
Geldiler habsden çıkarmaga
Ol İmâmı ileteler dâra[6] salb olmağa
Taşraya çıkduğı demde ol İmâm
Çevre yanına kamu virdi selâm
At getürmişlerdi ata binmedi (Menakıbnâme,57a-57b;1967:132-133)

Dua ve kelime-i tevhîd'le darağacına doğru yürür ve üç kez tekbir getirir. Hemen asılarak idamı gerçekleştirilip, gün boyunca cesedi indirilmez. Vasiyeti üzerine gusledilip orada defnedilir:

Bir kez Allah didi ayruk dınmadı
Geldi tevhîd ide ide dâra ol
Berg-i gülveş (?) irdi ol dem hara ol
Hakk’a hamd ile senâ itdi o dem
 ------
İtdi tekbir anda üç kerre heman
Uçdı Allah rahmetine murg-i can
Çekdiler Şeyhi dâra pes ey can[7]
Kıyâs it Dâr-ı Mansur’a bunu heman[8]
Durdu Salbolunmuş anda bir gün bir gice
İrtesi kuşluga degin iy hâce ( hoca) ( Menakıbnâme, 57b;1967:134 )

Menakıbnâme’de ayrıca Şeyh’in asılarak idamına tarihler düşürülmüştür:

Hazrete irdi çün ol mevlûd-ı Hû
Dindi târîh “ İnnehu meczûbu Hû”[9]
Ol cihân içre olan makbûl-ı Hakk
Ol sabîhu’l-Vech ol meczûb-ı Hû
Ol Sıracuddîn Şeyhu’l-Muttakiyn
Ol dü kevni terk iden mensûb-ı Hû
Ol Semâviyu’l-Asl Mahmûd-ı dil
Ya’ni Bedr-i Rûm o merhûb-ı Hû
Bu fenâ milkinde hem Mansûrvâr
Işk dârında olan maslûb-ı Hû
Şehr-i Sîrûz şud mezâreş iy cüvân
Yerhamullah innehu matlûbu Hû
Olsun evlâdı (vü) etbâ’ı anun
Dergeh-i Hakk’da şehâ mergûb-ı Hû
Didi Halîl bni İsmaîl bni Şeyh
Cedde târîh “ İnnehu meczûb-ı Hû “ ( Menakıbnâme,58a;1967:135-136 )

“İnnehu Meczûbu Hû” tarih terkibinden cifr hesabına göre 818 rakamı çıkmaktadır ki, bu, Şeyh’in idam tarihini belirtmekten uzak görünmektedir. Zira, Şeyh Bedreddin Teshil Haşiyesi’nde bu eserini İznik’te hapis ve gurbet sıkıntıları içinde 818 Cemaziyelahir’inde bitirdiğini söylemektedir. Cemaziyelahirin sonlarıyla, Şevvâl 27 arasında 4 ay civarında bir zaman sözkonusudur ki, Şeyh Bedreddin’in İznik’ten kaçışı sonrasındaki olaylar çok daha fazla zaman diliminde vuku bulmuş olmayı gerektirir.  Şeyh’in idam tarihinin Hicri 820 olması daha kuvvetle muhtemeldir. Menakıbnâme dışındaki diğer tarihi kaynaklarda da Şeyh’in idam tarihi farklı şekillerde yer almaktadır. Taşköprülüzâde  “Şekâik “ te Şeyh’in vefat tarihini 818 olarak kaydetmektedir. (Taşköprîzâde, Şekâik, 1985:52). Aşıkpaşazâde tarihinde de  Şeyh Bedreddin’nin idamı hadisesi 816 ile 820 yılları arasında geçen olaylar meyanında zikredilmiştir. ( Aşıkpaşazâde, Tevârîh, Ali Beğ Neşri, 1332:86-94) İbn Arabşah 820 tarihini vermekte, Oruç Bey’in tarihinde de 820 rakamı yer almaktadır. ( Oruç Beğ, Tevârîh-i Al-i Osman, Babinger neşri, 1925:45; Atsız neşri, 1972:77)
Çelebî Sultan Mehmed’in ölüm tarihi dikkate alındığında da, 820 ya da daha yukarı bir tarih ihtimali güçlenmektedir. Aşıkpaşazâde tarihinin Ali Beğ neşri Çelebî Mehmed’in ölüm tarihini 820 olarak vermekte ( Aşıkpaşazâde, 1332:94 ), Atsız neşrinde ise 824 tarihi kaydedilmiştir. ( Aşıkpaşazâde, Atsız neşri, 1947:155 ).  Diğer tarihi kaynaklar da da 824 tarihi verilmektedir. Çelebi Mehmed’in Bursa’daki ünlü Yeşil türbesinin, gerek kapı gerekse sanduka kitâbesinde de 824 cemaziyelulası ( Mayıs 1421 ) tarih olarak yazılmıştır.[10] Tüm erken dönem Osmanlı tarih kaynaklarında, Çelebi Mehmed’in ölümü, Şeyh Bedreddin olayından kısa bir sure sonra zikredilir. Dolayısıyle, 818 tarihi pek mümkün görünmemektedir. Ancak, Şeyh’in idam tarihi konusunda yine de kesin bir sonuca ulaşamamaktayız.

