HAKİKATPERVER EFENDİM
Yaşar Baba
Kıyâm Reisi-Zâkir Başı
Hanende-Mevlidhân-Mersiyeci
Sünbülî Dervîşi-Kâdirî Dedesi-Rifa’î Halifesi
ve nihâyet Bektaşî Şeyhi
Dinî, ruhânî ve uhrevî bir müessese olmaktan
ziyâde, halkın içinden doğmuş, halkın ruhuna uymuş, insanî, ictimaî bir tarikat
olan Bektâşîliğin içinde ve tarihinde isim yapmış veya bir yönden tanınmış
değerli şahsiyetler hakkında şimdiye kadar derli toplu ve esaslı bir inceleme
yapılmış değildir.
Tarikat ve tasavvuf tarihi bakımından lüzumlu
olduğu halde henüz ciddi bir şekilde ele alınmamış bulunan bu konunun
aydınlanması pek gecikmiştir. Yazılması lâzım gelenlerden çoğunun zamanla
unutulması hatta kaybolması ihtimali bile vardır.
Vaktiyle 'İstanbul Tekkeleri Tarihi' isimli
eserimizi yazarken bu lüzumu da düşünmüş, Bektaşîlik’de şöhret sahibi olmuş
eser vererek büyük küçük bir iz bırakmış kimseleri de diğer tarikat büyükleri
gibi ayrıca tesbît eylemiştik. Bir kısmını yakından tanıdığımız, bir
kaçını iyi bilenlerden dinlediğimiz bu simâları, sırası geldikçe birer birer yazacağız.
Şimdi son yılların en çok tanınmış bir Bektaşî
Babası olan, eski Kıyâm Reisi, Zâkir Başı Tatar Yaşar Baba’dan
başlıyoruz. İstanbul’da çok gelişmiş bir bakıma mektepleşmiş olan klasik tekke
musikimizde geniş şöhrete erişmiş nâmlı Zâkirbaşıların başında gelen Yaşar
Baba, bu sahanın son zamanlarda gerçekten pek kudretli simâlarından ve tam
manasıyla “Büyük Üstâd” larından biri olarak tanınmıştı.
Bu yüzden her yerde sevgi ve rağbet görür, her
zikir meydanı, her dergâh kendisini hasretle beklerdi. Tekkelerin son gününe
kadar bu değerini kaybetmedi, kimse onun yerine oturamadı.
Kıyâm zikrinde pek ustaca olan Reisliği, Zâkirbaşılığı, hele icra
kudreti hayret verecek şekilde birbirinden son derece üstün ve azametliydi.
Çeşitli besteleriyle, kafasında taşıdığı binlerce Şuul, Durak ve İlâhî
hazinesinin zenginliği ölçülemiyordu O derece eşsiz ve benzersizdi. Bu
yüzdendir ki hiçbir Zâkir, Zâkir Başı, Hânende ve Musikişinas, onunla baş
edemedi, boy ölçüşemedi.
“Baba”nın asıl adı Yaşar Aşkî idi.
Hiç kullanılmayan bu isim, yalnız âilesi büyüklerinin hafızasında hâtıra olarak
kalmıştı. Herkes her yerde onu “Yaşar Baba” diye tanırdı.
Çocukluğu, tekke çevresi içinde geçti. Tarikat
ve tasavvuf terbiyesi altında büyüdü. Bu münasebetle pek genç yaşında
birkaç tarikata girip çıktı. Hepsinde birer parça oyalandı, uyandı zarfı
yırttı, nihayet neş’eli mizacına, yaradılışına uygun bulduğu Bektaşîlik’te
karar kıldı.
Yıllar önce kendisinden sonra da kendisini
yakından tanıyanlardan tesbit etmiş olduğuma göre, Yaşar Baba Erenlerimiz
aslında Karadeniz Ereğlisine bağlı Alab bucağı yerlilerinden, “Alablılar”
ailesinden ve Hatîbzâdeler soyundandır. Kökü Tatar Türklerine dayanır.
Bu ailenin en yaşlı rüknü olan zamanının esnaf
kethüdası Hacı Hâfız Halil Efendi’nin büyük oğlu idi.
Hacı Hâfız Halil Efendi’nin babası Manavcı Ahmed
Ağa da hâfız idi. Kırk yaşından sonra Kur’ân-ı Kerîm’i ezberleyip mukâbele
okumuş, câmi ve tekkelerde hatimle terâvîh kıldırmıştır. [Müfid Yüksel]
Kendisine Tatar Yaşar Baba denilmesi –umulabilir
ki bu yüzdendir- zâten, içinden gülen ve şehlâ bakışları içinde zekâ
parıldayan küçücük gözleri, kösemsi sakalı ve yüz çizgilerinin bütünüyle tam
bir Türkistânlı’yı ve Tatar tipini hatırlatırdı. Bundan dolayı kendisine Tatar
Yaşar denildiği halde doğma büyüme İstanbullu idi. Eğrikapı -Molla Aşkî-
taraflarında dünyaya geldi. Çocukluğu, gençliği hep buralarda geçti.
Musikîde isim yaparak ortaya çıktıktan sonra
başlayan hayatı, önce Fethiye, Dırağman ve Balat’da, daha sonra Eyüp’te devam
ederek nihâyete erdi.
Babasını küçük yaşta kaybetmiş bulunduğundan tahsilini bitiremedi.
Hayatını kendi emeği ile kazanmak zorunda kaldı. Süleymaniye’de bir dökmeci
ustasının yanına girdi. Divitçi çıraklığı etti. Bu sıralarda hıfza da
başlamıştı. Balat [Ferruh Kethüda], Meydancık [Hoca Kasım Günânî], Molla Aşkî
câmilerinde pîr aşkına “Ezânlar” okuyor, salâlar veriyor, içeride müezzinlik
ediyor, fırsat buldukça Tevşîhli Mevlidlerde İlâhî okuyanlarn yanına ilişerek
kendisinde yavaş yavaş belirmeye başlayan temâyül ve istidâdını geliştirmeğe
çalışıyordu. Nihâyet, musiki aşkı, bilhassa klasik ma’bed musikimize karşı
duyduğu derin alâka, gün geçtikçe arttı ve onu ister istemez zamanın
üstadlarının meşklerinde bulunmağa sevketti. Önce komşusu Mahzen-i
esrâr-ı musiki ve serhânende-i Hazret-i Şehriyârî denilmekle
tanınmış Muallim İsmail Hakkı Bey’den sonra Balat'da
Sünbüliye tarikatından Ferruh Kethüda Tekkesi postnişîni, âlim, ârif bir zât
olan Durakçı ve Mi’daciyeci Şeyh Hâfız Kemâleddin Efendi’den meşk’e başladı. Daha
sonra meşhur Turşucu Hâfız’a geldi. Ondan da bir hayli feyizlendi. Ayrıca yine
bu yolun üstâdı Deli Es’ad’tan birçok Şu’ûl, Durak ve İlâhî geçti. Bunlarla da
kalmayarak zamanın büyük şöhretlerinden Balat Meydancık [Hoca Kasım Günânî]
cami’i imamı ve zâkirler zâkiri Hâfız Hasan Tahsin Efendi’ye başvurdu; onun
talebe ve çırakları arasına karıştı.
Meşk arkadaşı rahmetli babacığımla beraber Balat
İmamı’nın derslerine aşkla, şevkle geceli gündüzlü devam ettiler. Hevesli çocuk
zengin istidâdı sayesinde hemen göze çarpar bir hâl almış, talebe arasında bir
kıymet olarak parlamağa başlamıştı. Az bir zaman içinde devrin büyük üstâdı
Balat İmamı’nda Zâkirbaşılık icâzetnâmesi almağa muvaffak oldu. Genç yaşta bu
şerefi kazandı. Fakat, hocasına saygısından, terbiye ve tevâzu gösterip, onun hayatında
Zâkirbaşı postuna oturmadı. Geldiği ve getirildiği tekkelerde ancak onun
karşısında Peyrev [yardımcı] olarak zikri idareye çalışırdı.
Üzerinde ayrıca Kıyâm Reisliği de vardı. Bunun
usûle göre törenle verilen izin Fatiha’sını daha önceden almıştı. Bu itibârla
İstanbul Kıyâmî tekkelerinde uzun zaman Kıyâm Reisliği yaptı. Meselâ,
ihtişamlı, coşkun zikirleri ve usta zikircileri ile zamanında ün salmış Kubbe
Tekkesi’nin kıyâm reisliğini uzun yıllar en mükemmel şekli ile idare ve ikâme
etti. Tekke’nin Kubbeliler ismi ile tanınmasında büyük bir âmil oldu.
Burası aynı zamanda onun kendi tekkesi
olduğundan zikre girilmeden önce ve sonra Şedd kuşanıp, hizmete soyunup Feyz
Kapısı’nda Meydan Nakibliği de ediyordu.
Yaşar Baba, Gülşenî Savtları’nı da iyi bilirdi. Mi’raciye bahirleri gibi iki kişi ile
birlikte okunulan ve bir adı da Tapu Savtı olan; ayrı bir usûlde bestelenmiş bu
İlâhîleri elde etmek için mahallesindeki Gülşenîhâne’ye bilhassa devam eyledi.
Tekkenin postnişîni Hasan Sezâî Efendi’nin kardeşi Zâkir İsmail Efendi’nin
meşklerinde bulunup Savtlar’ı ondan geçti.
Bu şekilde yıllarını harcayarak, ne lâzımsa
öğrenip, ortaya çıkan Yaşar Baba’nın yukarıda yazdığımız gibi Kıyâm Reisliği,
Zâkirbaşılığı en başta gelmek üzere Devrân yürürken bir düzine İlâhî atmasından
Mevlid, Mersiye ve Durak okumasına ve hatta kendisinden hiç umulmadığı halde,
Ramazan’da mihrâba geçip Terâvîh namazı kıldırmasına, Mahfil veya Maksure’de
müezzinlik etmesine kadar hepsi biri birinden tertipli, ustalıklı ve bir başka
güzellikte idi. Musikide nazarî bilgisi pek esaslı ve etraflı olmamakla beraber
hiç gözden kaçmayan icra kudretine yetişilemiyordu. Baba’nın bu eşsiz tarafına,
onu yetiştiren hocaları bile imreniyorlardı.
İstanbul tekkelerinin gözbebeği ve tekke musikisinin bir tanesi
sayılması sebepsiz değildi.
İlâhî aşkın, tasavvufun zamanında ilk büyük
mektebi ve klasik musikimizin biricik konservatuarı sayılan eski dergâhların,
dergâhlara mahsus zikir âlemlerinin hakikaten yüzünü güldürmüş adamdır.
Yaşar Baba’nın Erenler Meydanı’nda bir
görünmesi, zikrin zevkini artırır, herkese bir başka coşkunluk getirirdi.
Öteden beri bu işin üstâdı bilinen eski
zâkirler, zâkirbaşılar onun bılunduğu yerde bu sebeple zikri açmazlar, yanına
İlâhî atamazlar, onun usûl ve tertibinden dışarı çıkamazlardı. Meşk hocaları
bile unuttuklarını tamamlamak için Yaşar Baba’ya gelirlerdi. Kezâ, yıllarca ve
def’alarca Meydan açmış, Devrân sürmüş, zikir şekillerinin her türlü usûl ve
erkânına vâkıf, kıdemli Şeyh Efendiler, Yaşar Baba’nın idaresi altında yürüyen
Mukâbele ve Ayîn-i Şerîflere ufacık bir müdahalede bulunmaktan çekinirlerdi.
Zikrin usûl ve âhengini bozmamak için, kıyâm
olsun devrân olsun, Meydan’da her şeyi tamamen ona bırakırlardı.
Yaşar Baba’nın klasik tarzda okuduğu Mevlid ve Mersiyeler de ayrı
bir hususiyet taşırdı. Bunlar onun ağzından Selef’den kalma müstesna bir usûl
ve tavırla dinlenilir, her nağmesinde bir başka eda, kulak zevkini okşardı.
Hele, yumuşacık tatlı sesi ile mersiye
okuyuşları bambaşka idi. Ehl-i Beyt’e vurgun Ca’ferî mezhebi mensubu
İranlı müslüman kardeşlerimizi bu yanık ve oynak hançeresi ile kendisine hayran
etmekteydi. Onlarca Mâtem ayı olarak bilinen muharremlerde Yaşar
Baba’yı Vâlide Hanı’na götürürler; ta’ziye meclislerinde o, mersiyesini okur
iken karşısında diz çöküp bükâ ederler [Gözyaşı dökerler], kendilerinden
geçerlerdi. Çünkü Baba’nın Mersiyehânlığı Fethiyeli Nezihî Bey’e benzerdi.
Okuyuşları tıpkı onunki gibi yürekten gelir, yüreklere işlerdi ve taklid
edilemeyecek bir şekilde idi.
İstanbul Bektaşî tekkelerinde âdet olduğu üzere,
Sâfî Baba Mersiyesi’ni, diğer tekkelerde ise Yazıcıoğlu mersiyesi’ni okuduğu
halde usûl ve tavırlarını birbirine karıştırdığı görülmezdi.
Yaşar Baba’nın zâkirliğinde ve zikri idare etmek
hususundaki büyük başarısında peyrevlerinin çok önemli hizmet ve yardımları
olduğunu unutmamak lâzım gelir.
Muallim İsmail Hakkı Bey’in muavinlerinden Musiki hocası Bestekâr
İzzeddin Hümâyi, sonradan şöhretli bir zâkirbaşı olan Terlikçi Mehmed Efendi,
Karagümrüklü Hacı Şeref, kardeşi Hafız Selahaddin Bey, Şef Hanende Zâkir
Celâl, yine Şef Hanende zâkir Arap Hüsnî, Yeni Cami müezzini
Hâfız Ali Efendi, son hakkâklarımızdan Rauf Fehmî Efendi, Aksaray-Vâlide Camii
baş müezzini Hâfız Hamdi Efendi [Tatar Hamdi], meşhur Hâfız Burhan, tanınmış
mevlidhân Hâfız Mecîd, Sultan Selimli Hâfız Ali Rıza [Ali Rıza Sağman], Cihan
Bülbülü Hâfız Sâmî’nin yeğeni Hâfız Cevdet, onun küçük kardeşi hâfız
Necâtî, Karagümrük’te-Altay’da Kenân-ı Ümmî tekkesinin ilk ve son
postnişîni Filibeli Ken’an Efendi’nin oğlu eczacı, kütüphaneci, şimdi de
mevlidhân Kâzım Bey.. gibi sahasında kendilerini ilk zamanlardan beri
göstermeğe parlak istidâd sahiplerinin Yaşar Baba’nın karşısında yardımcı ve
tamamlayıcı olarak bulunmaları, Baba’nın o meşhur başarısında ve dolayısıyla
zikrin âhenk ve ihtişamla yürümesinde çok kuvvetli ve tesirli bir şekilde birer
âmil olmuşlardır.
Asıl adı Hüseyin Şerefüddin olan Hacı
Şeref merhum, Balat İmamı’nın en parlak çıraklarındandır. 1323 yılında ondan icâzet aldıktan sonra İstanbul tekkelerinde,
kıyâmî, devrânî olarak uzun yıllar Zâkirlik ve Zâkirbaşılık etti. Şarkı ve
Semâ’î de geçmişti. Karagöz oyunlarına mahsus Perde Gazellerini de usulü ile
öğrenmiş ve yazmıştı. Bunları ustalıkla okurdu. Hühuft makâmında bir
perde gazelini kendisinden geçmiştim.
Usule vâkıf olduğundan güzel Dâire
çalardı. Dergâhların sırlanmasından sonra, Mehter takımında
Gülbenkçi ve Halîlezen olarak vazife gören Rahmetli Salâhaddin Pınar,
eski bestelerden bir kaçını ondan geçmiş ve notaya almıştı. Gençliğinde
Kâdirî, Rufâî tarikatlarına girdi. Sonraları Terlikçi Mehmed ve aktör
Şâdî ile birlikte Yaşar Baba’dan nasîb alarak Bektâşî oldu. Fakat namazını,
niyazını bırakmadı. 1337/1921'de Yaşar Baba’dan ayrıca Zâkirbaşı icâzetnâmesi
aldı. Hacı Şeref eskilerin Meclisârâ dedikleri, geldiği yere
neş’e getiren, konuşkan ve konuşması ile iç açan adamdı, bu sebeple her yerde
aranır ve beklenirdi. Latîfeci, şakacı, edeb, erkân görmüş terbiyeli bir kalem
efendisi, bir şehir çocuğu olmakla beraber son derece asabi ve patavatsızdı.
Lâkin dosdoğru adamdı. Aynı zamanda vefâkâr ve hatırşinâstı. Babacığımın Kırk
Mevlidinde okunan Tevşîhleri Kabakulak Ali Bey ile beraber o idare etmişti.
İstanbul Tapu-Kadastro grup müdürlüğü Beyoğlu masası memurluğundan emekliye
ayrıldıktan sonra, bütün ömrü doğup büyüdüğü Karagümrük’te geçti. 1947 yılı Ocak ayının son gecesinde, yine Karagümrük’te
Rufâiyye’den Tahta Minare Tekkesi’nin bitişiğindeki evinde vefat etti. Pek
değerli, faziletli dostum Hammâmîzâde İhsan Bey merhum
teklifim üzerine şu tarihi vücuda getirdi:
Kaldı heman dergeh-i Dehrde bir hoş sadâ
Ola Şeref Hacı’nın Hûr u Gılmân yoldaşı
Cevher tâarihini yazdı kalem Hayy deyu
Gitdi heman Hû deyib Cennet’e Zâkirbaşı
Son ......şairlerinden .....ettiği ..........Bey
Hacı Şeref’in göçmesine eseflenerek kaleme aldığı tarîh manzumesinde onu ne
güzel anlatıyor:
Merd-i zâkir Hacı Şeref de etdi terk-i dünya
Bütün bu tesirleri görebileceğimiz son örnek,
Karagümrük’teki Ümm-i Ken’an Tekkesi idi.
İstanbul’da ihvânın yardımı ile açılmış en
son Rifâî tekkesi, daha doğrusu Rifâîlikten kopma bir Sayyâdî tekkesi olan
bu Dergâh, oldum olasıya Yaşar Baba’nın kudret ve şahsiyeti sâyesinde tutunmuş,
parlamış, kurulduğundan son güne kadar onun himmet ve idaresi ile yaşamış ve
göze çarpar bir hâl almıştı. Saatlerce süren zikri ve zikirciliği hatta usûlü
ile zikretmesini bilmeyen, beceremeyen Şeyh Efendi’yi, Yaşar Baba parmağının
ucunda çeviriyordu.