Menâkıbnâme, Çelebi Sultan Mehmed'in ertesi gün gördüğü kabustan dolayı onu idam ettirdiğine pişman olduğunu, Şeyh'in bedduası ile o günden itibaren sar'aya tutulup el ve ayağının büküldüğünü söylemektedir. Şeyh'in haksız yere idam edildiğini anladığından buna sebep olanları sürmüş (Menâkıbnâme, 58a-58b;1967:134-135-136).
Tüm bu bilgiler sonucunda, Şeyh Bedreddin'in kendi idam fetvasını şeriata göre kendisinin vermiş olduğuna ilişkin rivayetler pek sıhhatli gözükmemektedir. Şeyh'in kendisini Şeriat dışına çıkmış saydığı yolundaki bilgiler sağlıklı bilgiler olmaktan yoksundur. Kaldı ki, tarihi kaynakların önemli bölümünde fetva'nın Mevlâna Haydar el-Acemi tarafından verildiği beyan olunmakta; torunu (Hafız Halil) tarafından yazıldığı için konuya ilişkin en sağlam, güvenilir kaynaklardan biri kabul edilen Menakıbnâme çok farklı bir bilgi sunmaktadır. Bu konuda Mevlana Haydar el-Acemi'yi de tezkiye etmektedir. Onun bu konuda fetva vermediğini, hatta fetvanın diğerlerince, şeriata göre verilmeyip örfi hukuka göre verildiğini yazmaktadır. Özellikle bu durumda, Şeyh Bedreddin'in kendi fetvasının şeriat'a göre idam olduğunu söyleyip ifade etmiş olması ya da verilen fetvayı şer'an tasdik etmiş olması mümkün görünmemektedir. Yanısıra, Osmanlı resmi tarihçileriden, gerek fetvayı kendisine dayandıranlar, gerekse Mevlana Haydar'a dayandıranlar bir yandan da fetvasını “kanı helâl, malı haram” şeklinde ifade etmişler. Diğer yandan da, ‘Heşt Behişt'te İslamdan çıkmış olmak, Ibahilik, haramları helâl saymakla suçlanır. Bu durumda, Mürted'in hükmü uygulanması gerekirdi ki, kanı helâl sayıldığı halde, malı helâl sayılmamakla, Mürted, Mülhid ve İbahi hükmü uygulanmamıştır. Bu tarihçiler burada çelişki sergilemektedirler. Eğer Şeyh İslam'dan çıkmış, Mülhid sayılsaydı, malı da helâl kılınması gerekecekti. Yine, Heşt Behişt'te bir yandan büyük bir alimken, yoldan sapıp, Şeriat ve İslam dairesi dışına çıktığı, kendisinin de bunu ulema ve Sultan'ın önünde itiraf edip, şer'i hükme razı olacağını söylediği ifade edilirken, diğer yandan onun bâgi (asi) olduğu ve bu sebeple idamının gerekli olduğu söylenerek çelişki sergileniyor.
Bunun yanısıra, onun şeriata, İslam’a karşı olduğu, kabul etmeyip inanmadığı halde kendi şer'i hükmünü söylediği iddia edilmektedir. Ancak, Şeriat, din karşıtı olmuş olsaydı, o durumda şer'i hükmünün “kanı da, malı da helâl” şeklinde olacağını söylemesi gerekirdi. Bu konuda, gerek bir kısım Osmanlı resmi tarihçilerince, gerekse son dönem; sol ve sağ ideolojik çevrelerce sonradan yazılan senaryoda çelişki vardır. Bazı Osmanlı resmi tarihçileri onun idamını meşrulaştırmak için, onun saltanat davasında bulunduğunu (ki, bu şer'an idam için meşru bir neden olamaz), bazıları da onun şeriat karşıtı olduğunu bahane göstermişler. Sağ ideolojik çevreler, sol kesim ve Nazım Hikmet'e duydukları tepki nedeniyle, idamı meşrulaştırmak için Şeyh'i Şeriat, din karşıtı olarak gösterdikleri gibi; sol ideolojik çevreler de, onu devrimci, din karşıtı ihtilâlci ve dolayısıyla, Şeriat mazlumu olarak lanse etmek amacıyla şeriat karşıtı olduğu için idam edildiğini savunmuşlar.