Galatasaray Lisesi’nde okumuş, iyi tahsil görmüş, yıllarca Maârif hizmetinde
bulunmuş, aydın bir kimse olan, hatta mektebte öğrendiği Farsça ile tekkesinde
Mesnevî-yi Şerîf okutmaya cesaret gösteren, fakat süluka girmeden, meydan,
erkân görmeden Medineli Seyyid Hamza’nın ‘atiyyeten verdiği icâzet ile posta
oturtulmuş bulunduğundan, zikir sırasında sanki bir yabancı ziyaretçi imiş gibi
Mihrâb önünde hareketsiz, heyecansız durmaktan başka elinden birşey gelmeyen
Şeyh efendi, Yaşar Baba’ya bu hususta çok şeyler borçlu ve minnetdar
bulunuyordu. Bunun içindir ki hatırı sayılır, kıdemli şeyh efendilere, yaşlı
misafirlere bile yerinden kıpırdamak istemeyen Efendi, Yaşar Baba içeriye
girince boyunca ayağa kalkardı. Yaşar Baba zâkirbaşı postuna oturmadan önce
birbirleri ile görüşürler. [Ayakta musâfaha ve mu’anaka ederler.
Gerdanlarını da öperlerdi.]
Tarîkat ahlâk ve icâplarının gerçek manası ile kezâ
dervişliğin esasları ile kökten ve yürekten bir ilgisi olmadığı için her
hareketi sûretde kalan, bunun pek tabiî bir netice ve tezâhürü olarak da Şeyh
postekisi üstünde heykel gibi dikilmekten, dışarıda takmadığı mavi veya siyah
gözlük ile boy göstermekten başka bir şey yapmayan, fakat Şeyh’liği Şah’lığa
çevirmesini çok iyi bilen ve bunu hüner ile beceren bu tarikat burjuvasının,
ister istemez saygı göstermek zorunda kaldığı diğer bir lüzumlu insan da
Üsküdar’dan ücretle getirilen Sa’dî Şeyhzâdesi Reîs Kemâl Efendi idi.
Kıyâm Zikri’nin ritmik, estetik bütün,
inceliklerine fevkal’ade bir sûretde vâkıf ve mutasarrıf bulunan, hele zikri
idare kudreti, hakikaten bir hârika halinde görülen, gösterişsiz, ufak yapılı
vücudunda bilhassa bu noktadan büyük kıymetler taşıyan bu kıyâmcılar kıyâmcısı
ile Yaşar Baba, kazara bir hafta günü tekkeye gelmemiş olsalar, yine para ile
tutulmuş bir kısım zikirciler, bütün ustalıklarına rağmen ne yapsalar, kendi
başlarına zikri açamazlar, yürütemezlerdi.
Bu hususta bilgisi, görgüsü bir hiçten ibâret
bulunan biçâre Efendi de bunalarak ne yapacağını bilemezdi.
Herkese tepeden bakmağı âdet edinmiş olduğu
halde bu iki zâtın önünde hürmetle, zarûretle eğilir ve küçülürdü. Çünkü bu iki
adam Şeyh’in, Tekke’nin kusur ve noksanlarını örtüyor, düzeltiyor, hatta
tekke’ye şeref ve kıymet katıyordu.
Zikirlerin mükemmeliyeti bir yerde anlatılırken:
-Üsküdarlı Kemâl’in reisliğinde ve Yaşar
Baba’nın idaresinde; deniliyordu.
Yaşar Baba’nın “acâîb” denilecek tuhaf
tarafları da vardı.
Zikri açarken ayakta okuduğu münâcâtdan başka,
Şuûl ve İlâhîlerden çoğunu sonuna kadar okumazdı. Bu fena alışkanlığı yüzünden
baş tarafını atıp da alt tarafını bilerek veya bilmeyerek yarıda bıraktığı,
yahut sonunu getiremediği eserleri, ekseriya peşrevleri tamamlar; sezdirmeden,
aksatmadan zikri yürütmeğe çalışırlardı. Bunun içindir ki Yaşar Baba’nın
karşısında peyrevlik etmek, herkesin başarabileceği bir iş değildi.
Her zâkir, hatta zâkirbaşı buna kolay kolay
cesâret gösteremezdi. Bir def’a musikişinas olmak mutlaka şarttı. Zengîn
mahfûzâta mâlik bulunmak da lâzım geliyordu.
Kendisi ilk zamanlar Üsküdarlı Hâfız Fahrî
Efendi’ye peyrevlik etmişti. Onun musiki bilgisinden kâfî derecede
faydalandıktan sonra, Balat İmamı’na gelmiş, ondan öğrendikleri ile bir kat
daha olgunlaşıp, bir Yaşar Baba olmuştu.
İstanbul tekkelerinin tanınmış kıyâm reislerinden Şeyh
Hilmî merhum zamanın belli başlı zâkirleri ve kıyâm reisleri için tuttuğu not
defterinde, Yaşar Baba hakkında şunları söylüyor:
“Baba Erenlerimiz, birinci sınıf zâkirlerinden ve yerine
konulamayacak en birinci zâkirbaşılardandır. Hakkıyla bülbül-i gülistân-ı
tekâya olduğu cümlenin malumudur. Her vech ile şüpheden vârestedir. Kendisi hem
kıyâmî hem devrânîdir. Aynı zamanda mersiyehândır.
Bâhusûs, tavrına, edâsına dayanılmaz. Yanında
çok kimse dikiş tutturamaz. Halka-i
zikre riyâset ve idaresi ile de ayrıca meşhur ve mümtâzdır. Zira, bir
zâkirbaşı, riyâset kudretini hâiz değilse -her ne kadar başta bulunsa-
mutlak kusuru vardır; zikre lâyıkı ile intibâk edemez. Bu kıymetli zât-ı şerîf
her ikisini câmi’ bulunduğundan postunda hâkim ve yektâdır. Meydân-ı
Evliyâullah’ta vücudu ile iftihâr olunan zevât-ı nâdiredendir.”
Şeyh Hilmi, ayakta yapılan, kıvrak figürleri, estetik bakımından
pek hünerli, çekişi ve gâyetle âhengli olan kıyâm zikrini sevk ve idarede başa
geçmiş bir zât idi. Reis Hilmî derlerdi. Zamanın en usta bir reisi olduğundan
Reislerin çoğuna Fatiha etmek suretiyle onların reislik
etmelerine izin vermişti. Bundan dolayı kendisi haklı olarak “Bende-i
Hâk-i Kadem-i Al-i ‘Aba, Reis-i Halka-i Tekâya” diye imza kullanırdı.
Nitekim, Hekimoğlu Ali Paşa Câmi’i Şerîfi haziresindeki mezar taşında; “Bi’l-Cümle
Tekâyada ve Esnâ-yı Zikirde Riyâset etmekle Ma’ruf..” olduğu
yazılıdır. Ve pek doğrudur. Fakat kullanılmayan asıl adı Hüseyin Hilmî
Aşkî olduğu halde, kitâbeye Mehmed Hilmî yazılması yanlış olmuştur.
Topkapısında Rufâîyeden kıllı Yusuf Tekkesi’nin
son postnişini, Topkapısı Ahmed Paşa Cami’i Şerîfi kâtibi ve zamanın
Reisu’l-Kurrâsı Şeyh Hâfız Cemâleddîn Efendi’den Babası Ali Rıza Efendi
hilâfetnâme alarak şeyh olmuştu. Onun babası Hüseyin Hüsnî Efendiler de şeyh
idiler.
Reis Hilmî Efendi, 27 Kânun-i Evvel [Aralık] 1336/1920 tarihinde göçtü. Hilmi’ye büyük
saygı gösteren ve çok zaman onun yanında zikretmiş olan rahmetli aktör Şâdî,
Hilmî’nin mezar taşını yaptırdı.
Eski güzel terim ile söylemek lâzım gelirse, Yaşar Baba’mız -Hilmi’nin
de belirtmek istediği gibi- kendi çapında ve çağında [Sultânu’z-Zâkirîn]
denilmeğe hakikaten pek lâyık olmuş adamdı. Defterler dolusu İlâhî
mecmuâsından başka, kafasının arşivinde çeşitli besteleri ile derlenmiş
binlerce eser onun ölümü ile beraber toprağa girdi. Zamanında hiç bir zâkirden
göremediğimiz o müstesna tavrından, örnek bilinen edâ ve üslubundan, hele Kıyâm
Tevhîdi açılırken o kıvrak sesi ile okuduğu Münâcâtın başındaki “Yâ
Mevlânâ”sından şimdi elimizde kalan yalnız hazin bir hâtıradır. Ne yazık ki
o da zamanla kaybolmak üzere bulunuyor.
Kendisi de bir tekke çocuğu olan, bir vakitler
tekke şeyhliği ve zâkirliği de etmiş bulunan pek değerli dostum ve
meslekdaşım Saadeddîn Nüzhet merhum, bundan dolayı büyük bir
vukûf ile yazdığı “Türk Musikisi Antolojisi” isimli
tamamlanmamış eserinin birinci cildinde, Yaşar Baba'nın kıymet ve meziyetleri
hakkında kısa da olsa aynı şeyleri tekrarlamakta ve onun mersiyehânlığını pek
çok takdir eden İran hükümetinin kendisine Şîr-i Hurşîd nişânı verdiğini
yazmaktadır.
Bursa-Mısrî Dergâhı
son Postnişîni Şeyh Mehmed Şemseddîn Efendi’nin oğlu Mehmed Fehâmeddîn
Efendi’nin Yaşar Baba’dan bahseden bir mektubu:
[Mektup, Cemaleddîn Server Revnakoğlu’na
gönderilmiş. Müfid Yüksel]
Huzûr-ı ‘Arifânelerine,
Pek Muhterem ve Hakikat-Perver Efendim
Evvelâ, bir hayli cevâp verme hususunda
geciktiğimden dolayı özürler dilerim.
Bu gecikme zât-ı âlîlerine tam ve iyi bir cevâp
verebilmek için meydana gelmiştir. Ayrıca, bugüne kadar Gazzâlî Bey’in hâl
tercümesini elde etmekti. Ne çâre ki âilesinin ve kızının İstanbul’da
olmalarını akrabasından Ali bey’in hâla gelmemiş olduklarını bugün veya bu
hafta geleceklerini ve size doğru bir mâlumâtın ancak kızından elde edileceğini
söylemişti. Bugüne kadar gelmediklerinden fazla beklemek ve sizi bekletmek
istemedim. Ali Bey’de biraz mâlumât varsa da, tarihlerini, bulundukları yerleri
tam bilemiyor. Fakîr de geldikten sonra bilgi alırım dedim. Bu husus hakkındaki
mâlumâtı kızından öğrendikten sonra size bildirmeğe karar verdim.
Şeyh Hacı Râşid Efendi Katırcızâde demekle
ma’ruf olup Bursa’da tevellüd etmiş, güzel yazı yazmağı o zaman Bursa’nın hatt
üstâdlarından Turhanzâde Abdullah Efendi’den temaşşuk etmiş ve hüsn-i hatt’da
mümtâz olmuştur. Fenn-i musikiye âşina ve sesleri güzel olduğundan dergâhlarda
zâkirlik yapar ve âşıkânı cûş u hurûşa getirirlermiş.
Eşrefzâde Şeyh Abdülkâdir Efendi’den hilâfet
almışlar ve dâmâdı Nu’mâniye dergâhı şeyhi Safîyuddîn Efendi olduğu için aynı
zamanda hulefâ-yı Eşrefiyye’den olmaları sebebiyle vefatlarında Nu’mâniyye
dergâhı haziresine defnolunmuşlardır. Ziyâ Bey’in bu hususta mâlumâtı yanlış
olduğu meydana çıkmaktadır. [Yâdigâr-ı Şemsî basılmayan kısımda sahife: 374 Ve Gülzâr-ı ‘İrfân
Eserleri] Seyyid Nesîmî’ye âit bir
mâlumâta destres olamadım. Aramaktayım.
Hattât Zühdî Efendi hakkında ise müderrisînden
ve hattât-ı meşhur diye kayıtlara rastladım. Fazla bir bilgi yok. Rif’at Beyin
tarihine gelince; mâlum-i ârifâneleridir ki vefat tarihleri o şahsın vefat
ettiği seneyi bildirir. Rif’at Bey de 12 Kasım 1964 ve Hicrî 1384 yılında vefat ettiğine göre tarih doğrudur. Vâkı’a,
tarih 1385 senesinde söylenmiştir. Ama söylenilen yıl
değil vefat ettiği sene muteberdir. Onun için bir veya iki ilâvelerine lüzum
yoktur. Sultanım! Doktor Mustafa Bey’den Râsim Bey’e âit fotoğrafı ve vefat
tarihini aldım. Kendilerinin hürmetleri var. Fotoğrafı takdim ediyorum.
Yaşar Baba Bursa’ya teşriflerinde; bizim
dergâh’ta zâkirbaşılık yapan Kâzım Efendi kendisiyle tanışırlarmış ve Baba’nın
zât-ı âlîlerine yazdığım “Na’t-ı Alî Aleyhisselâm” Kâzım
kendisine okur ve kâğıdı kendisine verir. Hazret bir gecede bu na’tı ezberler
ve Cum’a günü Kıyâm Tevhîdi’nde kendilerine has bir tarzda okurlar deseler
de “Yâ Alî” derken herkes başka bir hâlet-i ruhiye
içerisinde bulunurdu ki bunu kalemle ifâde etmeğe imkân yoktur. Ancak bu feyz-i
ma’nevîyi duyanlar, o aşk ile sermest olanlar idrâk ederler. Bilmem ama Hazret
bulunduğu dergâhlarda ve idare ettiği Kıyâm Tevhîdleri’nde bu hazzı duymamıştır
diyebilirim. Cümlesinin ruhlarını Hakk Erenler şâd ve handân
buyursunlar. Hakkı Bey ile görüşüyor ve sizden ve mahabbetinizden pek zevkyâb
olduklarını beyân ile izhâr-ı surûr ediyorlar.
Tekrar özürler diler ve Gazzâlî Bey’in
mâlumâtını elde ettiğim dakikada arz-ı mâlumât edeceğimi bildiririm. Sıhhat ve
âfiyetinizi ve devamlı tedkikler neticesinde elde ettiğiniz yazılarınızı ve
hakikati beyân eden fikir ve kanaatlerinizi efkâr-ı umûmiyyeye sunmanızı
Cenâb-ı Hakk’dan niyâz eder ve hürmetlerimle birlikte gözlerinizden öperim,
efendim, hazretim. Refîkam hürmetler eder, çocuklar ellerinizden öperler.
15 Teşrin-i Evvel 1965
el-Fakîr Mehmed Fehâmeddîn el-Mısrî
Mehmed Fehâmeddîn [Ulusoy] Efendi, Bursa’daki
Mısrî Dergâhının son postnişîni, Yâdigâr-ı Şemsî başta olmak üzere birçok
eserin sahibi Mehmed Şemseddîn Efendi’nin [Vefatı:1936] oğlu olup, 1985 yılında
Hakk’a yürümüştür. [Müfid Yüksel]
Yaşar Baba’nın tarikat tarafı
İlk intisâbı Halvetiyye’nin Sünbüliyye kolunadır. Mevlevîhâne
Kapısı’nda Sünbüliyye tarikatından şimdi câmi olan Çifte Kapılı ya da Mimmar
‘Acem Tekyesi postnişîni, yorgancılar kâhyası Sofuoğlu Ahmed ‘Arif Efendi,
Yaşar Baba’nın eniştesi oluyordu.
O zamanlar, henüz 23 yaşlarında yakışıklı bir
delikanlı olan ve “Hâfız Yaşar” ismi ile bilinen, geleceğin Baba Erenleri ilk
def’a eniştesi Şeyh ‘Arif Efendi’nin elenden çeyizlendi. [Ondan tekbirli bir ‘arâkiye giydi.] Bu
itibârla Baba’nın tekyeye bağlı bir dervîş olarak ilk def’a zikir halkasına
oturması, deverâna girmesi bu dergâhın meydanında oldu.
Burada gereken tarikat terbiyesini gördükten,
nasîbi kadar feyzi aldıktan sonra, Kâdirî şeyhleri içinde mübarek bir
şahsiyete sahip olarak bilinen ve İstanbul’da şöhret yapmış Müştakzâde Şeyh
İbrahîm Edhem Efendi ile tanıştı.
Şeyh İbrahîm Edhem Efendi, Karagümrük’te
Kâdiriyye’nin Ahiye-i Resmiyye kolundan Alîme Hatun veya meşhur ismi ile
Kabakulak tekkesinde misafir olarak kalıyordu. Yaşar Baba da zâkirbaşılığında
bulunuyordu. Yaşar Baba şeyhi ilk görüşünde pek sevmiş kalbi ona kaymıştı.
Manevî kemâline, hareket ve tavırlarına ve şahsiyetine herkesin saygı
gösterdiği, meclub ve müştak olduğu bu zâtı Yaşar Baba da ilk görüşünde sevmiş,
ona karşı içinde duyduğu iştiyak anlatılmayacak derecedeydi. O da Yaşar’ın
halini beğeniyor ve kendisini takdir ediyordu. Nihâyet aralarında bir alışveriş
başladı.
Yaşar şeyhe gönül verdi. Şeyh de Yaşara bir
“gül” verdi.
Kâdirî tarikatının ananevî mübarek bir nişânı olarak başta taşınan
ve çiçek motifi şeklinde yedi renk ham ibrişim ile işlenen bu “gül”ü, Yaşar
‘arâkiyesinin tepesine dikip, başının üstünde gezdirdiği zamanlar Gavs-ı A’zam
bendesi idi. Kâdirî fukarâsından [dervişlerinden] Yaşar Dede olmuştu. Arakiyye, dervîşin ilk başlığıdır. Süt
gibi bembeyaz veya bal köpüğü renginde olur. Döğme keçeden, tiftikten yapılır.
Tepesi ortadan kılınçlı, hafî kubbeli yahut kalıplanmış gibi düz tablalı ve
sarıksızdır. Tarikata giren dervişe şeyhi tarafından “tekbîr” ile giydirilir.
Kullanıldığı müddetçe hiç yıkanılmadığından ince dikişli, eski beyaz takke
üstüne giyilir.. Vefatında boy abdesti verildikten sonra kefeni bağlanmadan
önce şeyhi veya onun halifesi -bunlar da yoksa- o tarikattan bir kıdemli
Dede tarafından tekrar başına konulur. Diğer emânetler de koynuna, i kefeni
arasına sokulur. Buna “Gidiş cehizi, çeyizi” derler.
Şeyh Edhem Baba’nın Hicrî 1304 tarihinde vefatı
ile Yaşar Baba tarikat yetimi olarak ortada kaldı.
Şeyh İbrahîm Edhem Efendi, Kâdiriliğin Müştakiyye kolunun
kurucusu ünlü Bitlisli Mustafa Müştak Baba’nın [1172/1759-1247/1831] oğludur. Tevellüdü
1219/1804’tür. Babasından mücâz olup, önce Muş ve Erzurum’da sonra da
İstanbul’da tarikat faaliyetlerini icra etmiştir. Hind ve Horasan ülkesi dahil
bir çok ülkeye seyahatte bulunmuştur. Erzurum ve İstanbul’daki birçok Kâdirî
dergâhı O'nun silsilesinden gelmiştir. Keşfi Osman Efendi dergâhı, Bayrampaşa
Tekyesi, Gümüş Baba dergahı bunların başlıcalarıdır. İstanbul’daki halifeleri:
Saçlı İbrahim Efendi, Hoca Rahîm Efendi, Gümüş Baba Dergâhı şeyhi Bitlisli
İbrahîm Hürrem Efendi -Bayrampaşa Tekyesi’nde medfundur-, Keşfî Osman
Efendi Dergâhı Şeyhi Şeyh Muhammed Müştak Kemterî ve Cebbarzâde Süleyman Nezîr.