Bibliography

Altunsu, Dr. Abdülkadir, 1972. Osmanlı Şeyhülislâmları, Ayyıldız Matbaası, Ankara.

Anonim Tevârîh-i Al-i Osman, F. Giese neşri, 1922. Leipzig; Latinize baskısı, Hazırlayan: Nihat Azamat, 1992. Marmara Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul.

Anhegger, Robert-İnalcık, Halil, 1956. Kanûnnâme-i Sultânî Ber Mûceb-i Örf-i Sultânî, II. Mehmed Ve II. Bayezid Devirlerine ait Yasaknâme ve Kanûnnâmeler, TTK Basımevi, Ankara

Ahmed Rıfkı, Bektâşî, Sırrı, 1325-1328, Asır Kütüphanesi, istanbul

Aşıkpaşazâde Ahmed Aşıki, Tevârîh-i Al-i Osman, Ali Beğ Neşri, 1332, Matbaa-i Amire, İstanbul, Nihal Atsız Yayını, 1947, Türkiye Yayınevi, İstanbul

Beldiceanu, Nicoara, 1967. Code De Lois Coutumiéres De Mehmed II. Kitâb-i Qavânîn-i Örfiyye-i ‘Osmânî, Otto Harrassowitz. Wiesbaden

Gölpınarlı, Abdülbâki-Sungurbey, İsmet, 1966. Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin, Eti Yayınevi, İstanbul

Hafız Halil Bin İsmail Bin Şeyh Bedreddin, Menâkıb-ı Şeyh Bedreddin Bin Kâdi İsraîl, İst. Büyükşehir. Bld. Taksim Atatürk Kitaplığı, Muallim Cevdet Yazmaları, No: K. 157; Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin Manâkıbı, Yayınlayanlar: Abdülbâkî Gölpınarlı-İsmet Sungurbey, 1967, Eti Yayınları, İstanbul

Hilâl Al-sabi’, Rusûm Dâr Al-Khilâfah, English Translation, by Elie A. Salem, American University Of Beirut. Beirut

İdris-i Bitlisî, Heşt Behişt, Es’ad Efendi ( Süleymaniye ) Kütüphanesi No: 2197, Müellif Hattı

İlmiye Salnâmesi, 1334, istanbul

İnalcık, Halil, 1966. Kutadgu Bilig’de Türk ve İran siyaset nazariye ve gelenekleri, “Reşid Rahmeti Arat İçin” içinde, 259-271, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları:19, Ankara