Müştakzâde Şeyh İbrahîm Edhem Efendi 1304/1886 tarihinde İstanbul’da vefat
etmiş olup, cenaze namazı Fatih Camii’nde eda olunduktan sonra, Edirnekapı'da
defnedilmek üzere götürülürken, cenaze alayı, Kabakulak Tekkesi’nin sokağından
geçtiğinden burada durularak, cenazesi bu tekkenin haziresine
defnedilmiştir. Şeyh İbrahîm Edhem Efendi’nin Kâdirî tâclı şahidesiyle,
parmaklıklı kabri halen tekke haziresinde mevcut olup kitâbesi şu şekildedir:
Yâ Hû
Nesl-i ‘Abdulkâdir-i Cîlîden işbu zât-ı pâk
Oldu Müştakzâdelikle şöhre-i bây u geda
Kâdirî-meslek idi müstağrak-ı Fillâh idi
Çıkmaz idi ‘aşkdan gayri lisânından sadâ
Nur-ı zât-ı Hakk’a bir pervâne-i sâdık olup
Bezm-i meydan-ı erenlerde dönerdi dâima
Nûş-i câm-ı Kevser-i vuslat ile mest u müdâm
Devrini görsünler âhir Mustafa vü Murtazâ
Geldi bir sıyt-ı esef-engîz Tarîh Nebîl
Döne döne erdi şem’-i ‘izzete Edhem Baba
Sene 1304 Fi 7 Rebi’ilâhir Cumartesi
[Müfid Yüksel]
Sülukunu tamamlamak için hemen Unkapanında, Salih Paşa mahallesi Yeşil Tulumba
sokak’ta yer alan Rufâiyye’den Şeyh Abdülhalîm Efendi Tekyesine gitti. Yeniden,
oranın postnişîni ve Üskübî Camii ve mahallesi imamı Hacı Hâfız Mustafa
Muhyiddîn Efendi’nin teslîk ve terbiyesi altına girdi. Kısa bir süre
içinde o da Cemâl yurduna yürüyüp vefat edince, Fatih
çevresinde-Kadıçeşmesindeki Müftî Hamamı Tekyesi’ne başvurdu. Unkapanı, Yeşil
Tulumba’da ve Salih Paşa mahallesinde Rufâiyye’den Şeyh Abdülhâlîm Tekyesi
postnişîni bulunan Hacı Hâfız Mustafa Muhyiddîn Efendi'ye, o çevredeki Üskübî
Çakır Ağa Camiî’nin ve mahallesinin aynı zamanda imamlığını yaptığı için “Üskübî
İmamı” da derlerdi. Çetin Altan’ın yakın zamanda [1965] vefat eden büyük annesinin babasıdır. Çok zengin ve hayırlar sahibi bir zât olduğundan
halk arasında “Kırk anahtarlı şeyh Mustafa Efendi” diye
tanınırdı.. Uzun yıllar imam ve hatipliğinde bulunduğu Cibâli’deki Üskübî Çakır
Ağa Camiî yanınca kesesinden, kendi parası ile yeniden yaptırmıştı. Ayrıca,
camiin yanına bir büyük fırın, bir kahvehâne ve bir gazino ve birkaç dükkan
ilâvesiyle vakfederek camiin yıllık gelirini artırdı. Fırına Üskübî Fırını
derlerdi. Gazino, sonradan sabunhâne oldu. Hâla duruyor.
Mustafa Efendi Camiinin yanındaki konağında
otururdu. Hicrî 1329 yılında bu konakta göçtü. Tekyesinin
haziresinde babası Şeyh Abdülhalîm Efendi’nin yanında yatıyor.
Bahriye nâzırı Bozcaadalı Hasan Hüsnî Paşa’nın, Şeyh Hacı Mustafa Efendi’ye intisabı vardı.
Kendisini sık sık ziyâret eder ve uzun zaman huzurunda kalırdı. Demokrat
Parti’nin ilk iktidarında Zonguldak Milletvekili olan maden mühendisi
Galatasaraylı Cemal Kıpçak, Şeyh Hacı Mustafa Efendi’nin yedi kızından birinin
oğludur. Evlâttan bulunması dolayısıyle tekkenin şeyhliği ve
tevliyeti ırsen kendi üzerinde bulunmaktadır.
Şeyh Mustafa Efendi’nin tekke haziresinde
bulunan mezar taşında şu kitâbe vardır:
[Mezar Taşı] [Silindirik ve Rufaî
Tâclı]
Huve’l-Bâkî [Müsenna-Aynalı]
Mürşid-i zî ilm u irfân muktedâ-yı muhterem
Arif-i âlî-himem sâhib-i vefâ-yı muhterem
Mazhar olmuştu ezelden hubb-ı Haydar sırrına
Zikr u fikriydi heme âl-i abâ-yı muhterem
Fahr ile olmuştu Sultan Rufâî bendesi
Şeyh idi derviş idi rûşen-lika-yı muhterem
Bir nice müsterşidi yıllarla irşâd eyledi
Lem’a-dâr-ı feyz idi her dem şu câ-yı muhterem
Hasr-ı enfâs eyleyip zikr-i Huda’ya rûz u şeb
Hû deyip göçtü cihândan Mustafa-yı muhterem
Sene 1329 (1910)
[Müfid Yüksel]
Kiliseden çevrilme tarihi bir ma’bed olan bu
dergâhın son münevver şeyhi Mustafa Râşid Rahmî Efendi yaş ve kıdem itibâriyle
zamanının Şeyhu’l-Meşâyihi [Şeyhler Şeyhi] sayılıyordu.
Yaşar, bu sefer de bu muhterem zâtdan tecdîd-i
vuzû’ eyledi. [Tecdîd-i
Vuzû’: Şeyhinin vefatı dolayısıyle seyr u süluk denilen tarikat
terbiyesi, manevi vazifeleri, dersleri yarıda kalan dervişin aynı tarikattan
başka bir şeyh efendiye yeniden bağlanıp tekrar süluka girmesine, derslerine
kaldığı yerden veya yeni baştan başlayıp devam etmesine, tarikat dilinde tecdîd-i
vuzû’ denilir. Lügâtte Abdest tazelemek manasına gelir.]
Derece ve mertebeleri, usûlüne göre zamanla
birer birer geçip tamamladıktan sonra Râşid Efendi Hazretlerinden Rufâî tâcı
giydi ve hilâfetnâme aldı. Bu sûretle Sünbülî dervişi, Kâdirî dedesi,
Hâfız Yaşar, artık teslik ve irşada ehliyetli, icra-yı meşihata me’zun [Tarikat yaymaya, meydan açmaya, derviş alıp
yetiştirmeye, hususiyle âyîn-i şerîf icrasına izinli ve yetkili] bir Rufâî halifesi ve şeyhi olmuştu.
Başına, Rufâîlere mahsus siyah şemle [sarık] sarıyordu.
Yaşar Baba’nın Bektaşîliğe girişi
Yaşar Baba’nın Bektaşîliğe girişi, Fethiye’de Mehmed Ağa
Caddesindeki evinden Eyyüb’e taşındığı yıllara rastlar.
Bu tarikatta ilk talibliği ve nasîbi
Üsküdarlı Büyük Tevfîk Efendizâde Ziyâ Baba’dandır.
Aynı zamanda ilmiyyeden bulunması münasebetiyle
kendisine “Ziya Molla” da denilen Ziyâ Baba, Üsküdar’da,
İnâdiye çevresinde eski menzilhâne yokuşunda [şimdiki Karaca Ahmed Caddesi] meşhur Rufâî âsitânesinin [Perşembe Tekkesi] postnişîni bulunuyordu. Kullanılmayan uzun
ismi; Ahmed Abdülkâdir Ziyâuddîn Salâhî’dir. Şâir, edîb, âlim ve ârif bir zât
olan Ziyâ Baba’nın 1336 Rebi’ulevvelinde, dünyamızdan ayrılması, onu tanıyan herkesi,
bilhassa Üsküdar halkını çok üzmüştü. Şeyhu’l-Üdebâ Salih Sâim Bey, onun
vefatına şu tarihi söyledi:
Sûretu’n-Necm’in Ziyâsı sâyesinde Sâima
Verdi Mevlâ Şeyh Ziyâ’ya Cennetu’l-Me’vâ’sını
1336 H.
Hakikaten yüksek görüşlü, tahsilli, bilgili, olgun, uyanık, hâl ve
gönül ehli bir insandı. Rufâîlik ile Bektaşîliği şahsında kolayca birleştirmiş,
bunları birbiriyle kaynaştırıp Yol Kardeşi etmişti. Bunları aksatmadan
kolkola gezdirmesini pek iyi biliyordu.
Yazları olunca yakacıkta bulunan diğer kendi
tekkesine gider; bazen de Eyyüb’e gelir, kendisini hasretle bekleyen
dostlarında misafir kalırdı. Yaşar’ın Ziyâ Baba ile tanışıp anlaşması bu
tarihlerde başlar.
Ziyâ Baba Eyyüp’de eski-Yeni camii şerîfinin
karşısındaki evinde oturduğu zamanlar Yaşar, Ziyâ Baba’dan nasîplenmek arzusuna
düştü.
Kubbe Tekkesi’nde zikir arkadaşı ve pîrdaşı sonra
halifebaba olan Postacı Giritli Ali Cemâlî ile Ziyâ Baba’ya gelip, ondan nasîp
aldılar. İkisi birden onun ikrar bendesi oldular. Bu nasîplenme neş’esine daha
sonra başkaları da katıldı.
Nakşibendiliğin kolu olan Hâlidîlerden ve katı
sofulardan başka; Alevîler-Bektaşîler başta olmak üzere bütün tarikat
mensuplarınca Muharrem ayı, Mâh-i Mâtem [Mâtem Ayı] olarak
bilinir. İlk günlerinden Safer ayının sonuna kadar bütün tekkelerde İmam Hüseyin’in
ve Kerbelâ Şehîdlerinin mübarek ruhlarını ta’ziye için mersiyeler okunur,
kurbanlar tığlanır [kesilir], aş pişer, âşure kaynar, gelene gidene, hele
fakir fukarâya bu Ali sofrasından, İmam Hüseyin çorbasından bol bol dağıtılır,
bol bol cünbüşlenilir[yenilir]di.
Zamanının birinci sınıf mersiyehânlarından biri
olan Yaşar Baba’yı bu münasebetle İstanbul tekkelerinde paylaşamazlardı.
Şehrin Bektaşî tekkeleri içinde en eskisi ve
mücerred koldan gelenlerin ilki olan Merdivenköy Şahkulu Sultan
Tekkesi’ne de [ikincisi
ise Yedikule-Kazlıçeşme’deki Perişan Baba, diğer adıyla Eryek Baba
Tekkesidir.-M.Yüksel] Yaşar Baba’yı
mersiye okutmak üzere bilhassa davet ederlerdi. Zâten eski dostu ve bu işlerde
rehberi Ali Cemâlî de oradaydı. Ayn-i Cem’lerde, tekkenin aşevinde [matbahında]
aşçılık ediyordu. O'nun ısındırmasıyla Yaşar’ın gönlü Tekke’ye yatmıştı. Bu iki
vesileyle, biraz da kendi isteğiyle oraya gidip gelirken, Dergâh’ın
postnişîni ve Bektaşîlik edebiyatının son mühim simâsı Mehmed Ali Hilmî
Dedebaba’nın huzuruna çıktı; ondan nazar ve teveccüh gördü. Bu neş’e
ile O'nun meydanında bir süre pervânelik etti, hizmetinde bulundu. [Merdivenköy Şahkulu Sultan Dergâhı postnişîni
Mehmed Ali Hilmî Dedebaba ile ilgili olarak bkz: Müfid Yüksel,
Bektaşîlik ve Mehmed Ali Hilmî Dedebaba, Bakış Yayınları, İstanbul, 2002]
Erenler eşiğinde, yol erkânında böylece gereken vazifeleri,
vecîbeleri kusursuz olarak görüp bitirdikten sonra, o vaktin Halifebabası ve
Çamlıca Tekkesi [vaktiyle “Firâz-ı
Üsküdâr” denilen Büyük Çamlıca tepesinde şimdi arsası ve harabe halindeki
kalıntısı kalmış bulunan Hacı Tâhir Baba zâviyesidir. Müfid Yüksel] postnişîni Ali Nutkî Baba’dan -yine
Ali Cemâlî ile beraber- Babalık icâzetnâmesini alır.
Ali Nutkî Baba, Çamlıca-Kısıklı, Nur Baba Bektâşî Tekkesi
şeyhi Nurî Baba’nın oğlu olup, 1286/1869’da doğmuştur. Mehmed Ali Hilmî
Dedebaba’dan el alarak tarikata girmiştir. Halifebabalığı Pîrevi’nde almıştır.
Babasının ardından tekkenin postnişîni olmuştur. 1936’da vefat etmiş olup; önce
Çamlıca tekkesine gömülmüş, Çamlıca tekkesi yıktırılınca kabri Merdivenköy
Şahkulu Sultan Tekkesi arkasında yer alan, Mansur Baba Mezarlığı’na
nakledilmiştir. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Bektâşîlik aleyhindeki
ünlü “Nur Baba” romanının Nuri Baba ve Ali Nutkî Baba’yı hedef aldığı
söylenmektedir. Ayrıca, Karaosmanoğlu’nun daha önce Ali Nutkî Baba’dan el almış
olduğu da iddia edilmektedir. [Müfid Yüksel]
Yaşar Baba, başındaki Rufâî tâcının üstüne bu
def’a yine siyah destarlı, edhemî terkli [on iki dilimli] bir Bektaşî fahri
[tâcı] geçirmiş bulunuyordu. Bu sûretle zâkirbaşı postundan, Rufâî şeyhliğinden Bektaşî
babalığına geçen Yaşar Baba, kendi meydanını da nasîplendiği ilk yer olan
Eyyüp’te açtı.
Eyüp-Bahariye caddesinde, 16 Mart Şehitleri’ni
biraz geçince, hemen gelen birinci evi ilk refîkası Nazmiye Hanım’ın parası ile
satın almış, bir müddet sonra burasını bir bektaşî zâviyesi haline getirmişti.
İki katlı, sarı badanalı, yarı ahşap, yarı kârgir olan bu evin yanı ve arkası,
yukarı yamaçtan inen geniş mezarlığın etekleriyle çevriliydi. Karşı sırasında
develerin geviş getirmesi dışarıdan duyulan meşhur Deveciler Hanı vardı. [Eski Eyyüplüler buralara Atmaca Mevki’i
diyorlar.]
Zâviyenin yanıbaşında yatan ve türbesi
ziyaretgâh olan; mazanna-i kirâmdan [Kerametleri zahir olmuş büyük velîlerden] Süleyman Veliyuddîn ismiyle buraya
“Süleyman Veliyuddîn Baba Tekkesi” denildi.
Yaşar Baba, bu dergâhın alt katında haftada bir açtığı Meydan’da
aşka düşmüş muhibbler, canlar uyandırdı. Dervişler yetiştirdi. Ziyâ Baba ahirete intikal edince,
ondan nasîp almış olanların hepsi Yaşar Baba’ya geldiler. Ziyâ Baba’nın
yanında rehberlik vazifesini yapmakta bulunan Ali Cemâlî de burada aynı şekilde
Yaşar Baba’nın rehberliğini yapıyordu. Nasîpli canlardan bir kısmının -Bektaşîlik
icâplarına göre- teslik ve terbiyesini üzerine almıştı. Yaşar Baba da
göçünce, bu muhibbler olduğu gibi Ali Cemâlî Baba’ya gelmişlerdi.
Süleyman Veliyuddîn Zâviyesi pek harâb hale
gelince, Yaşar Baba Eyyüp sırtlarında, Gümüşsuyu Tepesi’ndeki Karyağdı Baba
Tekyesi’ne geçti. Buranın postnişîni Kıyâm zâkirlerinde ve güzel Durak okuması
ile tanınan, Hâfız Baba lakâplı Şişman Mehmed Salih Baba’nın 1332’de vefatından sonra, aynı vazifenin başına Yaşar Baba getirildi.
Tekke’nin şeyhliğine önceleri vekâlet etti sonra asil oldu.
Bu tarihî tekkede kaldığı müddetçe “Demine, Devrânına
Muhabbetler” yapmakta, erkân sürmekte devam eyledi.
Tanınmış tanınmamış birçok kimseye Bektaşîliği aşıladı; dergâhına gelenleri boş
çevirmedi, nasipsiz bırakmadı.
Yaşar Baba muhteşem zâkirbaşılığının yanında takdir
edilmekteki çelebî halleri ile de tam bir İstanbul Efendisi’ne benzerdi. Terbiyeli, edepli, sâkin ve soğukkanlı
bir insandı. Karşısında kim olursa olsun “Efendim”siz konuşmazdı. Sinirlendiği
zamanlarda bile ağzından kötü bir söz çıktığı duyulmamıştır. Muâşeret irfânı,
nezâket duyguları bu derece yüksek ve yürektendi. Çok da sabırlı ve tahammüllü
idi. Tekkelerin sırlanmasından [kapatılmasından] sonra sıhhat ve
neş’esini kaybetmişti. Üzüntüleri arttıkça rahatsızlıklarda biribirini takib
ediyordu. Takatsiz, mangırsız kalmıştı. Gine de kendi üzüntüsüyle
başkasını meşgul etmek istemediğinden kimseye hâlinden şikâyette bulunmazdı.
Üstelik neş’eli görünmeğe çalışırdı. Zira, onun nazarında huzur bozmak,
neş’e kaçırmak en büyük günah sayılırdı.
Devir görmüş, umûr görmüş bir insandı. Hâfızasında zamanla toplanmış bir hayli
hâtıra vardı. Bu itibârla çok fıkra ve hikâye bilirdi. Son çağların meşhur
şahsiyetlerine âit bilhassa eski zâkir, bestekâr ve tekye şeyhlerine âit
kafasında sıralanmış çoğu duyulmamış bilgi ve görgüler icâbında bir kitap
olabilecek zenginlikte idi. Ne yazık ki bunlar, vaktiyle kendisinden tesbit
edilemedi. Nüktedanlığı, hâzırcevâplığı da ayrı bir âlemdi. Kendisinden
de şu fıkrayı anlatırlar:
Ramazan’da müezzinbaşılığını yaptığı Çiftesaraylardan kendisini
alıp terâvîh kıldırmak üzere Amîne Sultan’ın Arnavutköyü’ndeki yalısına
götürürler. İlk gece namazı bildiğimiz şekilde kıldırır. Herkesi memnun eder,
teşekkür kazanır.