İnalcık, Halil, 1996, Osmanlı Hukukuna Giriş:  Örfî-Sultânî Hukuk Ve Fatih’in Kanunları, “ Osmanlı İmparatorluğu, Toplum Ve Ekonomi “ içinde, 319-341, Eren Yayıncılık, İstanbul

Lütfî Paşa, Tevârîh-i Al-i Osman, Ali Beğ neşri, 1341. Matbaa-i Amire, İstanbul

Mumcu, Ahmed, 1963. Osmanlı Devletinde Siyaseten Katl, Ajans Türk Matbaası, Ankara

Mustafa Rahmi, Timur Ve Tüzükâtı, 1339. TBMM Hükümeti, Mf. V. Neşriyatı, Matbaa-i Amire İstanbul.

Müneccimbaşı, Ahmed Bin Lütfullah, Câmi’u’d-Duvel, 1995. Arapçası ve Türkçe tercümesi Haz. Ahmed Ağırakça, İnsan Yayınları, İstanbul

Müstakîmzâde, Süleyman Saadüddin, Devhatu’l-Meşayih, zeyli ile beraber, Rif’at    Efendi neşri, İstanbul

Neşrî, Mehmed, Kitâb-ı Cihannümâ, Yayınlayanlar: Faik Reşit Unat- Prof. Dr.                  Mehmed A. Köymen, TTK. Yay. 2. Baskı, 1987. Ankara

Oruç Beğ, Bin Adil El-Kazzaz, Edirnevî, Tevârîh-i Al-i Osman, F. Babinger neşri,1343/1925. Heinz Lafaire, Hannover; N. Atsız neşri, 1972. Tercüman 1001 Temel eser, İstanbul

Taşköprülüzâde, Usamuddin Ebu’l-Hayr, Eş-Şekâik En-Nu’maniyye Fi Ulemâi’d-Devleti’l-usmaniyye, Arapça neşir: Ahmed Subhi Furat, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul

Türkiyede Vakıf Abideler ve Eski Eserler, 1983. Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara

Yücel, Yaşar- Pulaha Selâmî, 1995. I. Selim Kanunnâmeleri, TTK, Ankara

Yüksel, Müfid, 2002. Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin, Bakış Yayınları, İstanbul

Notlar:

[1] Osmanlı Devleti’nde Örfi hukuk ya da Örf-i Sultânî, Padişah Kanunnameleri, buna bağlı olarak örfen, siyaseten katl meselesi, geniş bir araştırma konusudur. Bu konuyu, ileride gerçekleştirmeyi planladığımız. “ Osmanlı Devleti’nde Örfî Hukuk, Siyaseten Katl Ve Bunların Siyasal Ve Toplumsal Katmanlara Yansıması “ başlıklı müstakil  çalışmamızda ele alacağız.
[2] Osmanlı devletinde siyaseten katledilen herhangi bir paşa veya beyin muhallefatı, terekesi müsadere edilmesi kuraldı.
[3] Bunlar dışında örneğin, 1241/1826 Vak’a-i Hayriyye olarak nitelendirilen, Yeniçeriliğin çok kanlı bir şekilde ilgâsı ve buna bağlı olarak Bektâşiliğin yasaklanmasının ardından bir kısım bektaşi babalarının idam edilmesi de örfen ve siyaseten olmuştur. Bu konuda dönemin Şeyhülislâmı Kadızâde Mehmed Tahir Efendi tarafından verilen fetva metninde de belirtilmiştir:

Müslim nâmına olan Zeyd meşîhat iddiasında olup ilhad ve zındıka İ’tikadında olduğunu izhâr ve bu vecihle dâ’î bi’l-Fesâd olduğu şer’an sâbit olsa Zeyd’in emru ûli’l-Emr  ile siyâseten katli meşru’ mudur ?

El-Cevâb: Allahu a’lem, vacibdir.

Bu suretde Zeyd vech-i muharrer üzere ilhâd ve zındıka ile ahz olundukdan sonra tevbesi makbûle olur mu?

El-Cevâb: Allahu a’lem olmaz belki katl olunur.

Sâhir ve sâ’î bi’l-Fesâd olan Zeyd kable’t-Tevbe ahz olunsa Zeyd’e ne lâzım olur?

El-Cevâb: Allahu a’lem katl olunur.

Ketebehu El-Fakîr Kadızâde Mehmed Tahir Ufiye ‘anhu

Ahmed Rıfkı, Bektaşî Sırrı, 1328:2/110 )


[4] Gölpınarlı-Sungurbey neşrinde, “ keklü keksüzin “ şeklinde yanlış yazılmıştır. Genlü gensüz, ister istemez anlamına gelmektedir.
[5] Bu mısrada , Gölpınarlı-Sungurbey neşrinde fazladan “ cümle” ifadesi eklenmiştir.
[6] Mısrada bu kelime, Gölpınarlı-Sungurbey neşrinde çıkarılmıştır.
[7] Menakıb’ın Gölpınarlı-Sungurbey transliterasyonunda, bu mısra “ Şeyh’i dâra çekdiler pes iy cüvan” diye kaydedilmesine karşın, asıl yazma nüshada bizim kaydettiğimiz gibi yer almaktadır ki, Gölpınarlı gibi önemli bir araştırmacının bu dikkatsizliği göze çarpmaktadır.
[8] Gölpınarlı-Sungurbey bu mısrayı da “ Dâr-ı Mansur’a kıyas eyle heman “ şeklinde yazmışlardır. Ancak yazma nüshada, mısra kaydettiğimiz gibidir.
[9] Yazma nüshada, bu mısra’ın hizsında bir çıkma ile şu tarih de düşürülmüş “ Acelu’l-Vasli lehu ışku vedûdi’l-Ebedî  823 “ Ancak, çıkmanın devamında, “ tefavüt vardır. “ denilerek iki tarih ( 818 ve 823 ) arasındaki çelişki ifade edilmektedir.
[10] Türkiye’de Vakıf Abideler Ve Eski eserler, III. Cilt . Shf. 294-296, Vakıflar Genel Müdürlüğü yayınları, 1983. Ankara




Cağaloğlu'nda Sultan II. Mahmud Türbesi Haziresinde Şeyh Bedreddin'in Kabri Başında.





Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin'in Fıkıhta Câmi'u'l-Fusûleyn Adlı Ünlü Eserinin 847/1443-44 Tarihli Yazma Bir Nüshası.







Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddinin Fıkıhta Letâifu'l-İşârât Şerhi Olan Teshil Adlı eserinin Yazma Bir Nüshası.




Vâridât Adlı Eserin Yazma Bir Nüshası.



Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin'in Torunu Hafız Halil Tarafından Nazmen Yazılan Menâkıbının Bilinen Yegane Yazma Nüshası. İBB. Atatür Kitaplığı. MC. K.157





Şeyh Bedreddin'in Torunu Hafız Halil'in Şeyh Bedreddin Menakıbında, Şeyhin Şeriata göre değil, Örfi Hukuk'a göre katledildiğini izah eden bölümleri









Davud El-Kayserî'nin Fusus Şerhinin İstanbul Üniversitesi Merkez Nadir Eserler Kütüphanesi. A. 2892 No'da kayıtlı Yazma nüshasında Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin'den Nakledilen Haşiyeler.




Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin'in 1924 Mübadelesi Sonrasında Yıkılan Yunanistan Serex'deki Türbesinden Türkiye'ye Getirilen Kemiklerinin/Naaşının İstanbul-Divanyolu-Cağaloğlu'nda Sultan II. Mahmud Türbesi Haziresine Defn Edilmesine Dair 23/10/1961 Tarihli Hükümet kararnâmesi.




Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin Başlıklı Kitap Çalışmamız. 2. Baskı






















Yorumlar

Popüler Yayınlar