Birkaç gece sonra terâvîh’i kıldırırken
Fatiha’dan sonra okunması gereken âyeti hatırlayamaz. Ne yaptı ise
toparlayamaz. Sezdirmemek için aklına gelen Şu’ûl isimli Arabî ilâhîlerden bir
parça okuyup rükû’a varır, işin farkına varanlar, namazdan sonra:
-Yahû bunu nereden çıkardın Baba Erenler?
Hemen cevâbı yapıştırır:
-Kur’ân’ı her gece okuyup da israf edecek
değilim ya! Bir gece de böyle olsun! Hem bir de değişiklik olur! dedi. Gülmekten katılırlar.
Son yıllarında hayatı çok sıkıntı içinde geçiyordu. Aktör Şâdî Bey
bu eski üstâdını himâyesi altına alıp Şehzâdebaşı’nda işlettiği Ferah
tiyatrosunda O'na küçük bir vazife verdi. Tiyatroya gelenlerin biletlerini yakıyor,
salonda yerlerini gösteriyordu. Fakat bu iş ona ağır geldi. Yapamadı,
dayanamadı nihâyet bir şeker bayramı [Ramazan Bayramı] nın arefe gününe
rastlayan 17 Kânûn-i Sânî [Ocak]
1934 tarihinde akşam
ezanı ile yatsı arası kendi muhibblerinden Mübâşir Nihâd Baba’nın
evinde, bir muhabbet sırasında birden göçüverdi. Birkaç dakika önce de bu âleme
vedâ etmek üzere olduğunu seziverir gibi olmuştu.
Geçenlerde vefat eden merhum Prof.Dr.Nezihi
Eldem, Mübaşir Nihad Baba’nın muhiblerindendi. Bu makaleyi bir tebliğ
metninin içinde sunarken o sırada salonda bulunan, merhum Nezihi Eldem
sunumun ardından, bize muhibbi olduğu Nihad Baba’dan birçok anekdot
nakletmişti. [Müfid Yüksel]
Cenâzesi kendi evine getirilip, iki gün
bekletildikten sonra bayramın ikinci günü hiç umulmayan çok az bir cemaat ile
kaldırılıp, öğle namazı [akabinde] Eyyüp Hazret-i Hâlid Camiinde kılındı. Gümüşsuyu
sırtlarında Zeyneb Hatun mahallesinde, postnişîni olarak bulunduğu Karyağdı
Baba tekyesi çevresine sırlandı. Yaşı yetmişti. Yaşar Baba’nın kabri
bu civardaki İdris köşkü caddesinin aşağı tarafındaki Kırkmerdivenler
mezarlığındadır.
Yaşar Baba Fethiye’den Eyyüb’e gelmişti. Sonra
İslambey mahallesinde Bülbül Deresi’nde oturdu. Sonra Bahariye’ye geldi.
Karyağdı tekkesinde bulundu. Tekrar Bahariye’ye gelip ilk refikası Nazmiye
Hanım’ın aldığı eve geçti.
Bilmediği şeyleri bellemekte şaşırtıcı halleri
vardı. Hiç duymadığı, işitmediği bir İlâhî veya eseri bir okuyuşta hâfızasına
alır. Sanki daha önceden biliyormuş gibi çabucağın içinde onunla taksime başlar
Tevhidi memerr ederdi. ....Yılında Bursa’ya geldiği zaman Mısrî âsitânesinde
aynı hal olmuştu.
Yaşar Baba,
erkek-kadın 28 kişiye nasîb verdi. Bunlardan hatırımıza gelenler:
Eyüp, Evlice Baba (Hâkî
Baba) Kadirî dergâhı son postnişîni, Hüseyin Nazmi Ceylan’ın oğlu Fâdıl Bey’in
bize naklettiğine göre; Halil Yaşar Baba hayatının son yıllarında bir gün Nazmi
Ceylan’ın yanına gelir. Kendisindeki Bektâşî tarikat mührünü ona vermeği ve
Babalığı ona devretmeği teklif eder. Nazmi Ceylan ise zâten birçok tarikattan
icâzetli olduğunu, Bektâşîlik âdâb ve erkânının kendisine daha fazla yük
getireceğini, ağır geleceğini ifade ederek bu teklifi kabul etmez.
Bunun üzerine Halil
Yaşar Baba, Haliç kıyısına giderek elindeki Bektaşî Babalığı mührünü Halic’in
sularına bırakıverir. [Müfid Yüksel]
Karagümrüklü Hacı Şeref
Terlikçi Mehmed Efendi
Mübâşir Nihâd Baba [Sonra .......Mustafa Baba’dan Babalık icâzeti
aldı. Eyüp Sulh Mahkemesi mübâşirliğinden emekli idi.]
Mâliyeci Cevâd Bey
Eyyüp-Câmi’i Kebîr kayyımbaşı Hattat Cemâl
Efendi [Tâclı Derviş idi.]
Aynı Câmide Müezzinbaşı Darıcı Tevfîk Efendi’nin
oğlu Hâfız Hâlid [Küçük Hâlid]
Alyanak Ahmed Bey [Neyzen, Udî, Tanburî, yüzbaşı]
Boşnak Asım Bey [Baba’nın ilk nasîplisidir. Postacı Ali Cemâlî
Baba’nın büyütmesidir. Zonguldak’ta elektrik kaynakçısı idi. Emekliye ayrıldı.
Tanburcu Muhsin ile Cevâd Bey’in rehberi Potacı Ali Baba idi.]
Hatice Feyyan Hanım [Ümmi Kenan Tekyesini açan Filibeli Kenan
[Rifâî] Efendi’nin annesi.]
Tanburî Muhsin [Ortalı Mehmed Muhsin]
Udî Ahmed [Marangoz]
Aşçı Ahmed [Vezirtekkeli Ahmed Beysan]
Ağızlıkçı Nurî [Şifa Yokuşlu]
Necmî Efendi [ Askerî Kâtip]
Şerafeddîn Bey , Bahriye Yüzbaşı [Ereğli’de Liman Reisi]
Cevdet efendi [İzmir’de Kiraz Han sahibi. Şimdi Baba’dır.]
Muhyiddîn [Balıkesir’de Mal müdürü, Refikası Şefika Hanım ile birlikte nasîp
aldılar]
İsmail Efendi [Balıkesir’de askerî kâtip]
Yusuf Efendi [Balıkesir’de marangoz]
Hayali Küçük Ali [Tatar Ali]
Tesbihçi Hakkı Usta
Yaşar Baba’dan nasip alanlardan
Ahmed İhsan Bey
Üsküp Priştinesindendir. Hiç evlenmemişti.
Üsküplü İhsan Bey derlerdi. Milli Emlâk’ta memur idi. Emekliye çıkdıktan bir
müddet sonra hastalandı. Yalnız olduğu için Dârulaceze’ye yatırıldı. Orada
göçtü.
Mahyacı Cevâd Bey
Eyyüb Cami-i Kebîr kayyımlarından Küçük
Hâlid [Hâlid Hoca, Gassâl]
Yaşar Baba’dan nasip almış Küçük Hâlid Efendi
merhuma [Ğut Ğut Hâlid] de derlerdi. Gassalliği gibi düğün aşçılığı ile de
meşhur olmuştu. Bundan dolayı Özkebap’ı soyadı olarak almıştı.
Mübâşir Nihâd Baba
Tanburcu Muhsin
Tesbihçi Hakkı Usta [Şimdi Üsküdar’dadır.]
Yaşar Baba, iki zâta da reislik kaşesi vermişti.
Biri Hilmî Mısrî, biri de Klasik Hasan'dı. Klasik Hasan'ı Eyyüb’te Selâmî
Dergâhı’nda, Hilmi’yi de Balçık Tekyesi’nde bir Tevhid sırasında kaşelemişti.
Yaşar Baba’nın divitçi ustası Savaklar’da Yeni
Mahalle [Hacı Hüsrev] Camii’nin imamı Hâfız Cemîl Efendi idi.
Merhum Cemaleddin
Server Revnakoğlu’nun Yaşar Baba hakkında yazdığı müsveddeler burada sona
ermektedir. Yaşar Baba'nın, tekkesi, mezarı ve kitabeleri hakkında kısaca bilgi
verelim. [Müfid Yüksel]
Tekkesi
Bu tekke 1241/1826’da diğer bir kısım
Bektaşî tekkeleri meyânında yıktırılmış olup, Sultan Abdülaziz döneminde Mehmed
Necîb Baba tarafından faaliyete geçirilip binaları bu devirde müceddeden inşa
olunmuştu. Diğer bir çok Bektaşî zaviyesi gibi meskun mahallerin
uzağında ve yüksek ve deniz manzaralı bir mahalde kurulmuş olan bu tekke
tepenin en yüksek yerinden aşağı güneye doğru sıralanan yapılardan
oluşmaktaydı. Tekkede Sema’hâne (Meydanevi), harem, selâmlık, aşevi ve
derviş hücreleri, kuyu sarnıç ve hazire bulunmaktaydı. En güneyde bayır aşağı
büyük bir bahçe içerisinde zemini kârgir büyük bir ahşap konak şeklindeydi.
Bahçesi yüksek moloz taş duvarlarla çevrili olup bahçe kapısı ahşap kanatlıdır.
Bu harem binası zaman içerisinde virâne hale gelmiş ve arsası satılmıştır. Son
yıllarda burada turizm amaçlı yeni bir ahşap bina yapılmıştır. Ortada kalan
sema’hâne ise 1978’deki yangın sonrasında yıkılmış olup sadece
arsası ve Halic’e bakan kesme kufeki taşından duvar bakiyeleri kalmıştır. Diğer
bölümleri ahşap olan sema’hâne binası büyük pencerelere sahip tek katlı büyükçe
bir bina şeklindeydi. Halic’e bakan kısmında cümle kapısı üzerinde cihannüma ya
da köşk şeklinde şeyh odası bulunmaktaydı. [Tanman, 1990:602] Sema’hâne’nin
sağ tarafında güneybatı köşesinde yer alan aşevinin ise sadece ocağı günümüze
gelebilmiştir. Kuzeyde hazirenin sağ tarafında yer alan ve günümüze gelebilen
iki katlı selâmlık binası ise zaman içerisinde büyük değişikliklere uğramış
eski görünümünü ve hususiyetini tamamen kaybetmiştir. Bu bina muhtemelen 1978 yangınından sonra yeniden muhdes olarak yapılmıştır.
Tekkenin haziresi, sarnıcın bulunduğu avlu ve
selâmlık binasının bulunduğu alan moloz taş örülü alçak duvarlarla çevrilidir.
Bu duvar örgüsünde bir çok mezar taşının kullanılmış olduğu görülmektedir.
Tekke ve Mezar Kitâbeleri
Kuzey Avlu Kapısı Kitâbesi
El-cûdu mine’l-mevcûdi
Karyağdı makâma ‘izzet ile
Kış yaz sırr-ı nükhet ile
Kaddese sirrehu’l-Vedûd
Sarnıç, Kuyu Bileziği Kitâbesi
Daire kesitli, sade görünümlü sarnıç bileziğinin
sathında yedi kartuş içinde kısmen mesur kısmen de mazum iki kitâbe yer
almaktaydı. Bu sarnıç bileziği 1992’de çalınarak Çukurcuma’da antikacı Muzaffer Gülmez’in dükkanında
satışa sunulmuştur.
Sarnıç bileziğinin ta’lik hatlı kitâbesi şu
şekilde idi:
[Ön Yüz]
Karyağdı Baba Dergâhı muhibbânından Mustafa
Şevkî
Efendi’nin inşâ eylediği sahrnıcın hasenâtından
Geçmişlerinin ervâhları ve cümle ehl-i imânın
Rûh-ı revânları şâd u handân ola
[Arka Yüz]
Efdalu’l-A’mâli Sakyu’l-Mâi buyurmuşdur Resûl
Fi sebîlillâh li rûhi’l-Haseneyn ola makbûl
Fi Sene 1313 Gurre-i Şa’bân
Hazirede şu anda onüç [XIII] kabir bulunup,
şahide kitâbeleri şu şekildedir:
I.
Hû Dost
Kullu şey’in yerca’u ila aslihi
Fermânına imtisâlen teslîm-ı rûh etmiş olan
Karaağaç Dergâh-ı Şerîfi postnişîni Hasîb Baba
Bendegânından Yorgancı Asım Efendi’nin
rûh-ı revânı şâd ola
Fi 28 Muharrem Sene 1305
II.
Hû Dost
Rumeli Hisarı’nda
Şehîdlik Dergâhı postnişîni Nâfi’ Baba
muhibbânından
Kumkapı Serkomiseri Ali Rızâ Efendi’nin
merkad-i me’vâsıdır
Cümle ehl-i imân ile beraber rûh-ı revânı
Şâd u handân olsun
Sene 1318 Fi 26 Receb-i Şerîf
III.
Hû Dost
Karyağdı Baba hazretlerinin dergâhı postnişîni
Mehmed Necîb Baba’nın
Rûh-ı revânı şâd u handân ola
Fi 28 Şubat 1291
IV.
Hû
Hazret-i Şeyh Sâfî
Sülâle-i tâhirelerinden es-Seyyid
Mehmed ‘Abdî Baba
Rûhu içun Fatiha
V.
[Baş Taşı] [Elifî Tâclı]
Kutbu’l-‘Arifîn Gavsu’l-Vâsılîn
Hazret-i Karyağdı Es-Seyyid Mehmed Ali
Kuddise Sirruhu’l-Celî
[Ayak Taşı]
Huve’l-Mu’în
Sâdât-ı sülâle-i Kâzımiyyeden Horasânî
Karyağdı ‘Ali Baba Kuddise
Sirruhu’l-Celiyyu’l-A’la
VI.
[Ön Yüz]
Huvellah
Ey ‘âşıkân ey sâdıkân cism-i ‘unsur-i fâni-yi
cihân
Sanma kalır bunda gelen bâkî kalır Allah hemân
Bu ‘âleme geldin ise haşr u neşre etme gümân
Bul sırât-ı müstakîmi Mevlâ sana etsün ‘iyân
‘Arifâne nazar ile Lâ Yemutû mü’min
Fahr-ı ‘âlem Mustafa’ya ümmet olan buldu dermân
Şah ‘Aliyyu’l-Murtazâ’nın evlâdına kurban olan
İçen hayât-ı Hızır’dan hayyu’l-Ebed olur ol cân
Hâfız sana mu’în oldur pîrin Hacı Bektâş Balım
Sultân
Tarihimi dedim kendim “İnna İleyhi Râci’ûn”
[Sağ Taraf]
Karyağdı ‘Ali Baba
Türbedârı
Ve seccâdenişîni
Hâfız Mehmed Sâlih Baba
Merkad-i me’vâsıdır
Cümle ehl-i imân ile
Rûh-ı revânı şâd u handân olsun
Mevlûdu
Sene 1263
[Sol Taraf]
Divân-ı ‘Aşk
Sâhibi Hâfız Baba
İrtihâli Sene 1332 Fi 29 Kânûn-i Sânî
VII.
Allah Hû
Bende-i Al-i ‘Aba
Merd-i mücerred Debbâğ Süleyman Baba
Ruhu içun Fatiha
1227
VIII.
Hû
Kullu Şey’in Yerca’u İla Aslihi fermânına
İmtisâlen terk-i cân eden Karyağdı ‘Ali
Baba Dergâhı postnişîn[i]
Hâfız Sâlih Baba mahdumu İbrahîm Selîm
Rûhu şâd ola tarih-i mevludu
Fi 1 Kânun-i Sânî Sene 1301 Vefat Tarihi Beş
Eylül Sene 1302
IX.
Hû Dost
Esbak Şeyhu’l-Harem-i Hazret-i Nebevî
huld-i âşiyân
İşkodralı Şerîfî Mustafa
Paşa Hazretlerinin halîle-i muhteremeleri
Ve İpekli merhum ‘Abdurrahman Paşa kerîmesi
merhume
Ve mağfure leha Dervîşe Nûriye Hanımın
ruhu içun Fatiha
Sene 1280 10 Cemaziyelevvel Za.[?]
Abdurrahman Paşa, Yaşar Paşa’nın mahdumudur. Bir
hayli sene Üsküb Nâzırı olub, evâil-i ‘asr-ı Hazret-i Sultan Abdülmecîd Hânîde
irtihâl eyledi. [M. Süreyya, Sicil, C.3]
X.
Hû Dost
Musa Baba kim ol bende-i Al-i ‘Abâ
Tarîka hizmet eyleyib olmuş idi pür-safâ
Nice yıllar kanmıştır bu tarîkın zevkine
Hemân mahrum etmeye ol Hazret-i Mustafa
Bu dergâha geldi ol buldu şeref
Kutb-ı ‘âlem Hacı Bektâş-ı Velî’den buldu Nurî
ziyâ
Musa Baba’nın rûh-ı revânı şâd ola
Fi 5 Z. Sene 1232
XI.
Yâ Hû
Cennet-mekân merhum[e]
Sâhib[et]u’l-Hayrât
Hasekî Sultân ‘İmâreti Aşçıbaşısı
Kalyonî Mehmed Baba’nın
ve kâffe-i ehl-i imânın
Ruhları içun El-Fatiha
Sene 1243
XII.
Lâ mevcûde illâ Hû
Kimseye Bezm-i Fenâ’da pîr u bernâdan ebed
Olmadı mümkün dirîğa ‘iyş u nûş-ı câvidân
İşte bu merhume kim zât-ı Hasîb Paşa ile
Hemşîr-i ‘ismet–eser olmuş iken nice zamân
Dest-i sâkî-yi ecelden câm-ı mevti nûş edib
Mest-i sahbâ-yı fenâ olub bekâ buldu hemân
Tâ ki oldukça afvda lücce-i ğafîr anda Hüdâ
Eyleye ahfâdını sıhhatle mesrûru’l-Cinân
Gûş edince fevtini tarîh-i tâm söyledim
Fâtima Nûriye Hanım Hû deyu buldu cinân
Sene 1284
XIII.
Hû Dost
Ey vefâsız dehr-i dünya senden kâm almadım
Sinnim Elli oldu tamâm bir safânı görmedim
Çıkarıb Rumeli’nden gezdirdin Asya’yı bâ tamâm
Ehl-i Beyt’e bende oldum gayre gönül salmadım
Destgîrim hem penâhım pîrim Hacı Bektâş-ı Velî
ol hümâm
Müşfi’im olsun Muhammed melce’im Oniki İmâm
Karaağaç Dergâhı Postnişîni...
CEMALEDDİN SERVER
REVNAKOĞLU
arşivinden [Galata Mevlevihanesi /
bu arşiv 2006 yılında Süleymaniye Kütüphanesine taşınmıştır.]
MÜFİD YÜKSEL
aranotlar ve ekler ile [Tekke ve Mezar taşı
kitabeleri] Latin harflerine aktarmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder